Seçim tarihinin kesinleşmesiyle, günler 100 metre koşusu misali akıp gidiyor.
Kahramanmaraş Depremi’nin acısı ve yıkımı nedeniyle gürültüsüz kavgasız bir seçim geçirmemiz toplumun ortak temennisi.
İktidar, bu makul temenniyi kendine yontmaya ve muhalefetin eleştirilerini bastırmaya çalışıyor.
Ülkeyi getirdiği nokta bir yana, deprem sonrasında gösterdiği olağanüstü ihmallerin, hataların, acz ve beceriksizliklerin dile getirilmesini hiç mi hiç istemiyor. Hem çok başarılı olduğunu iddia ediyor, hem de hata ve eksikleri için “Helallik” istiyor. Olan bitene “Asrın felaketi” diyerek, başa geleni ”kader planı”na bağlayarak, işin içinden sıyrılmayı hesaplıyor.
Kızılay ve AFAD’daki yüzkarası durumu, menfaatperest çürümeyi ve yozlaşmayı kimseler dillendirmesin ve çark dönmeye devam etsin, diye umuyor.
İktidar, yaşanan acıyı ve yıkımı araçsallaştırıp, “ağır başlı seçim” görüşünü dayatarak, yurttaşın ve muhalefetin eleştirilerinden kendini kurtarmaya ve siyasi ömrünü bir dönem daha uzatmaya çalışıyor.
İktidar nasıl yaparsa yapsın, bıçağın kemiğe dayandığı şartlarda, şüphesiz ne muhalefet ne de yurttaş sözünü söylemekten ve umudunu ortaya koymaktan geri duracak.
Ne var ki, bu süreçte şu üç önemli risk alanını gözden kaçırmamak gerekiyor.
Adresler, listeler ve iktidarın sicili
Bunlardan ilki seçim öncesi hazırlıklar: Adresler, seçmen listeleri, sandık heyetlerinin oluşumu, oy pusulaları, mühür olayı, vb. Önceki referandum ve seçimlerden hareket edecek olursak, bu konuda iktidarın sicilinin çok bozuk olduğunu biliyoruz. AK Parti’nin bir dönem daha seçim kazanması hayli zor. Bu nedenle, her türlü hukuksuzluğu devreye sokmaları kuvvetle muhtemeldir.
Şimdiden ilgisiz adreslerde ilgisiz kişilerin kayıtlı olduğu yönünde söylentiler ayyuka çıktı. Bu seçimin yumuşak karnının adres ve listeler olduğu görülüyor. Deprem nedeniyle göçen depremzedelerin gittikleri yerlerde usulüne uygun kaydedilmeleri, geride bıraktıkları adreslerine ilgisiz kişilerin kaydedilmesinin önlenmesi gerekir. Seçim sonuçlarını etkileyecek fiktif seçmen listelerine meydan verilmemelidir.
Muhalefet partilerinin titiz bir gözden geçirme çalışması içinde olduklarını tahmin edebiliriz. Zamanında itiraz ettiklerini de. Bununla beraber, ilave teknik tedbirler, örneğin sandık heyetinin bulunduğu oy kullanma mekanının genel girişine, giren çıkanı kayda alan görüntü sistemleri önerilebilir. Parmak boyası reddedildiğine göre, buna ses çıkarılmaması umulur.
Güvenlik güçleri ve seçim güvenliği
İkincisi, güvenlik güçlerinin tutumlarıyla ilgilidir. Adil, eşit ve özgür bir seçim demokrasinin olmazsa olmazıdır. Partiler ve bağımsız adaylar seçimde, YSK’nın belirlediği sınırlamaların dışında hiçbir engelle karşılaşmamalıdır. Kapalı toplantı, yürüyüş ve miting, afişleme ve bildiri dağıtma, vb. eylemler serbestçe yapılabilmelidir. Bu nedenle, güvenlik güçlerinin, esas olarak bu seçim faaliyetlerinin güvenliğini sağlamakla sınırlı davranması beklenir.
