Ana SayfaGÜNÜN YAZILARISevimli bedbin aranıyor

Sevimli bedbin aranıyor

Bu kez çözüme DEM, CHP ve MHP seçmeninden itiraz gelmeyecek gibi. Zaten uzun zamandır halk ne der diye bir endişeye artık Türkiye siyasetinde yer yok. Totaliterleşmenin bu tuhaf getirisi bu yeni çözüm ihtimaline faydalı bile olabilir. Dış mihraklara gelince; Amerikalılar ve Avrupalılar Türkiye’nin çözüm yönünde atacağı bir adıma engel olmadılar. İran için de çözümün bir götürüsü yok. Suriye’yi de bu rahatlatır. Çok ısrarla bir engel ararsınız, en büyük engel; 100 yıldır beslenip büyütülmüş önyargılar, yersiz korkular, garip paranoyalar ve bütün bunların evrimleşip pür bir Kürt nefretine dönüştüğü baya semirmiş bir ırkçılık ve depresyon kaynaklı bir karamsarlık.

Bu işten hayır kalmadı,” der, “artık hiçbir tarafından tutulamaz. Bundan sonra ne hürriyet, ne refah, ne istiklal! Beşeriyeti bekliyen esaret ve sefalettir!” Davasını büyük bir talakatle, heyecanla, kederle izah eder; adeta inandırır. İnandıramadıysa bile, muhakkak ma­neviyatınızı sarsmıştır. Başlarsınız dertli dertli düşünmeğe, etrafı karanlık, ümitsiz görmeğe… Ona gelince, bunları sa­yıp zehrini yüreğinize döktükten sonra sizden ayrıldı mı, afiyetle, iştahla rakısını çeker, yemeğini yer, piposunu dol­durup radyoda hafif şarkılar dinler, nihayet yatağına girer, dudağında memnunlara, toklara, işi tıkırında gidenlere has bir yumuşak, lezzetli tebessümle, iradını, akarını düşüne dü­şüne rahat bir uykuya dalar!

Refik Halit Karay’in 80 yıl önce söz ettiği bu ‘sevimli pesimist’in şu ara ne Türkiye’de ne dünyada esamesi okunmuyor, şimdinin bedbini kendi karamsarlığını başkalarına da bulaştırıp yükünü hafifletmek derdinde.

Aslında şuan yeryüzünde yaşayan insanoğulları, beşeri tarihin en fazla sevgi görmüş nesilleri. Hatta şuan ki çocuk nesli açık ara insanlığımızın en fazla sevgiye boğduğu küçükler. Şu an en hassas en duyarlı, en feminist en az ırkçı çağımızdayız, öyle anlatıldığı gibi vahşi en zıvanadan çıkmış potansiyel katiller filan olmadık henüz.

Buraya kadar her şey gayet iyi yolunda gibi görünse de maalesef en karamsar ve hüzünlü nesiller de şu ankiler. Narin Güran cinayetinde Güran ailesinin Türk medyasının kurbanı olduğuna inanan bir kaç kişiden biri olan bir psikolog arkadaşım yakında bu toplumsal histeriyle ilgili meseleyi psikososyal açıdan ele alacak bir makale yazacağını söylediğinde ona bu sözünü ettiğimiz depresyon kaynaklı karamsarlığa dair şu paragrafı yazdım:

“Şuna inanıyorum ki ; bu kadar fazla insanın iştirak ettiği bir kollektif kötülük senaryosunun gerçekliğine inanmayı bırak, inanmaya meyil etmenin bile çok ağır bir depresyon olduğuna. Yani obsesif şekilde kendini buna inandırmaya çalışmak bana hayatın her şeye rağmen güzel olduğu yahut bu dünyada iyi insanların da olduğu ihtimallerine karşı bir saldırganlık gibi görünüyor. Depresif zihnin alıştığı bu karanlık konforun saldırganlığı da bir çeşit özsavunma gibi. Güzelliğin, iyiliğin ihtimalinden bile ürperen bir ruh. Bir şey yapmalı diyen duyulmayan ama derinden fısıldanan sorumluluk davetine tüyleri diken diken olan bir ruh.”

