Geçtiğimiz günlerde uluslararası öğrencileri hedef alan bir odak tarafından medya üzerinden bir trol saldırısı başlatıldı. Karabük Üniversitesinde “Afrikalı bir öğrenciden hastalık kapanlar” gibi bir “mesele” üzerinden, pek çoğunun önceden hazırlandığı anlaşılan resim ve videolarla, aynı mesaj farklı biçimlerde tekrarlanarak bir anda sosyal medya gündeminin üst sıralarına taşındı. Ve üstünden saatler geçmeden uluslararası öğrencilere yönelik sataşmalar başladı.
Öncelikle bir tespit yapmak gerek: Bu tür medya saldırıları başladığında o nefret seline başka ayrımcı veya ırkçıların da katılması, odağı kaybettirmemeli; bunun kolektif biçimde hareket eden bir sosyal medya şebekesi tarafından başlatılıp, esas olarak onlar tarafından sürdürüldüğünü görmeyi engellememeli.
Görünen o ki, mülteci meselesinde, ülkeden ayrılmak durumunda bırakılan Arap turistler ve yatırımcılar meselesinde yaşananlar şimdi de uluslararası öğrenciler üzerinden yaşatılmak isteniyor. Bu kez de uluslararası öğrenciler HIV, uyuşturucu ve seks ile zihinlere kodlanarak hedef haline getirilmek isteniyor. Siyahlara karşı ırkçı tepki fanatik holigan grupların da katılımıyla şiddete dönüştürülmeye çalışılıyor.
Pek çok suçun işlenmesinin yollarını döşeyen olağanüstü sinsi ve zalimane bir örgütlü kötülükle karşı karşıyayız. Suriyelilere ve Afganistanlılara yönelik ayrımcı ve ırkçı dezenformasyon ve onu takip eden saldırıların bir önceki aşamasına çok benzer bir ortam, bugünlerde uluslararası öğrencilerle ilgili oluşturuluyor.
Türkiye’nin yumuşak karnı
Sosyal medyanın Türkiye’nin yumuşak karnı olduğunu epeydir fark eden ve uzan zamandır zehir saçan odakların bunu sadece ırkçı veya ayrımcı oldukları veya hükümeti yıpratma adına bütün bir ülkeye zarar vermeyi göze aldıkları için mi yaptıkları yoksa başka devletler adına Türkiye’nin önünü kesip ona zarar verecek operasyon mu yürüttükleri tartışılsa da sonuçta verdikleri muazzam zarar tartışılmayacak ölçüde açık.
Eğer Türkiye bu kötülüğe de teslim olursa, kaybettiği sadece uluslararası öğrencilerle gelen yıllık 3 milyar dolardan ibaret olmayacak. İnsani, ahlaki, kültürel, bölgesel ve diplomatik bakımlardan ise Türkiye’nin kayıpları rakamsallaştırılabilir olanın çok ötesine geçecek.
Bir sorun nasıl yoktan var edilir?
Uluslararası öğrencileri ülkeye kazandırmak için dünyanın dört bir yanına gidip ailelerle ve çeşitli devletlerin yetkilileriyle görüşüp onları ikna eden insanların yıllar boyuna verdikleri emeklerin bir anda berhava edilmesi için geçtiğimiz Cuma günü ilk darbe vuruldu.
Bu darbe, olmayan bir sorunun nasıl üretilebileceğini, “uluslararası öğrenciler”den bir “uluslararası öğrenciler sorunu”nun nasıl türetilebileceğini ve “kara,” “marsık,” “zenci,” “hastalıklı” gibi nitelemelerle siyah öğrencilerin varoluşlarının nasıl sorunlaştırılabileceğini gösterdi. Cuma itibarıyla yüzbinlerce zihne bunun ilk tohumları atıldı. Cinsellikle örülmüş bir dille yeniden tanımlanan siyahlık, sadece onları yazanların hastalıklı fantezilerinden ibaret midir tartışılabilir ama bunun uluslararası öğrencileri bir sürü suça eğilimli veya kriminal unsurun hedefi haline getireceği tartışılmaz.
Sabotaj yapan odak ilk aşamada başarılı
Bunu gerçekleştiren odak açısından ilk aşamada açık bir başarıdan söz edebiliriz. Ve bu ilk aşamayı başarıyla geçtikten sonra kendiliklerinden durmalarını beklemek saflık olur. Eğer önlem alınmazsa gerisinin de geleceğini başka meselelerde defalarca yaşayarak gördük. Eğer yarım yamalak bir önlem alınırsa bunun hiç işe yaramayacağını ve bir sonraki darbenin daha etkili olacağını öngörmek mümkün.