Ne var ki, çoğu zaman yaşananlar farklı oluyor. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya bağlı olan polis, jandarma ve bekçi yönetimindeki bariz iktidar yanlılığı uzun zamandır haklı bir endişe kaynağı. Tek adam rejiminin güçler ayrılığını ortadan kaldırmış olması bu durumun temel sebebidir. Güvenlik güçlerinin yasa dışına çıkan eylemleri karşısında yargı kurumlarının etkisiz kaldığı ve adaletin pek tecelli etmediği görülüyor.
Bu zeminde meydana gelebilecek hukuksuzluklara ve yandaş müdahalelere karşı, seçim sürecinde, muhalif partilerden güçlü ve yaygın bir avukat organizasyonu oluşturmaları en doğrusu olur. Sadece çok sayıda seçim sandığını barındıran okullar için değil, avukatsız sandık kalmaması için, sivil oluşumlar ve barolardan destek alınması yerinde olacaktır. Sandıklara baştan sona sahip çıkma, sonuçları anında belgeleme ve itirazları zamanında ve enerjik şekilde yapma hususunda isabetli adımların atıldığını medyadan izliyoruz.
İl ve ilçe seçim kurulları ve Yüksek Seçim Kurulu’na (YSK) gelince, geçen seçimlerde yaşananlar nedeniyle toplumda ciddi güvensizlik oluştu. Hele kıdemsizlerin başkanlığa getirilmesi girişimi bardağı taşıran son damla oldu. Muhalefete mensup üyelerin enerjik tavırları, adil ve dürüst bir seçimin gerçekleşmesi için gösterecekleri kararlılık çok önem kazandı. Ancak, iktidarın halen buralardan medet umduğu da açık bir gerçek.
Paramiliter ve mafyatik çevreler boş durur mu?
Üzerinde durmak istediğim üçüncü ve son husus, iktidarın etrafında kümelenen paramiliter ve mafyatik kuruluş ve çevrelerin, bu süreçte ima ettiği risk ve tehdit. Hedeflerinin, olay çıkararak ve saldırılar düzenleyerek muhalifleri sindirmek, dağıtmak, seçimleri ve sandıkları baskı altına alarak, hukuksuz da olsa istedikleri sonucu elde etmek olduğunu söyleyebiliriz.
Siyasal tarihimizde kamplaşma geleneği var. İktidar ve Cumhur İttifakı partileri zaten buna teşne. Son çeyrek yüzyılın en kritik seçimiyle karşı karşıyayız. Bir devrin kapanması ihtimali çok yüksek.
İktidarın seçimi ölüm kalım meselesine çevirmesi, demokrasi dışı girişimlerle işleri çığrından çıkarması zor olsa da imkânsız değil. AK Parti ve küçük ortağı MHP’nin etrafında oluşan paramiliter ve mafyatik kümelenmelerin herkes farkında. Yasal siyaset dışı bu güçlerdeki hareketlenmelerin yakından takip edilmesi, seçimin selameti bakımından önemlidir.
Malum, iktidar PKK’yı gösterip, CHP ve HDP’yi kriminalize etmeyi alışkanlık haline getirdi. Ne idüğü belirsiz bir “beka” sorunu etrafında memlekete ırkçı milliyetçi bir siyasal iklimi dayatmakta tereddüt etmiyor. Karanlık güçlerin böyle bir siyasal atmosferde rahatlıkla harekete geçirildiğini yaşananlardan biliyoruz.
Elbette durup dururken ve somut bir gelişme yokken kimseyi suçlamak ve töhmet altında bırakmak niyetinde değiliz. Ancak, sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer, derler. Yakın dönemin bazı olay ve olgularını hatırlattığımızda, niyetimiz daha iyi anlaşılacaktır.
İlk akla gelenler listesi
* Black Water, Wagner ve Susurluk Çetesi gibi yerli ve yabancı yapılarla kıyaslanan, şirket görünümlü SADAT’tan söz etmek istiyorum öncelikle. Hani kurucusu bir dönem Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın danışmanı olan, bazı kentlerdeki kamplarda silahlı kontr-gerilla eğitimi veren, muhtelif ülkelere paralı asker sağlayan kuruluş. Silah işiyle ilgilendiklerini de duymuştuk. Nedense ilk aklıma gelen bu oldu. Bir görünüp bir kaybolan, cafcaflı amblemiyle tanıdığımız Halk Özel Harekat’ı da (HÖH) unutmamak lazım. Bir de muhtelif yerlerde şubelerine rastlanan, özellikle 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin olduğu gece silahlı olarak sokağa çıktıkları söylenen ve bazı bölgelerde çok vahim eylemlere katıldıkları ileri sürülen Osmanlı Ocakları dikkat çekiyor. İktidarın hemen yanı başındaki bu yapıların saydam olmaması, doğal olarak kuşku konusu oluyor.