Yukarıda sözünü ettiğim depresyon, Türkiye’de son 10 yıldır artarak devam ediyor. Dünyada da durum benzer ama dünyadaki bunalım daha çok dijitalleşmenin getirdiği bir çeşit tatmin sorunu yaşayan insanlarla ilgili ve çok daha hafif seyreden cinsinden.

Taa yıllar evvel Fransız filozof Jean Baudrillard’ın “Ne estetik ne cinsel bir inancımız var ama hala bunlara sahip olmayı öğreniyoruz ve gerçek bir felaket olmayacak çünkü sanal felaket koşullarında yaşıyoruz. Hızla çoğalan aşırı şişen ama doğuramayan bir dünyanın bulantısı bu, doğuramamak” diye eşsiz şekilde tasvir ettiği bu tatminsizliğe Türkiye’de sefalet, adalet, cehalet, Kürt sorunu, can çekişen amorf bir muhafazakarlık, çarpık bir sekülerlik, kirli Türk medyası gibi envai çeşit sorun eklenince dünyanın en mutsuz ülkesi manzarası zuhur ediyor.

Mahir Türk medyası basit bir köy cinayetini bile içinden çıkılmaz bir hale getirdi ve pasif depresif yığınlara bir mülayim papağanı gibi besler gibi yalan ve kötücül haberleri teker teker vererek ekmeğini bu depresyondan çıkarmayı bildi.

Esas kötülük devam eden ülkenin canını kanını emen 40 yıllık bir savaştaydı ama elbette bu medyanın ne görevi ne derdi hiçbir zaman bu savaşın ülkeyi çürüten kemiren taraflarını sorgulamak olmadı.

Bilakis memleketi 12 Eylül darbecilerinin hayal ettiğinden bile daha geri ve aptal bir hale getirdiler. Tek becerisi savunmasız insanları kışkırtmak ve kızdırmak olan bu düzeysiz medyanın olduğu bu ülkede şimdilerde 200 yıllık devasa bir soruna dair yeni ümitvâr günler yaşanıyor.

Son 10 yıl dedik, bundan yaklaşık 9,5 yıl önce 24 temmuz 2015 günü Türkiye’ye ait savaş uçakları Suriye ve Irak’ta bazı kampları bombaladılar. 70 civarı uçağın katıldığı bu bombardıman adına Çözüm Süreci denen bir kaç yıllık sükunetin bitiği geceydi.

O gün PKK’nin az ve öz konuşan lideri Murat Karayılan çıkıp bunun AKP’nin kendi tarihinde yaptığı en büyük hata olduğunu ve artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını söyledi. Devlet kanadından da Ahmet Davutoğlu benzer açıklamalar yaptı ve devletin kudretinden, ezip geçmekten filan söz etti. Ve sahiden her ikisinin de dediği oldu hem devletin kudretini gördük hem de Karayılan’ın dediği gibi hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığını. 


Binlerce insan öldü bazı şehirler tamamen yok oldu. ( Şırnak merkez yeniden kuruldu) , Binlerce yıllık tarihi Sur’un üçte biri yok edildi. Afrin’deki ihtiyar zeytin ağacından Cizre sokaklarında açlıktan kırılan kedilere kadar her şey nasiplendi bu vahşet dolu 10 yıldan ve hala nasipleniyor.


Ekonomik olarak Türkiye çöküşün eşiğine geldi. Yolsuzluklar patladı, mafyalar hortladı. “Nepotizm”, “liyakat” gibi ahali yeni Latince, Arapça kelimeler öğrenmeye başladı.

