Serbest Fırka (SF) hadisesi, Cumhuriyet tarihinin kırılma noktalarından biridir. Zira Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’ndan (TCF) sonra bu ikinci çok partili hayata geçiş teşebbüsünün de başarısızlıkla neticelenmesi, ülkede tek parti diktatörlüğünü koyulaştırmış ve demokrasiye geçişi geciktirmiştir.
Ahmet Ağaoğlu, başından beri bu hikâyenin içinde yer almış; SF’nin temellerinin atıldığı, yurt sathına yayıldığı ve nihayetinde varlığına son verildiği bütün anlara tanıklık etmiştir. Onun 1934’te yazdığı hatıralarını, oğlu Samet Ağaoğlu 1947’de bir kitap olarak yayınlamıştır. Elimizdeki, bu kitabın 1969 tarihli ikinci baskısıdır.*
“Cumhuriyet Halk Fırkası’nın bir yanı”
TCF, bir tabii muhalefet hareketiydi; Cumhuriyet Halk Fırkası’nın (CHF) ağır topları arasında hayati konularda baş gösteren fikri yarılmanın kaçınılmaz bir sonucu olarak doğmuştu. Oysa SF, TCF’den tamamen farklı olarak, suni idi; Mustafa Kemal’in talimatları doğrultusunda kurulmuş bir muhalefet partisiydi.
Mustafa Kemal’in bir muhalefet partisine ihtiyaç duymasının birkaç nedeni vardı. Halkın artan rahatsızlığı emin olunan bir yapıya akıtılmalı ve kontrol altında tutulmalıydı. Giderek daha fazla şikâyet edilen CHF yönetimine denetlendiği hissi verilmeliydi. Meydana bir rakip salarak İsmet Paşa’ya tek olmadığı anlatılmalı, Paşa’nın gücü dizginlenmeliydi. Dış dünyaya da memlekette demokratik bir cumhuriyet idaresinin olduğunu gösteren bir resim sunulmalıydı, vs.
Mustafa Kemal, bunun için o dönem Paris sefiri olarak görev yapan Fethi (Okyar) Bey’i görevlendirir. Fethi Bey, onun en yakın arkadaşlarındandır. Partinin yönetim kadrosunu da belirleyen Mustafa Kemal, bu çerçevede Ahmet Ağaoğlu’nu da çağırır ve artık Fethi Bey’le birlikte çalışacağını söyler. Ağaoğlu şaşırır, ne yeni partiden ne de Fethi Bey’den haberi vardır. Olanlardan bir şey anlamamıştır ama Mustafa Kemal’e itiraz etmez. Ertesi gün “Bu ne iştir?” diye sorduğu Fethi Bey, ona durumu açıklar:
“Mezuniyetle buraya geldim. Bana, ille ikinci bir fırkanın başına geçeceksin diye ısrar ediyor. Nihayet ben de kabul ettim.” (s.3)
Aslında Mustafa Kemal’in bir süreden beri ikinci bir partinin kurulmasını istediği bilinmektedir. O, CHF’ye karşı bir muhafazakâr partinin kurulmasına taraftardır. Ancak Dâhiliye Vekili Şükrü Kaya gibi çekirdek kadrosundaki aktörler, muhafazakârların sayısı fazla olduğu için bunu tehlikeli bulurlar. Onlar, Mustafa Kemal’e, toplumsal tabanı olmayan ve kolaylıkla alt edebilecekleri bir sosyalist partinin kurulmasının daha doğru olacağını söylerler.