* Bir de yasal etiketi bariz olanlardan söz etmeliyiz. Bunlardan hemen hafızamızda canlananları iktidar partisinin bazı gençlik kolları ve yerel örgüt yöneticilerinin medyaya verdikleri silahlı külahlı pozlarıdır. İktidar partisi örgüt ve üyelerinin, bile isteye kamuoyunda böyle militarist ve tehditkâr bir algı yaratmaya çalışmalarının amacı nedir, diye düşünmekten insan kendini alıkoyamıyor. Sağa sola esip gürlemekte, pozlara girmekte bir beis görmemeleri çok tuhaf. Umuyorum bu tuhaflıklar bu kritik seçim sürecine can sıkıcı sorunlar taşımaz. Bu kapsamda Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından kurulmuş olup, amacı tartışmalı Cami Gençlik Kolları örgütlenmesinden söz etmemek olmazdı. Diyanet yetkililerinin bir süre önce yaptıkları açıklamaya göre, Türkiye’de bulunan 85 bin caminin 45 bininde 450 bin genci örgütlemeyi hedefliyorlardı. Her düşünceden yurttaşın ibadet için gittiği camilerin bünyesinde, böyle bir örgütlenmeye girişmenin niyeti ve faaliyet alanı elbette sorgulanır.
* Bildiğiniz gibi, 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sırasında özellikle Ankara Emniyetinden dağıtılan binlerce silah kayboldu. İktidar partisine yakın kimi medyatik kişilerin toprağa gömülen silahlardan söz etmesi, başka bazı kişilerin haklarından gelmeyi planladıkları farklı düşünceden kişilerin listelerini hazırladıklarını övünerek anlatmaları, diyelim ki bize, kimi şuursuz meczupların atıp tutmaları gibi gelse de, hadisenin kabak gibi ortalık yerde durduğunu unutmayalım.
* Son olarak, iktidara rengini veren küçük ortak MHP’nin geride kalan yıllarına kısaca göz atalım. Muhalif olan herkese esip gürlemesi, hakareti ve düşmanlaştırması malum. Bunlardan söz etmiyorum. Son yıllarda gazeteciler, milletvekilleri ve muhalif siyasetçilere yönelik tehdit, saldırı, dövme, linç girişimi ve darp gibi olayların büyük bölümünde MHP’nin, MHP’lilerin ya da bu partinin çevresindeki kişi ve grupları adı geçiyor. Kemal Kılıçdaroğlu da dahil olmak üzere bunlara maruz kalanların isimleri bayağı uzun bir liste oluşturuyor. Devlet Bahçeli’nin affedilmesi için özel çaba sarfettiği mafya reisi Alaattin Çakıcı bile Ankara Çubuk’ta linç edilmek istenen muhalefet lideri Kılıçdaroğlu’na hakaret, küfür ve tehdit dolu iki mektup yazabiliyor. Amedspor’a Bursa’da yapılan maçta sergilenen saldırılar, Susurluk Çetesi’nin tetikçisi Yeşil’in portresi ve Beyaz Toros pankartlarıyla yapılan imalı tehditler bu partinin liderliğince takdir görüyor. Ülkü Ocakları eski başkanı ve akademisyen Sinan Ateş’in partisinden farklı bir siyasal yola girmesi nedeniyle, Ankara’da suikastla öldürülmesi ise bu partinin demokrasiyle ilişkisinin pamuk ipliğine bile bağlı olmadığını hissettiriyor.
Şüphesiz, ülke halkının serbest, eşit, adil ve özgür seçimlere, özetle demokrasiye olan sadakat ve özlemlerini dikkate alınca, öyle iktidarların seçim süreçlerini olağan mecraından çıkarmaya cesaret etmeleri kolay değildir. Ben de böyle bir adımın intihar olacağını düşünüyorum.
Ancak, yine de bazı şeyleri hatırlatmak istedim.