Üstelik 24 temmuz 2015 gecesi öylesine uğursuz bir dönemin kapısı açıldı ki sadece beşeri değil tuhaf şekilde tabii felaketlerin de ardı arkası kesilmedi.


Türkiye tarihinin en büyük sel felaketleri, öbek öbek insanları yutan ürpertici çığlar , aralarında 8 saatlik yol bulunan Adana ve Diyarbakır’da aynı saniyelerde insanların can verdiği en büyük deprem faciası, benzeri görülmemiş orman yangınları…

Her yönüyle lanetli bir 10 yıl.

Tanrı var mı bilmiyoruz ya da tanrılar birbirimizi öldürmeye başladığımız için bizi cezalandırdılar dersek doğrusu bu çağda inanacak pek kimse de bulamayız. 

2002-2015 dönemi ise Türkiye tarihinin açık ara en parlak en hür, en müreffeh en huzurlu yıllarıydı. Ucuz 90 ya da 80 nostaljisi gibi çürük de değil sahiden her açıdan ispat edilebilecek bir refah ve saadet vardı.

Bugün “22 yıldır Tayyip Erdoğan diktasında inim inim inleyen ülke” diyetek yapılan Türkiye tanımı hoşa gitse de gerçekte bu çile 9,5 yıllık bir ömre sahip.

Çoğu insanın dili varmıyor demeye ama hayatımızın en güzel yıllarında yine Tayyip Erdoğan tarafından yönetiliyorduk. Tayyip Erdoğan’ı seven ya da sevmeyen neredeyse herkesin nasiplendiği, büyük İstanbul sermayesinin bile servetine servet kattığı bu periyoda yapılan nankörlüğün bedeli belki de bu kadar tersi yönde bir feci çöküş oldu.

Şimdilerde her ne niyetle olursa olsun yeniden iyi şeylere dair dedikodular başladı. “İmralı Kandil’le görüştü” gibi teknik açıdan imkansız haberler asılsız gibi görünse de ihtimali bile ağzımızı sulandıran bir barış söylentisi dolaşıyor. Bu meselenin taraflarından PKK’den talep edebileceğimiz tek şey; şartsız acil bir ateşkes. Böyle bir adım, temeli derinliği olmayan sadece basit bir kaç jestten ibaretse bile bu süreci hatta bu hafta yaşananların hepsini gerçek bir projeye dönüştürecek, ete kemiğe büründürecek bir adım haline gelebilir.

İşin karmaşık cenahı bu defa devlet gibi görünüyor. Evvela ortada kirli Türk medyası tarafından çok ciddi şekilde manipülasyonlarla şeytanlaştırılan ikinci çözüm süreci var.

(Unutanlar için birinci Çözüm Süreci, 2009 yılındaki Habur kapısı, ikincisi 2013 yılında Öcalan’nın mektubuyla ve olursa bu üçüncüsü olacak) bu pespaye medyanın en büyük manipülasyonlarından biri PKK’nin çözüm süreci boyunca yolları mayınladığı yalanıydı.

Türkiye’nin doğusunda özellikle kar yağışlarından ötürü yollar her kış kar küreyen buldozerlerden  ötürü  yollar bozuluyor ve haliyle yazın her yerde olduğu gibi asfaltlama çalışmaları yapılıyor. İşte süreç bozulduktan aylar sonra böyle bir yolda patlayan bir mayını “yıllar evvel döşediler, HDP’li belediye de asfaltladı” gibi asılsız haberler yaptılar.

Oysa yolları asfaltlama çalışmalarını Karayolları yapıyordu. HDP’li belediye ve örgütün kirli bir işbirliği yoktu zaten böyle bir suçlama da hiç olmadı ne mahkemelerde soruldu ne de bir soruşturmaya konu oldu.

Rezil medyanın diğer büyük manipülasyonu da hendeklerle ilgili olanıydı. “Çözüm Süreci’nde hendekler kazıldı, şehirler bombalarla dolduruldu” yalanın da aslı astarı yok.

