Ana SayfaGÜNÜN YAZILARISolun İslamı, sağın devrimciliği

Solun İslamı, sağın devrimciliği

İslam sağcı değildir, öyle olsun. Ama hangi İslam? 6. yüzyıldaki İslam mı? 13. yüzyıldaki İslam mı? İhsan Eliaçık’ın savunduğu İslam mı? Ebubekir Sifil’in savunduğu İslam mı? Yoksa İslamın zaman ötesinde evrensel olduğunu mu kabul ediyoruz? Yoksa İslam solcu mudur? ‘İslam sağcı değildir’ önermesi en fazla alçak hasır taburelere çöküp bir oturuşta aç karnına yedi bardak çay içen hevesli entelektüeller arasında lafı edilince biraz etki uyandırır. Bugünün sağ siyaseti halktan kopuk değildir. Türkiye’deki sol ise nafakasını, hayat tarzı nedeniyle kendisine mahkum olduğunu düşündüğü orta sınıf kentlilerden topluyor. Biraz Kemalizmden biraz 70’lerin sosyal mücadele kalıntılarından toparlanmış “tartışılması teklif dahi edilemez” bir değerler silsilesinin ‘andımız’ metni gibi ezberlenmesini bekliyor.

Soner Yalçın geçtiğimiz günlerde “solun sağcılaşması” üstüne “epistemik cemaat” tartışması başlatan bir yazı yazmış. İdris Küçükömer’in adını anmaya bile gönül indirmemiş. Gerçi tezini Türkiye toplumundan çok “İslam” üstüne kurmaya çalışıyor. “İslam sağcı değildir.” diyor.

“Büyük devrimci Hz. Muhammet ‘sağcı’ olabilir mi?” türü suyu çıkmış anakronik önermelerle fikrini desteklemiş. Yeri gelmişken, İslam peygamberinin büyük bir örgütçü olduğu düşüncesi 70 kuşağının solcularında yaygın bir sohbet konusuydu.

Yanlış da değildir. Dinlerin doğuşu yerleşik toplum düzeninden kopuşa işaret ettiği için bu önerme hemen hemen bütün peygamberler ya da mezhep kurucuları için de az çok geçerlidir. Erken İslam tarihi bu anlamda nefis bir örnektir.

Sosyal mücadele imkanı sunmayan herhangi bir tarihsel hareketin ilerleme getirmesi düşünülemez. Ama buna bakılarak peygamberlerin sağcı ya da solcu olduklarını söylemek… Bu terimler günümüzün siyasi iklimini açıklamak üzere türetilmiştir. Modernlik öncesinden tarihsel bir kişiyi seçip ‘sağcı’ ya da ‘solcu’ diye etiketlemek en fazla kendi vehmimiz olabilir, ya da Şeyh Bedrettin Destanı’nda olduğu gibi şiirsel bir kurmaca…

İslam sağcı değildir, öyle olsun. Ama hangi İslam? 6. YY’daki İslam mı? 13. YY’daki İslam mı? İhsan Eliaçık’ın savunduğu İslam mı? Ebubekir Sifil’in savunduğu İslam mı? Yoksa İslamın zaman ötesinde evrensel olduğunu mu kabul ediyoruz? Yoksa İslam solcu mudur?

Çünkü eğer ‘sol’ düşünceyle ilgili bildiğim bir şey varsa kurumları ve olguları maddi tarihsel gerçekleri üstünden açıklama ilkesine bağlı olmasıdır. Gerçi buna bile gerek yok. Sorunun anlamsızlığı ortada. ‘Matematik solcu mudur?’ gibi kolayca abese indirgenebilecek çürük bir retorik ifade.

Soru belki modern bir ideoloji olan İslamcılık açısından değerlendirilebilir.

İslamcılığın – en azından benim tanık olduğum dönemde – kendini sağcılık olarak tanımlamaktan kaçındığını söyleyebilirim. Hatta 90’larda genç İslamcılar arasından birinden ‘sağcı’ diye söz etmek hakaret değilse hafife alma kabilindendi. Şimdilerde İslamcı mahallede sağcılığı sahiplenme eğilimi olup olmadığını bilmiyorum. Bununla birlikte ‘Yeni Sol’ fikirlere en az Soner Yalçın kadar uzak olduklarını tahmin ediyorum.

Bana göre bir ideolojiye mensup olmanın belirleyici çizgileri vardır. Sözgelimi Filistin meselesi bir İslamcı için koyu kırmızı çizgidir. Bu konuda en küçük tavizi hoşgören bir entelektüel İslamcı sayılamaz. Filistin meselesindeki duyarlılığı bir insanı İslamcı saymaya yetmez elbette, ama bu duyarlılıkta biraz gevşek olması İslamcı olmadığını göstermeye kafidir.

Aynı şekilde bir insanı komünist saymak için bence örgütlü sosyal mücadelede olması esastır. Marx’ın düşüncelerini, bilimsel sosyalizmi ve diyalektik materyalizmi savunan bir insan Marksist sayılabilir, ama hiçbir örgütlülüğü yoksa, kendi anlayışı ölçüsünde dünyayı değiştirmek için sosyal mücadeleye girişmemişse o kişiyi komünist olarak görmem zor.

Solculuk ya da sağcılığa gelince… Haliyle bu terimler oldukça yüzeysel, ama yüzeysel olan her şey gibi yaygınlar ve halk arasında benimsendikleri basit ama değişmesi zor anlamları var. ‘İslam sağcı değildir’ önermesi en fazla alçak hasır taburelere çöküp bir oturuşta aç karnına yedi bardak çay içen hevesli entelektüeller arasında lafı edilince biraz etki uyandırır. Bunun bir de ‘Atatürk solcu muydu?’ varyasyonu var. En azından anakronik değil, ve abese indirgenemeyecek bir soru. Sahi solcu muydu?

