Türkiye’de son yıllarda toplumsal olaylarda sık sık sonu “politiktir” diye biten cümleler duyuyoruz. Son olarak doktor Ekrem Karakaya cinayetinin ardından Türk Tabipleri Birliği, hekim cinayetlerinin “toplumsal ve politik bir sorun’’ olduğu vurgusu yaptı.
Sosyal medya ve toplumsal eylemlerde, kadın cinayetlerinin ardından da şahit olduğumuz ‘’politiklik’’ söylemi, özellikle iktidarın yasal ve güvenlik önlemlerini hedef alan bir eleştiri olarak gündemde yer buluyor. Peki gerçekten de toplumsal olaylar politik midir? Bir olayın politik olmasından ne anlaşılmalıdır? Politika yalnızca iktidarın ürettiği bir şey midir? Sınırları nelerdir?
Politika’nın kapsamı ve üreticileri
Politika Yunanca bir kavram. ‘Polis’te, yani şehirde/devlette gerçekleşen eylemlerin bütününü ifade ediyor. Bizse genellikle gündelik dilde parti siyasetini ifade etmek için kullanıyoruz. Bu yüzden bizim için politika, toplumu temsil eden sınırlı sayıda insanın söz ve davranışlarına karşılık geliyor: Milletvekillerinin bir olay karşısındaki tepkileri, çıkardıkları yasalar, kendi aralarındaki iktidar mücadeleleri. Daha çok da iktidarın yaptığı bir şey gibi algılıyoruz politikayı. Dolayısıyla, “kadın cinayetleri politiktir”, “hekim cinayetleri politiktir’’ vb söylemlerde dile getirilen politiklik, iktidarın toplumu biçimlendirme iradesine atıf yapıyor. Böylece toplumsal bir olayda iktidarın gerekli yasal düzenlemeleri yapmadığı ve emniyet tedbirlerini almadığı ima ediliyor. Fakat şu haliyle bu ima, tam da politik alanın sınırlarını ve üreticisini iktidar ve yasa iradesine indirgemesi bakımından oldukça eksik görünmekte.
Bu eksiklik, kavrama yeniden dönerek düşününce daha iyi fark edilebilir.
Çünkü şehirde/devlette gerçekleşen eylemlerin mekânı olarak politikanın ‘polis’i, mağaradan ya da ıssız bir adadan farklı bir şekilde, insan eylemlerinin belirli bir ortaklığı taşıdığı mekân anlamındadır. Bir diğer ifadeyle, polis basit bir mekân değil, insanlar arası uzlaşıma dayalı kabullerin mekânıdır. Aksi halde insanların toplumsallaşarak o ‘polis’te bir araya gelmeleri mümkün olmazdı. Dolayısıyla politik alan, gruplar halinde ya da bütün bir toplum olarak, yasa ve iktidar da dahil olmak üzere, üzerinde uzlaştığımız kabullerin tamamıdır. Bu nedenle o alanın üreticileri yalnızca iktidar ve yasa değil, bir bütün halinde toplumdur.
O halde toplum politikayı, yani ‘polis’in fiillerini nasıl üretir? Aslında bu bir yönüyle insan fiillerinin oluşumuna ilişkin bir tartışmadır. Çünkü hiçbirimiz boşlukta değil, bir mekânda ve bir açıdan dünyaya bakarak eylemde bulunuruz. Toplum tam da burada kültürel, ekonomik, ideolojik, yasal ve ahlaki kabulleriyle bizim mekânımızı ve açımızı tayin ederek eylemliliği, yani politikayı üretir.
İktidar politikanın neresinde?
Politika bir bütün olarak toplumun üretimidir dedik ama bu, iktidarın üzerindeki sorumluluğun kalkması anlamına mı gelir? Kuşkusuz hayır. İlk olarak iktidar, yasa yapıcı ve uygulayıcı bir güç olarak toplumsal olaylara doğrudan katılır. Gerçi yasa tek başına neredeyse hiçbir fiil üretmez. Aksine o çoğu zaman fiillerin sonuçlarıyla ilgilenir. Örneğin yasa cinayete bir ceza belirler, fakat bu, toplumda şiddeti üreten nedenler çözülmedikçe sadece belirli bir şiddet eyleminin adil karşılığını verir. Bu anlamda yasal gücü itibariyle iktidar, toplumsal fiillerin çıkışında ancak kısmi olarak pay sahibidir.
Öte yandan iktidarın gücü yalnızca yasal nitelikte değildir. Hepimiz bir eğitim sisteminin ürünüyüz. İlkokulda ya da lisede yalnızca teknik bilgiler değil kültürel, insani, ahlaki ve ideolojik değerler de alıyoruz. Bu yönüyle tüm bireyler, eğitim yoluyla kazandığı bilinç içeriklerine dayanarak eylemde bulunur. Eylemler ise sürekli tekrar eden pratik aktarımlar olarak yeniden bilinç üretimine katılır ve toplumsal kabulleri üretir. Öyleyse eğitimi üreten, eğitim politikalarıyla insanları belirli bir şekilde yetiştiren iktidar nasıl toplumsal olayların sorumluluğundan sıyrılabilir? Özellikle de 20 yıllık iktidarı düşünüldüğünde, neredeyse bir nesli eğitim politikalarıyla yetiştirmiş olan mevcut iktidarın, şiddet olaylarından tamamen aklanması mümkün müdür?
Buraya kadar tarif ettiğimiz politik alanın karakteri kısaca yasa, iktidar ve toplumsal kabuller arasındaki girift ve karşılıklı ilişki tarafından belirlenmektedir. Toplum, kendi kabulleriyle yasa ve iktidarı; iktidar da eğitim, ekonomi gibi alanlardaki politikalarıyla yasal gücü sayesinde toplumsal kabulleri biçimlendirir. Dolayısıyla toplumsal yaşam, tüm bu ilişkilerin karşılıklı etkileşimi olarak açığa çıkmakta ve bu yönüyle herhangi birisine indirgenmeksizin anlaşılmak ve geliştirilmek zorundadır.
Kısacası, kadın cinayetleri de hekim şiddeti de politiktir, çünkü ‘polis’te ve ‘polis’i belirleyen toplumsal kabullerin sonucunda gerçekleşir; fakat politika iktidar ve yasadan ibaret değildir. Bilakis o, Yunanlıların teknik ifadeleriyle bir halkın ortak ethos, pathos ve logosudur. Yani ahlakı, yaşamı ve düşüncesidir. Kalıcı çözümler istiyorsak bu ilkeleri ortak bir ilişkisellik içinde üreten iktidar, yasa, kültür ve toplumun bütünüyle mücadele etmeliyiz.
__________
Egemen Kurtoğlu 1994 yılında İzmir’de doğdu. 2017 yılında Ege Üniversitesi Felsefe Bölümü’nü bitirdikten sonra İslam felsefesi alanında ”İbn Haldun’un Pratik Felsefesi” isimli teziyle yüksek lisansını tamamladı. Halen aynı alanda doktora tez çalışmalarını sürdürmektedir.