Şehir savaşları çözüm süreci bittikten çok sonra neredeyse 6 ay sonra başladı. Hatta Sur’da çatışmalar bittiğinde tarih 2016’nın mart ayı idi.

Yani çözüm süreci boyunca kazılmış bir hendek, doldurulmuş bir cephane ve süreç biter bitmez başlamış bir savaş yoktu .

Sur ,Cizre, Nusaybin, Silvan, Varto, Yüksekova, Şırnak, İdil, Şemdinli, Dargeçit, Silopi’de yaşanan yıkımın insan ölümlerinin sebebi Çözüm Süreci değil bilakis Çözüm Süreci’nin bitmesiydi.

Bu üçüncü Çözüm Süreci girişimlerinin önündeki şuan en ciddi engel hala bu kirli medya yapısı.

80 yıl önce Atamız’ın evine bomba atmışlar diye milleti galeyana getiren, Rumları ve Yahudileri linç ettiren, bugünlerde “kızcağızı öldürüp bütün köy susuyorlar” diyen, dün “asfalta HDP belediyesi bomba döşemiş” diye haber yapan bu istikrarlı rezalet Türkiye’de yeşerebilecek herhangi bir çiçeğe bitkiye hemen konup onu yiyip tüketecek bir zararlı böcek gibi.

Bu böceği zapturapt altına almak da hiç kolay değil. Öyle Saray’da bir kaç yemeğe davetle filan aklı selime, barışa, refaha, hürriyete ikna edebileceğiniz bir tür değil.

Bir de buna şimdi pervasız bir sosyal medya kullanımı eklendi. Seçim sonuçlarından sonra “aa aslında bişey değillermiş canım” denilen ve tesirleri kırılmış gibi görünse de yavaş yavaş tekrar gemi azıya alan bu ırkçı toksik dalganın Türkiye siyaseti üzerindeki etkisi hala muazzam.

Sözünü ettiğimiz refah yıllarının kadirşinas AKP seçmenin verdiği oylar sayesinde içişleri bakanlığı koltuğuna oturan mirasyedi biri bile bu dalgayı memnun etmek için hukuktan vazgeçtiğini gurula X’te yazıp likeları kapıyor.

Kendisini likelayanların hiçbir zaman kendisine oy vermediğini vermeyeceğini bile bile bu paylaşımlardan muradı nedir bunu psikologlara bırakalım.

Mürrefeh yılların mimarlarından Ali Babacan’ı bugünlerde hain gibi gören naif AKP seçmeni, o bereketli yılların hukukaa saygıdan, AB yanlısı politikalardan geldiğini bilmese de o bolluğu alnı secde görmüş devlet yöneticisinin kerametinde bulan bu insanların çözüme ikna edilmeye en kolay seçmen grubu olması hala büyük şans.

DEM, yeni CHP ve MHP seçmeninden öyle bir itiraz gelmeyecek gibi. Zaten uzun zamandır halk ne der diye bir endişeye artık Türkiye siyasetinde yer yok. Totaliterleşmenin bu tuhaf getirisi bu yeni çözüm ihtimaline faydalı bile olabilir. 

Dış mihraklara gelince, Amerikalılar ve Avrupalılar hiçbir zaman Türkiye’nin çözüm yönünde atacağı bir adıma engel olmadılar tam aksine Türkiye’nin barış içinde olması onlar için büyük konfor. Çünkü kendi kamuoyları ve medyaları tarafından sürekli anti-demokratik bir ülkeyi Kürtlere karşı desteklemekle suçlandılar ve hep bunun mahcubiyetini yaşadılar .

Sadece son 10 yılda bir milyon Kürt-Türk göçmen Avrupa’ya geldi bu da işin başka yönü . Ortadoğu için de vaziyet pek farklı değil. İran için Türkiye’nin PKK’yi bahane edip Suriye ve Irak’ta işgal geliştirmesi hiçbir zaman iyi birşey olmadı ve buna hep karşı oldular, İran için de çözümün bir götürüsü yok.