Ancak Mustafa Kemal bu tavsiyeye uymaz, en yakın dostu Fethi Bey’in başkanlığında bir partinin kurulmasına karar verir. Peki, bu partinin programı ne olacaktır? Ağaoğlu’nun bu minvaldeki suali üzerine Fethi Bey, bu konuyu Mustafa Kemal ile görüştüklerini ve mutabık kaldıklarını söyler:
“Cumhuriyet Halk Fırkasından esaslı bir farkı olmayacaktır. Zaten iki fırkanın da yüksek idare ve nezareti kendi elinde olacaktır. Cumhuriyet Halk Fırkasından ayrılmamakla beraber benim fırkamın da taraftarı olacak, seçimlerde her iki fırkanın namzetlerini tayin edecektir. Anlaşılıyor ki; tek fırkanın doğurduğu murakabesizlikten, idaresizlikten bıkmış! Bir taraftan Meclis’te birbirini murakabe edecek iki fırkanın mevcudiyetini ve diğer taraftan da memlekette biraz hürriyet havasının esmesini arzu ediyor. Fakat evvelce olduğu gibi anarşiye ve kargaşalığa meydan vermemek için fırkalar arasında esaslarda ayrılık olmamasını ve ikisinin de yüksek bir elden idare olunmasını temin etmek istiyor. Hülasa benim fırkam Cumhuriyet Halk Fırkasının bir yanı olacaktır. Sağ mı, sol mu, onu artık hadiseler gösterecektir.” (s. 4)
“Bal günleri”
Partinin kurulmasına karar verilmiştir verilmesine de, Mustafa Kemal’in samimi olup olmadığı ve CHF’nin bu girişime müsaade edip etmeyeceği hususunda büyük şüpheler vardır. Mustafa Kemal, kuşkuları gidermek ve Fethi Bey ile arkadaşlarına itimat telkin etmek için birkaç adım atar. Mesela çocukluk ve silah arkadaşı olan ve 1937’de ölene kadar hep sadakatle yanında duran Nuri (Conker) Bey’i ve kız kardeşi Makbule Hanım’ı yeni partinin saflarına katar. Partinin kurulması ve teşkilatlanması için para sağlar. Ayrıca yeni partiye elli-altmış mebus temin edeceği sözünü verir.
Ancak bunlar yeterli değildir, daha büyük bir güvence lazımdır. Halkın, yeni bir partinin kurulacağını ve Mustafa Kemal’in de buna rızasının olduğunu bilmesi lazımdır. Bir mektuplaşma mizanseni yaratılır. Mustafa Kemal, İsmet Paşa ve Fethi Bey bir toplantı yaparlar. İsmet Paşa kamuoyuna sunulacak olan mektupları kaleme alır, fakat içinde bulunduğu halden hiç de hoşnut olmadığını belli eder.
Mektuplarda, evvela Fethi Bey yeni bir parti kurma arzusunu Mustafa Kemal’e iletir. Mustafa Kemal de cevabi mektubunda yeni bir partinin kurulmasını istediğini, bu partinin kurulması ve yaşaması için elinde geleni yapacağını beyan eder. Karşılıklı mektuplar gazetelerde yayınlanır. Mustafa Kemal’in içeriye ve dışarıya verdiği bu söz, kâfi bir teminat sayılır ve yeni partinin kurucuları bunun üstünde bir teminat istemeyi ahlaki açıdan ayıp telakki ederler.
Lakin “yeni teşebbüsün bal günleri” çabuk geçer. İsmi bile Mustafa Kemal tarafından konulmuş olan Serbest Fırka sahneye çıktıktan hemen sonra CHF dişlerini göstermeye başlar. İsmet Paşa, SF’ye hücum eder. CHF’ye bağlı basın organlarından SF’ye “irticacı” damgası vurulur. İçişleri Bakanı’nın dahliyle devletin güvenlik güçleri SF’yi kıskaca alır. Yeni parti ile eski partinin arasında tansiyon yükseldikçe, daha önce yeni partiye yanaşanlar usulca köşeye çekilir, girenler de bir yolunu bulup çıkmaya başlar. Zaten yeni partiye giren vekillerin sayısı da 13’ü geçmez.
Ağaoğlu, havanın çok çabuk ters dönmesini birkaç sebebe bağlar. Birincisi, SF’nin kurulmasından önce çıkan ve iktidara açıktan muhalefet eden “Yarın” gazetesinin SF’yi benimsemesidir. Bir demagog olan sahibi Arif Oruç’un, Mustafa Kemal’i ve yakınlarını övüp, İsmet Paşa ve CHF’ye yönelik sert bir dil kullanması ve bunu da adeta SF parti sözcüsü gibi yapması, CHF ile SF arasındaki ilişkileri gerginleştirir. Ağaoğlu bu durumdan rahatsızdır; Fethi Bey’i partinin yayın organı olacak bir gazete çıkartılması için sıkıştırır ama ikna edemez. Fethi Bey, Yarın’dan vazgeçtiğinde ise artık çok geç olmuştur.
