Bir depremin ardından ilk elde ve derhal ne yapmak gerekir?
Meselenin askerî, ırksal ve millî yanlarını düşünmek ve tartışmak gerekir elbet.
Herkesin bildiği gibi çünkü, düşman ülkelerde deprem olmasını sağlamak çok eskiden beri kullanılan bir savaş taktiğidir. Buna karşı tetikte olmayan ülkelerin başına çok kötü şeyler gelir.
Şükürler olsun, Türkiye’yi bu tehlikelere karşı ikaz eden ve dolayısıyla gerekli önlemleri almamızı sağlayan askerlerimiz var.
Bakın, sayın emekli tümamiral Cihat Yaycı, Türk askerinin üstün zekâsı ve eğitim düzeyi sayesinde nasıl uyarmış hepimizi: “Ülkemiz ne yazık ki Alp-Himalaya deprem kuşağında yer almaktadır. Böylesi bir jeolojik olguyu ülkemizin güvenlik ve acil durum politikalarından bağımsız düşünmek ya da ülkemizin maruz kaldığı veya kalabileceği dillendirilmiş planlı senaryo ve tehditleri de göz ardı etmek mümkün değildir.”
“Su uyur, düşman uyumaz,” değil mi?
Şöyle devam etmiş Yaycı: “Böyle ortamların bu senaryoları uygulamak için Türkiye düşmanlarına fırsatlar sunabileceğini unutmamak lazımdır. Kurtlar puslu havayı sever. Türkiye’de arama kurtarma ve yardım faaliyetlerinde aksaklıklar var deyip iç karışıklık çıkartmak isteyenler olabilir. Halkımızın ve devletimizin birlik ve beraberlik içinde herhangi bir kargaşa, karışıklık ve kaosa karşı uyanık olması, mahal vermemesi son derece önemlidir. Böylesi büyük çaplı afetlerde iktidar-muhalefet ayrımı olmaksızın, devletimizin etrafında kenetlenmesi gereklidir. Zaman bu felaketten siyasî nemalanma zamanı değildir. Devlet ve millet hepimizindir.”
Neymiş? Puslu havayı seven yabancı kurtlara karşı devletimizin etrafında kenetlenmeliymişiz!
Bu devlet, deprem vergisi toplayıp depreme karşı hiçbir önlem almayan, isteyen müteahhidin istediği gibi bina yapmasına göz yuman, kendi mevzuatına uyulmasını bile sağlamayan bir devlet. Ama olsun! Önemli olan, puslu havalarda kurtlara dikkat etmektir.
Aydınlık gazetesinin internet sitesinde Yaycı haberinin altına yorum yazanların birçoğu zaten tehlikenin bilincinde. Biri şöyle demiş:
“Sayın Yaycı son derece haklıdır. Bu ülke o kadar değerli ki bizler kıymetini bilemiyoruz. Bu ülkeden bu Anadolu topraklarından Türkü silip atmak istiyorlar. Bu ülkede bizim farkında olmadığımız durumlar var. Bundan asla vazgeçmediler, vazgeçmeyecekler, uyanık olmalı.”
Bir diğeri de taşı şöyle gediğine oturtmuş: “Sayın YAYCI, vatansever bir Türk subayı olarak, sürekli yılan gibi tıslayan, pis ellerini TÜRKİYE’ye uzatan, kaos planları ve saldırı TATBİKATLARI yapan ABD-NATO’nun pususuna dikkat çekiyor.”
ABD-NATO pususu böyle vurgulanınca, korkarım İsrail-MOSSAD tehlikesi gözlerden kaçıyor olabilir.
Bu depremle ilgili olarak henüz bir İsrail haberi görmedim, ama Marmara depremi hakkında yaklaşık on yıl önce Milliyet gazetesinde çıkan “Prof. Işıkara 11 yıl sonra konuştu… 17 Ağustos’ta İsrail parmağı!..” başlıklı haber çok önemliydi:
“17 Ağustos 1999 Marmara depremi sırasında Başbakanlık görevini yürüten Bülent Ecevit’in, depremin sabotaj olduğu yönündeki iddiaları araştırdığı ortaya çıktı. Açıklamayı Afete Hazırlık ve Deprem Eğitim Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Mete Işıkara yaptı. Işıkara, o dönem Ecevit’in konuyla ilgili olarak kendisini telefonla aradığını söyledi. Prof. Işıkara o dönemde İsrailliler ile ABD’lilerin deprem öncesi fay hattı üzerinde çalışma yaptıkları iddiasının Ecevit’e kadar ulaştığını söyleyip şunları anlattı: ‘Evet, Amerikalılar geldi, ama deprem yaratmak için değil. Aynı tip fay benzer hasar oluşturuyor, ben bu hasarlardan nasıl ders çıkartırım da California’ya uygularım diye. Bu söylentiler rahmetli Ecevit’i de rahatsız etti.’”
Bir memleketin başbakanı, danışmanlarından biri gelip “Sayın Başbakanım, depremi Amerikalılarla İsrailliler yapmış” dediğinde,“Git ulan, deli!” dememiş, diğer danışmanlarına “Beyler, bu arkadaşın gerekli tıbbî yardımı almasını sağlayın lütfen” talimatını vermemiş, ülkenin önde gelen jeofizikçilerinden birine telefon etmiş!
Belli ki emekli tümamiral Yaycı’nın kaygılanması için hiçbir neden yok. Ecevit’ten günümüze, tüm yöneticilerimiz Türkiye’de deprem yapan ve puslu hava seven kurtlara karşı hep tetikte olmuş.
Yani askerî açıdan iyi durumdayız.
Ama Yaycı, meselenin ırksal ve millî yanlarına da değinmiş:
“Özellikle Gaziantep, Hatay, Kilis gibi illerimizde sığınmacı kampları bulunduğu gibi sığınmacı mahalleleri de bulunmaktadır. Bu durumun hem toplumsal psikolojik yapısı hem de güvenlik boyutları dikkatli değerlendirilmek durumundadır.”
Bu açıdan da korkacak bir şey yok. Ülkemizin vatansever ırkçıları ve faşistleri derhal sığınmacı tehlikesine dikkat çekmeye başladı bile.
Ümit Özdağ, örneğin, Suriyeli göçmenlerin Hatay’dan Elbistan’a market yağmalamak için geldiğini iddia etti. “Bölgeden alçakça yağma görüntü ve haberleri geliyor. Yağmacılara karşı asker ve polise vur emri verilmeli” diye yazdı.
Göç İdaresi Başkanlığı da konutları yıkılan Suriyeli göçmenlerin başka kentlere, akraba ve yakınlarının yanına gitmesine iki gün boyunca izin vermedi, üçüncü gün verdiği izinde ise İstanbul’u hariç tuttu. (‘Hepimiz Göçmeniz, Irkçılığa Hayır’ platformunun basın açıklaması: (http://marksist.org/icerik/Gocmeniz/19181/Zor-gunde-gocmenlerin-hayatini-kolaylastiralim,-dayanismayi-buyutelim).
Kısacası, ırksal ve millî açılardan da iyi durumdayız.
Hiçbir sorun yok, devletimiz ve hükümetimizle derhal kenetlenebiliriz.