Irak zaten hem su sorunu hem işgale uğrayan aciz ülke durumundan kurtulma çabasından müzakerenin m’sin den bile memnun olur halde, keza Suriye de Türkiye ile konuşmanın şartını bile Türkiye’nin YPG bahanesiyle girdiği yerlerden çıkmasına bağlamış durumda iken onların da bir hayli rahatlayacağını dolasıyla Rusların da bu işe sıcak bakacağını görebiliriz.

Evet gördüğünüz üzere dünyayı karış karış dolaştık kötülüğümüzü isteyen kimseyi bulamadık kavgamızdan rant devşiren şeytani kimseye rast gelemedik.

Hiç mi bir şer odağı yok daha uzaklara baksak Çin’e Maçin’e filan uğrasak bir şey bulsak da ferahlasak derseniz onlar da Türkiye’nin sağlam bir ticaret güzergahı olmasını tercih ederler, akıllı tacirler gibi evvela emniyet ve huzur isterler. Hülasa yok .

Var aslında, çok ısrarcı olursanız büyük engeller var. 100 yıldır beslenip büyütülmüş önyargılar, yersiz korkular, garip paranoyalar ve artık sön dönemlerde bütün bunların evrimleşip pür bir Kürt nefretine dönüştüğü baya semirmiş bir ırkçılık var.

Kürtlerin Türkiye’ye 90’lı yıllarda Özal tarafından getirildiğini zanneden insanı dumura uğratan bir cehalet var üstelik bu cehalet Bayburt’un dağ köyünde duyduğunu bilen gariban bir köylünün değil elindeki telefonla bilgiye sınırsız erişimi olan fakat zihni iğdiş edilmiş veletlerin cehaleti.

Ve bu cehaletin kıymete bindiği ,bunun beğenisine haiz olmanın saçı sakalı ağarmış koca koca bakanlar tarafından mühim bir şey sanıldığı bir ülke var artık. 


Türkiye demokrasi denen kıyıdan uzaklaşan kaybolmuş bir gemi artık. İçindeki aklı selim tayfanın çoktan firar ettiği bir gemi. Ufuklarda görünen kara karaltılarının da çoktan kaybolduğu bir denizin ortasında dolanan bir gemi. Dönelim diyenlerin mahzene tıkıldığı, ambarındaki erzakın tükenmeye başladığı bir gemi.

Akıbeti şimdilik meçhul fakat acaba batmadan dönsek mi diye bir şüphe esmeye başladı

Bütün bu havanın neden estiği umurumda da değil pek, isterse hükümetin Netanyahu bize saldırıp ikinci İsrail’i kuracak gibi deli saçması korkusu olsun, isterse Tayyip Erdoğan’ın anayasayı değiştirip yeniden başkan olmanın yollarını deniyor olması olsun, yahut da daha kötü niyetler olsun. Bir defa konuşulmaya başlandığında hiç kimsenin konuşmanın nereye evrileceğini belirlemeyeceğini ve hiç kimsenin bir müzakerenin ve sürecin etrafına kötü niyetinden çitler öremeyeceğini bildiğimden umarım her ne ise şu şey derhal başlar diye ümit ediyorum.

Bir şapşal nikbinlik sarmış her yanımı onu bastırıp aptal görünmemeye çalışsam da şu ölümlerin durduğu, Selahattin Demirtaş, Osman Kavala gibi ikinci çözüm sürecinin akamete uğramasının bedelini ödeyen binlerce kişinin bu kış yılbaşı gecesinde kendi sevdikleriyle oldukları mesud aile fotoğrafları gözümün önünde belirince, herşeye değer diyorum, umarım bu defa olur diyorum.

- Advertisment -