İkincisi, SF’nin belediye seçimlerine iştirakidir. Ağaoğlu, ülkede muhalefet fikri olgunlaşıncaya kadar SF’nin seçimlere katılmaması ve taşra teşkilatı kurmaması gerektiği kanısındadır. SF’nin yapması gereken, Meclis’te bir grup kurup yasamada muhalefet vazifesini icra etmek olmalıdır. Ancak Ağaoğlu bu fikrini parti yönetimine kabul ettiremez. Fethi Bey ve Nuri Bey, SF’nin seçimlere katılmasını Gazi’nin istediğini belirtirler.
“Kurbanlar veririz, yeter ki sen bizi kurtar!”
Ağaoğlu’na göre Mustafa Kemal SF’yi CHF ile yarışa girmeye sevk eden yanlış bir zanna sahiptir.
“Gazi’nin böyle bir tavsiyede bulunmuş olması pek muhtemeldir. Başında bulunduğu fırkanın memleketteki vaziyetinden tamamen habersizdi. Aldanan, iğfal edilen ve istismar edilen odur! Etrafında kendisine içinden samimiyetle bağlı kaç adam vardı? O doğru malumat alamıyordu. O zannediyordu ki memlekete bunca hizmet etmiş, memleketi esaretten kurtarmış, istiklalini temin etmiş olan fırka halk nazarında aziz ve kıymetlidir.” (s. 25)
Hâlbuki gerçek tam tersidir. CHF ile halk arasındaki bütün bağlar çözülmüştür. Halk, öncelikle korktuğundan ve bir de Gazi’ye minnettarlık beslediğinden CHF’ye tahammül etmektedir. Gazi, bir parti kurulmasına razı olduğu ve kız kardeşini de bu partiye kattığı için, artık bu iki amil de ortadan kalkmış, halk kitleleri yeni partiye doğru akmaya başlamıştır. SF’ye olan ilgi, bilhassa Fethi Bey’in Ege gezisinde göz kamaştırır. İzmir’de, Aydın’da, Manisa’da, Balıkesir’de coşkun kitleler karşılar Fethi Bey’i.
Halkın SF’ye teveccühü CHF’deki endişeleri doruğa çıkarır. İktidar, Fethi Bey’in gittiği her yerde SF’ye tuzaklar kurar, engeller çıkartır, provokasyonlar tertip eder. İzmir’de meydana gelen ve Ağaoğlu’nun tabiriyle “Şekspirvari” bir facia, SF’yi bekleyen kaderin habercisi gibidir. CHF yanlısı Anadolu gazetesi Fethi Bey’i hararetle karşılayan İzmirlilere dönük tahkir edici bir kullanınca, halk gazetenin çıkarıldığı matbaaya doğru yürüyüşe başlar. Matbaanın iç taraflarına gizlenmiş olan polis, korkutmak için halkın üzerine ateş açar, kurşunlardan biri 14 yaşındaki bir çocuğa isabet eder ve çocuk hayatını kaybeder.
“Bu arada hiçbir şeyden haberi olmayan bizler, otelde idik ve alt kattaki salonda birçoklarıyla görüşüyorduk. Birden bire otele büyük bir kalabalık hücum etti. Herkes heyecanlı ve kızgındı. Kimi ağlıyor, kimi lanet ve nefret ediyor, kimi tehditler savuruyor. Kalabalığın ortasından bir adamcağız kucağında taşıdığı bir çocuğu birden bire Fethi Bey’in ayaklarına atarak, ‘İşte size bir kurban! Başkalarını da veririz! Yalnız sen bizi kurtar!’ dedi ve ağlayarak kendisi de Fethi Bey’in ellerine sarıldı.
