Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIPippa Bacca: Karanlık dünyada bembeyaz bir iz…

Pippa Bacca: Karanlık dünyada bembeyaz bir iz…

Mubi’de, hakkında bugüne kadar da çokça şey okuduğum, o yıllarda hepimizi derinden sarsan Pippa Bacca hakkındaki belgeseli izliyorum: “I’m in love with Pippa Bacca”, Türkiye’de “Barış Gelini” olarak gösterimde. Film, Pippa’nın katilinin cinayeti işledikten sonra yakalanana kadar geçen zaman zarfında Pippa’nın kamerasıyla çektiği akrabasının düğününün hazırlık görüntüleri ile başlıyor. Bu bir roman olsaydı, yazar böyle sahneler eklemezdi kitabına, bir kurgu için çok abartılı. Ama gerçek hayatta olmuş işte.

Guiseppina Pasqualino di Marineo: Doğduğunda verilen ad…

Pippa Pasqualino: Hayatını kazanmak için çalışırken kullandığı ad…

Pippa Bacca: Sanatçı ve aktivist kimliğine iliştirdiği ad…

Eva Adamovich: Her zaman olduğundan çok farklı biri olmak istediğinde, dar elbiselerin, “canım”ların, “tatlım”ların klişe kadınının adı…

1974 yılının son ayında Milano’da doğmuş, 2008 yılının üçüncü ayının sonunda 33 yaşındayken Kocaeli Gebze’nin Tavşanlı köyü yakınlarında Ballıkayalar mevkiinde  ölmüş. Bir İtalyan ya da bir Avrupalı için fazla tuhaf bir yerde çok karanlık bir ölüm. Cinayetten. “Bir yaprak ve dal yığınının altında” üzerinde çok kirlenmiş beyaz gelinliği ile bulunmuş öldürülmesinden 10 gün kadar sonra. “Değer miydi?” diye sorası geliyor insanın. Ama işte hayat hikâyeleri bu nedenle var. Öğrenince anlıyoruz gereklilikleri, tanıdıkça bütünün parçalarını tamamlayabiliyoruz.

Annesi ve dört kız kardeşiyle birlikte bol kadın dayanışmalı bir ailede büyümüş. Baba, kızlar çok küçükken ortadan kaybolmayı tercih edince, içinden dışarıya yaşama sevinci taşan anneleri sayesinde kısıtlı maddi imkânlara rağmen bol maceralı, neşeli bir hayat kurabilmişler. Hayattan korkmamayı, insanlara güvenmeyi, umut edebilmeyi öğrenmişler… “Altılı grup her zaman kazanır” ,“Kadınlar kendi başlarına gayet güzel idare edebilirler” demişler kendi aralarında. Bana kalırsa, çok da haklı çıkmışlar.

Pippa’nın onu tanımamıza vesile teşkil eden hikâyesine dönelim.

İki sanatçı ve aktivist kadın, Pippa Bacca ve Silvia Moro birlikte bir tur planlamışlardı ve 8 Mart 2008’de ‘Barış Gelini’ projeleri için, giydikleri beyaz gelinlikleriyle yola çıktılar.

Milano’dan başlayan yolculukları Slovenya, Hırvatistan, Bosna, Bulgaristan, Türkiye, Suriye, Lübnan, İsrail ve Filistin üzerinden devam ederek, Tel-Aviv’de noktalanacaktı. İki kadın, şiddet ve savaşla çalkalanan ülkelere sevgi ve barış mesajını iletmek için otostopla yolculuk edecek ve İsrail’e varacaktı. Yolculuğa başlarken, internet sitelerinden ‘Beraberimizde yolculuk boyunca üzerinde birikecek tüm kirlerle birlikte götüreceğimiz tek elbise, beyaz gelinlik olacak’ demişlerdi. Pippa ve Silvia barış istiyordu ve projelerinin esas aktörü insanlara duydukları güvendi.

İstanbul’a vardıklarında Pippa ve Silvia’nın yolları Beyrut’ta tekrar bir araya gelmek üzere ayrıldı. Performansına/yolculuğuna, bu dünyada kadınların da bir yeri olduğunu savunmaya ve anlatmaya tek başına devam eden ve 31 Mart günü Kocaeli’nin Gebze İlçesi’ne gelen Pippa, İtalya’daki yakınlarıyla yaptığı telefon görüşmesinin ardından ortadan kayboldu. Pippa’nın kayboluşu, yakınlarının başvurusuyla 3 Nisan’dan itibaren medyaya da yansıdı, haberler üzerine başlayan arama süreci sonunda Pippa’nın en son bindiği kamyonet belirlenerek sahibi yakalandı. Kamyonetin sahibi Murat Karataş, Tavşanlı Köyü yakınlarında aracına binen Pippa’ya önce tecavüz etmiş, ardından da onu boğarak öldürmüştü.” (http://www.hafizakaydi.org/31mart/pippa-bacca/kapak)

Mubi’de, hakkında bugüne kadar da çokça şey okuduğum, o yıllarda hepimizi derinden sarsan Pippa Bacca hakkındaki belgeseli izliyorum: “I’m in love with Pippa Bacca”, Türkiye’de “Barış Gelini” olarak gösterimde. 2019 İtalya yapımı, 77 dakika. Simone Manetti yönetmiş.