Ama bundan ibaret değil.
Bu olduğunda, onlar sessizce geri çekilirken bu kez de onlarla görev bölüşümü yapmışçasına Türkiye’de her olumsuzluğu anında bölge ülkelerine onların dillerinde aktaran başka bir medya devreye girecek ve onlar da “Türkiye’ye öğrenci göndermeyin” propagandası yapacak. Ve bunu yaparken de ellerinde bol miktarda malzeme olacak.
Tıpkı bir makasın birbirini tamamlayan iki bıçağından ikincisinin işlevinde olduğu gibi. Arap turistlere, mültecilere ve yatırımcılara da aynısı yapıldı. O zaman buna izin verilmemiş olsaydı, hukukun gerekleri uygulanmış olsaydı, bugün birileri aynı işe kalkışmazdı.
Kaybedeceklerimiz hakkında kısa bir bilgi
Günümüz dünyasında uluslararası öğrenciler ülkeler için maddi ve kültürel anlamda devasa bir zenginlik kaynağını temsil ediyor.
Öncelikle uluslararası öğrencilerle üniversite nosyonuna içkin olan evrenselliğin en temel gereklerinden biri gerçekleşmiş oluyor ve başka hiçbir katkısından söz edilmese bile tek başına bu yeterli.
İktisadi açıdan ele aldığımızda ise ülkeler için devasa bir ekonomik kaynaktan söz ediyoruz. Prof. Dr. Talip Küçükcan, küresel yükseköğretim ekonomisinin 370 milyar dolarlık bir büyüklüğe sahip olduğunu vurguluyor. ABD 1 milyon uluslararası öğrenciden 40 milyar dolardan fazla kazanıyor. İngiltere 600.000 öğrenciden 25 milyar sterlin kazanıyor. UDEF Raporu, sadece bu ülkelerin değil, Kıbrıs ve Malta gibi ülkelerin ekonomilerine de bu yoldan önemli bir gelir sağlandığından söz ediyor.
Uluslararası öğrenciler ülkeler arasındaki ilişkilerin gelişmesine, kamu diplomasisine ve çok boyutlu karşılıklı yarar sağlayan iletişim ağlarının kurulmasına da önemli katkı sağlıyorlar.
Türkiye 300.000 uluslararası öğrenciyle, bu konuda gecikmeli de olsa yerini almaya çalışıyor. Ama son yaşadıklarımız da açıkça gösteriyor ki, Türkiye’nin bu alanda aşması gereken engeller sadece küresel rekabetin görünen güçlüklerinden ibaret değil.
Ülkenin iktisadi bakımdan sıkıntılı olduğu bir zamanında Türkiye’yi terk eden veya yatırımdan vazgeçip başka ülkelere gidenlerle beraber kayıpların kaç milyar dolar olduğuna dair rakamlar farklılık arz etse de hepsi de ağır bir ekonomik maliyete işaret ediyor. Ama ekonomik olmayan maliyetinin, yani insani, kültürel maliyetiyle Türkiye’nin bölgesel ve küresel konumu ve hedefleri açısından kaybettiklerinin daha katlanılabilir olduğunu düşünmemek gerek. Sonuçları bakımından bu saldırı ve suça davet kampanyalarının Türkiye’nin önünü kesip ona nasıl bir zarar vereceğini görmemek imkânsız.
Henüz vakit varken
Yapılması gereken, bu kötülüğe teslim olmadan hukukun gereğini yapmak ve suçu önlemekten, ayrımcılık yasağını etkili biçimde uygulamaktan başkası değil. Hukuk ve devlet, ailelerinin güvenerek Türkiye’ye gönderdiği öğrencileri korumalı ve üniversitelerin bu karanlık odaklar tarafından av sahası haline getirilmeye çalışılmasına izin vermemeli.
Eğer hukuk gereğini yapmazsa, bu konuda adım adım şiddete ve sonuçta Türkiye’nin ekonomik ve stratejik hedefleri için onlarca yılda sağlanan kazanımların aynı operasyon şebekesi tarafından sabote edilmesine izin verirse, gencecik çocukların derilerinin renginden dolayı aşağılanmasına, hedef gösterilmesine ve şiddete maruz bırakılmasına seyirci kalınırsa, bu çocuklara da ülkeye de yazık olur; bunun altından hiçbirimiz kalkamayız.