Manzara müthiş, tüyler ürpertici idi. Kanlara boyanmış körpe mektepli bir çocuk Fethi Bey’in ayakları altında son nefesini veriyordu. Babası da Fethi Bey’in ellerine sarılarak yakıcı bir lisanla daha başka evladını da kurban vermeğe hazır olduğunu söylüyordu!” (s. 37)
CHF’nin önde gelenleri en ağır suçlamalarla, halk katında büyüyen SF’yi hedef tahtasına oturturlar. SF’liler önce bu saldırılar ile Mustafa Kemal arasında bir irtibat kurmazlar. Ancak Yunus Nadi, Falih Rıfkı, Cevdet Kerim gibi en yakınındakilerinin SF’ye saldırıları karşısında kılını kıpırdatmaması, SF’lilerin kafasında Mustafa Kemal’in niyetleri hakkındaki şüpheleri ayaklandırır. Eğer o istese bütün hukuksuzlukları, seçimlerdeki apaçık haksızlıkları, parti üzerinde kurulan baskıları durdurabilirdi ama o durup seyretmeyi tercih ediyordu.
Mustafa Kemal’in tavrı, SF’nin ömrünün uzun olmayacağı biçimindeki yorumları beraberinde getirir. Özellikle Türkiye siyasetini yakından takip eden Batılılar, SF için vaktin dolmakta olduğunu gözlemlerler. Ağaoğlu, bir keresinde bir Fransız gazeteci ile söyleşi yapar. Gazetecinin partisinin yaşayıp yaşayamayacağına dair suali Ağaoğlu’nu sinirlendirir; ona Türkiye’nin idare şeklinin cumhuriyet olduğunu, bir cumhuriyette en az iki partinin bulunması gerektiğini ve “memleketin şefinin” de yeni partiyi istediğini belirterek sert bir cevap verir. Ama gazeteci bu cevapla tatmin olmaz, bunların bir partinin yaşaması için yeterli olmadığını söyleyince, bu kez Ağaoğlu ona “Daha ne istiyorsunuz?” diye sorar.
“Ben o kanaatteyim ki sizin bu fırka yaşayamayacaktır. Bir memlekette muhtelif fikirlerin ve muhtelif cereyanların yaşayabilmeleri için o memlekette adalet hissinin inkişaf etmiş olması lazımdır. Sizin memleketinizde ise böyle bir hissin varlığına inanamıyorum. Ben sokakta vatandaşınızın polis neferi tarafından dövüldüğünü ve buna karşı diğer vatandaşların seyirci kaldığını gördüm. Böyle bir memlekette iki fırka yan yana yaşayamaz.” (s. 54)
“Opposition of his Majesty”
Ağaoğlu’nun bir keresinde de İngiliz Sefiri Sir Clark ile bu meyanda bir sohbeti olur. Sefir, yeni partinin kuruluşunu tebrik eder ve Ağaoğlu’ndan partisinin yaşayıp yaşamayacağı hakkındaki görüşünü öğrenmek ister.
“Malumdur ki İngiltere’de muhalif fırkaya ‘opposition of his Majesty’ yani ‘Majeste Kralın Muhalif Fırkası” adı veriliyor. Ben de İngiliz Sefirine ‘Bizim partimiz de ‘opposition of his Majesty’dir’ dedim. Sefir gözlerimin içine dikkatle baktı, gülümsedi ve ‘Unutmayınız ki bizde bu müesseseler yedi yüz seneden beri mevcuttur’ diyerek uzaklaştı.” (s. 55)
Ağaoğlu, o esnada yabancıların bu değerlendirmelerini onların bizi çekememelerine ve Türkiye’nin sahici bir özgürlüğe doğru ilerlemesinden duydukları kıskançlığa bağlar. Ancak sonradan partisinin maruz kaldıklarını görünce, Avrupalıların bu uzak görüşlülüklerine hayranlığını ifade eder.