Film, Pippa’nın katilinin cinayeti işledikten sonra yakalanana kadar geçen zaman zarfında Pippa’nın kamerasıyla çektiği akrabasının düğününün hazırlık görüntüleri ile başlıyor. Bu bir roman olsaydı, yazar böyle sahneler eklemezdi kitabına, bir kurgu için çok abartılı. Ama gerçek hayatta olmuş işte.

Yani, katil, ölü “Barış Gelini”ni çalıların altına gizledikten birkaç gün sonra, Pippa’nın kamerasıyla akrabasının düğününü etraflıca çekmiş. Bu seferki gelin daha da genç, biraz çekingen bakıyor kameraya. Belli ki, düğününde bile, güçlü bir umut taşımıyor gelecek hakkında. Pippa kadar insanlara güvenebilen birisi olmadığı açık. Kim bilir hangi korkuları taşıyor içinde?

Sonra Pippa’nın yolculuk hazırlıkları ve Silvia ile yola koyulmaları…

İlk otostoplarını yapmaya çalışırlarken, gelinlikleri, üzerlerindeki pelerinleri ve başlıklarıyla iki azize gibi görünüyorlar. Otostop çeken iki azize…

Yol boyunca bu azizelik hâli, bu sefer özellikle Pippa’nın insanlarla ilişkilerinde devam ediyor. Gittikleri yerlerde çoğunlukla kadınlarla görüşüyorlar. Pippa, bir de, ebelik yapan kadınları bulup, onlarla tanışmaya çalışıyor çünkü onlara minnettarlık duygularını iletmek istiyor.

Eğer bir insan bir bebeğin dünyaya gelişini, doğumun acısını ve mutluluğunu görürse, o insan gün gelip de birini öldürebilir mi?” diye soruyor Pippa. Savaşın orta yerinde bile, hayat verebilen bu ebe kadınların önünde yere diz çöküyor, izinleri olursa onların ayaklarını yıkıyor. İsa’nın son akşam yemeği çağrışımları…

Otostop kendinizi kaderin ellerine bırakmaktır” diyor annesi. Pippa ve Silvia da kaderin ellerine teslim ediyorlar kendilerini, zarar göreceklerine inanmıyorlar, inanmak istemiyorlar. Milano’dan Tel-Aviv’e, savunmasız ve kırılgan kılarak ama hiçbir zarar görmeden gidebileceklerini, dahası insanların güvenilir olduğunu göstermek istiyorlar.

Pippa daha önce de, birçok yere otostopla gitmiş, hatta onu taşıtına alıp bir yerden başka bir yere gitmesini sağlayan insanların fotograflarını çekip, çeşitli formlarda kesip biçerek çerçevelemiş ve böyle sergiler açmış. İnsanlara, şoförler çoğunlukla erkek olduğundan erkeklere güvenmek, yardımlaşmayı ön plana çıkarmak, o küçücük mekânda kurulan iletişimin barış dolu olduğunu vurgulamak hoşuna gidiyor Pippa’nın.

Filmin sonunda yol arkadaşı Silvia, cinayetten sonra bile, öfke duymanın yenilmeyi kabul etmek olduğunu söylüyor: “… Biz bunu istemeyiz. Ne ben ne de Pippa yenilgiyi kabul ederiz. Geçmişe öfkeyle bakmamak için affetmek gerek. Ve affetmek her insanın doğasını anlamak için açık bir bakış açısı gerektirir. Her birimize ve dünyaya önemli bir katkıda bulunmak için, ancak açık bir bakış açısıyla harekete geçebiliriz. Çünkü ‘Erkek bir canavardır ve kadın evde kalmalıdır’ denklemiyle tatmin olamayız. Birbirimize yeniden bağlanabilmek için sokaklara geri dönmeliyiz.”

Kardeşleri ve annesi de Pippa’nın hayatının mesajının, ne olursa olsun başkalarına güvenmek gerekliliği olduğunu söylüyorlar. Olanlardan sonra bu mesajın daha da güçlü bir şekilde ortaya çıktığını ifade ediyorlar.

Öfke yok, intikam duygusu yok. Tam da Pippa’ya yakışacak şekilde…

Annesinin şu sözleriyle, film de, Pippa’nın hikâyesi de tamamlanıyor: “Hayat yaşanarak kazanılır. Ama gerçekten yaşamayı seçmezseniz, her şey yolunda gidiyor gibi görünse de, aslında elinizde hiçbir şey yoktur. Çünkü yaşamamış olursunuz. Pippa’nın dediği gibi, pek çok insan sadece hayatta kalmakla yetiniyor. Ama bize verilen bu kısa sürede yaşamaya çalışmalıyız.”

Pippa Bacca’nın hikâyesini, dünyaya bakışını hatırlamak çok güzel. Çünkü bu hikâye ilk planda göründüğü gibi sadece çocukça bir saflıkla insanlara güvenip barış yolunda küçük adımlar atabilmek hakkında değil. Aslında bunlardan daha çok hayatın yüceltilmesini anlatıyor. Sonunda elimizde gönül telimizi incecik titreten hoş bir şarkı kalıyor. Hayata karşı Pippa kadar cesur ve tutkulu olamasak da, onun kadar iç rahatlığıyla insanlara güvenemesek de, onun filmlerini izlemek, onun hakkında tekrar tekrar yazmak, bu karanlık dünyada bıraktığı bembeyaz izi hatırlamak lâzım. Belki de her şey çok boş değildir. 

- Advertisment -