“Evet, adalet hissi olmayan, yani karşısındakinin haklarına hürmet etmeyi; onun fikirlerine ve hislerine tahammül etmeyi bilmeyen bir muhitte hürriyet, fırka vesaire gibi şeyler olamaz. Böyle muhitlerde her şey oyuna, hileye, karşılıklı ithamlara, iftiralara dökülür, nihayet bir taraf imha edilerek diğerine istediği gibi hareket etmek imkânı temin edilmiş olur.” (s. 55)
Yerel seçimler sona erer; Samsun haricinde her yerde baskı ve hile ile CHF’nin kazandığı ilan edilir. Ancak buna rağmen iktidar, SF’nin üzerine gitmekten geri durmaz. Çünkü muhalefetin en küçük bir gölgesi bile CHF’nin uykusunun kaçmasına yetmiştir. SF’ye verilen destek, halkın CHF’ye duyduğu öfke ve nefreti ortaya çıkarmıştır. İsmet Paşa korkmuş, Mustafa Kemal’i de korkutmuştur. Ordunun durumdan rahatsız olduğunu, SF’nin önü kesilmezse vaziyetin kötüleşeceğinin propagandasını yaparak ve yaptırarak, korkuyu hep canlı tutmuş ve büyütmüştür.
Rüzgârın sertleştiğini gören Fethi Bey, Mustafa Kemal ile görüşür. Mustafa Kemal, kendisine “SF’ye karşı vaziyet almağa ve sizinle mücadele etmeye mecburum” dediğinde Fethi Bey hayretler içinde kalır. “Aman Paşam! Bu nasıl bir şeydir? Ben sizinle nasıl mücadele ederim? Maksat bu muydu? Böyle bir şey hatır ve hayalimize gelmemişti!” diye şaşkınlığını dillendirirken Mustafa Kemal’in kendisini aldattığını, bir oyuna getirdiğini düşünür. Ağaoğlu’nun kanaati ise farklıdır.
“Ben hiçbir zaman onun bu kanaatine iştirak etmedim. Ben Gazi’nin bu işteki samimiyetine şimdi de kaniyim! Fakat bu samimiyet Gazi’ye mahsus bir samimiyetti. O öyle bir hürriyet gerdunesi (alayı) kurmak istedi ki dizginler elden kaçmasın. Fakat halkın gösterdiği ruhi halet ve karşı tarafın bu tezahürlere verdiği mana ürkütücü oldu. Gazi herkesten iyi biliyordu ki Halk Fırkasının belediye intihabında kazanması bir polis ve jandarma zaferinden başka bir şey değildi. Hakikatte Halk Fırkası her tarafta kaybetmiş, manen ezilmiş ve sarsılmıştı. Onu tutmak için devletin bütün kuvvetleri seferber hale getirilmişti. O yine biliyordu ki bu seferber hale getirilen kuvvetler dahi sırf disiplin prensibinden ileri gelen alışkanlıkla hareket ediyorlardı. Yoksa içten gelen bir iman, bir aşk yoktu.” (s. 78)
“Ah, şarkın bu riyakârlığı”
SF için artık yolun sonu görünmüştür. Parti yönetimi partinin feshine dair bir karar alır, Fethi ve Nuri Beyler, bu kararı Gazi’ye takdim etmek üzere Çankaya Köşkü’ne çıkarlar. Çankaya’da Gazi’nin huzurunda başta İsmet Paşa ve Kazım Paşa olmak üzere CHF’nin bütün büyük isimleri toplantı halindedir. SF’nin fesih metni satır satır incelenir, CHF’yi zora sokacak her cümleye şerh düşülür.
Mesela metindeki “Gazi’nin ısrar ve teşviki ve tasvibi ile kurulmuş olan Fırka” cümlesine İsmet Paşa karşı çıkar ve “ısrar, teşvik ve tasvip” tabirlerinin metinden çıkarılmasını ister. Fethi Bey ise “ısrar” edildiği bir hakikat olsa da bu kelimeyi çıkarabileceğini ama “teşvik ve tasvip” kelimelerine asla dokundurtmayacağını vurgular.
Keza İsmet Paşa, metindeki “bu şartlar dâhilinde memlekette ikinci bir fırkanın teşekkülü muhaldir” cümlesini de “Cumhuriyette fırka teşekkülü muhaldir demek, Cumhuriyetin olmadığını ilan etmektir” gerekçesiyle kabul etmez. Fethi Bey, kendine has alaycılığıyla “Ben ve arkadaşlarım bunu muhal addediyoruz. İtiraz edenler, buyursunlar, kendileri tecrübe etsinler” diyerek İsmet Paşa’nın bu itirazını boşa çıkarır.
Ağaoğlu, bu gerçeği kâğıt üzerinde saklama, olanı olmamış ve olmamışı da olmuş gibi gösterme çabasını, bu ülkenin en büyük sorunu olarak tanımlar:
“Ah! Şarkın bu riyakârlığı! Kelime altına saklanarak vehmi mevcut, hayali gerçek gibi göstermekten çekinmemek! Bu zavallı ülkenin bütün felaketlerinin kaynağı bu korkunç ruh hastalığındadır.
Bizde Cumhuriyetten en ufak bir belirti bile yoktur. Bizdeki rejim tam manası ile en şiddetli bir diktatörlüktür ve bunu hepsi biliyor! Fakat buna rağmen herkes hürriyetten, cumhuriyetten bahsediyor, herkes serbest cumhuriyet olduğunu söylüyor, iddia ediyor!
Karşılıklı bir aldatmadır ki memleketin bir ucundan diğer ucuna kadar devam edip gidiyor!” (s. 92)
Nihayetinde 8 Ağustos 1930’da kurulan SF, doksan dokuz gün sonra, 17 Kasım 1930’da tarihe gömülür. Başta eşi olmak üzere yakınlarının uyarısına karşın naif düşüncelerle bu maceraya atılan Ağaoğlu, yüz günü bile bulmayan bu SF tecrübesinin “çok vurgunlar yemiş fakat hiçbir dakika yeis ve ümitsizliğe kapılmamış maneviyatı için en ağır ve çekilmez bir acı” olduğunu yazar. Onun bu denli yıkıcı bir acıya gark olmasının nedeni, partisinin dağılmış olması değildir, partisinin kapatılmasının ertesinde rast geldiği “ahlak düşüklüğüdür.”
“Daha beş sene evvel dinin unutulduğundan, Arap harflerinin kalktığından, hilafetin lağvından, peçelerin kaldırılmasından acı acı şikayet eden hocalar gördüm ki bu kerre bizi bütün bunları geri getirmek fikriyle itham ediyorlar.
Hürriyetsizlikten, cebir ve tahakkümden, suiistimallerden, murakabesizlikten ağızlar dolusu söz söyleyen münevverler gördüm ki bu kerre hürriyetin zararlarından, Yeni Fırkanın memleketi uçuruma götürdüğünden hararetle bahsediyorlardı.
Liberalliği ile şöhret kazanmış edipler gördüm ki, faşizmin ideal bir idare şekli olduğunu ispata koyuldular…
Evvelce göğsüne vurarak ‘tek başıma muhalefete devam edeceğim’ diye kahramanlık gösterenler, Fırkanın dağılmasından bir gün sonra Gazi’den çeşitli maddi ve manevi teselliler almak şerefine nail oluyorlar. Bunlardan bir kısmı banka idare meclis azalıklarına tayin ediliyorlar, ‘kızlarının düğünleri’, ‘çocuklarının hastalıkları’ münasebetiyle büyük ikramlara nail oluyorlar, kalanları ise, bir ikisi dışında, nedamet göstererek sığınıyor ve yine mebus yapılıyorlar.
Bu ne hayret verici bir komedya idi!” (s. 93-94)
Benzerlikler çarpıcı, sanki bugünleri anlatıyor Ağaoğlu.
Anlaşılan o ki, onun müşteki olduğu “hayret verici komedya” her dönemde yeni bir sürümü ile sahneye konuyor.
* Ahmet Ağaoğlu, Serbest Fırka Hatıraları, Baha Matbaası, İstanbul, 1969.
Perspektif, 08.05.2022