En sık düşülen yanlışlardan biri sağcılığın ya da sağcı saydığımız ideolojilerin halkın çıkarlarını bir egemen sınıf adına hiçe saydığı fikridir. Bugün aşırı sağ olarak nitelendirdiğimiz İtalyan faşizmi büyük bir halk hareketi olarak doğmuştur. Hitler’i iktidarda tutan da savaş yıllarına kadar Alman halkının hayat kalitesini yükselten kalkınma başarısıdır. Biz bu ideolojileri kalkınmada yetersiz kaldıkları ya da işçi sınıfının refah düzeyini sağlayamadıkları için eleştirmiyoruz. Aksine bu anlamda Sovyet Rusya’dan daha başarılı oldular. Faşistleri, insanları gaddarca katlettikleri, soykırımlar ve savaşlar ürettikleri için lanetliyoruz.

Bugünün sağ siyaseti de halktan kopuk değildir. Halkın beklentilerini doğru okuması ve karşılığını vermek için pragmatik stratejiler üretmesi sağ partileri iyi işleyen siyasi makinelere dönüştürebilir ama buna bakarak solculaştıklarını söyleyemeyiz. Hakça bir tutum izledikleri sürece de bunda bana kalırsa büyük bir sakınca yoktur. Ama bu stratejilere bakarak bu partileri ya da uygulamalarını ‘sol’ saymak bence kavram kargaşası olur.

Sağ siyaset özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasından beri bir refah siyasetidir. Refah üretmeyi başaramasa bile bunu hedefler, bunun üstüne konuşur. Refah siyaseti sömürge kaynakları sayesinde neo-liberal kapitalist anlayış açısından son derece verimli olmuştur. Serbest piyasa temelinde yaratılan devasa üretim ve tüketim döngüsü hem geniş kitlelerin refah anlayışını tatmin eder, konforunu yükseltir, hem de egemenleri çok daha zenginleştirir. Elbette bedel ödeneceği zaman tahsilat alt sınıflardan başlar.

Yeni Sol ise sınıf çatışmasından çok; kimlik siyaseti, ayrımcılık, iklim aktivizmi gibi meselelere odaklanmıştır. Gerçi parti modelinde örgütlenen sol hareketlerin önemli bir bölümü sınıf odaklı sosyal mücadele değerlerine bağlı kalmaya devam ediyor, hatta bunların arasında Yeni Sol’un yönelişini gerçekçi bulmayan, kentli sınıf züppeliğiyle ve tüketim kültürüyle açıklayanlar oluyor.

Gelişmiş ülkelerde refah düzeyi kabul edilir bir yükselişe geçtiği için Yeni Sol’un sınıf mücadelesi yerine yukarıda saydığımız alanlarda harekete geçmesi bence yanlış değildi. Ama kimlik siyaseti ya da aktivizm sağın liberal formlarının kolaylıkla kendi lehine çevirebileceği alanlar…

Cinsel yönelim konusunu alalım, eğer insanlar doğuştan bir cinsel yönelime sahip oluyorsa bunu siyasileştirmek zamanla anlamını kaybedecektir. ABD’de Cumhuriyetçi gay’ler yok mu? Türkiye’de LGBT organizasyonları şimdilerde “Kürdistan vardır lubunyalar vardır” sloganını sahipleniyor. Sahiplensinler… Fakat heteroseksüel olmayan milliyetçilerle karşılaştıklarında bütün hayat görüşlerini kökten değiştirmelerini mi bekleyecekler? Yoksa bu slogana sahip çıkmayan – doğuştan ne olursa olsun – LGBT kimliğinin dışında mı tutulacak?

Daha basit bir örnek: Türkiye’de İslamcı Kürtler yok mu? Belki oranca Türklerden bile fazla olabilirler.

Yeni Sol hiç değilse seslendiği azınlıklarla ya da bastırılmış kimliklerle pragmatik bir ilişki kurabiliyor. Bu insanlarla görünme, örgütlenme ve direnme olanakları sunuyor ya da bu olanaklar üstünden yeni kanallar yaratmalarına yardımcı oluyor. Türkiye’de ‘sağ’ diyebileceğimiz partiler sırtlarını çevirdiğinden bu kesimlerin başka seçenekleri de kalmıyor. Ancak gelecekte iklim aktivizmi ya da cinsel yönelime dayalı kimlik siyaseti belki de sadece solun bahçesinde toplanmayacak.

Ortanın solundaki partilerimiz ise Yeni Sol’un önerilerini kontrollü olarak dikkate alıyor. LGBT bu partiler için fazlaca marjinal, ama iklim aktivizmi konusunda suya sabuna dokunmayacak bir şeyler söylemek her zaman mümkün… Hoş o kadarını sağ partiler de biliyor.

Gerçi ‘bedelli askerlik’ bile merkez solun tutarsız milliyetçiliği  için fazla marjinal kalabiliyor.

Muhtemelen Soner Yalçın ve onun gibi düşünenlerin soldan anladığı Yeni Sol değil. Olmasın. Yalnız şu var: Sol, yani ‘Yeni’ olmayan sol Türkiye’de kitlelerle öyle yapıcı ve pragmatik bir ilişki kurmuyor. Ne büyük kitlenin meselesiyle sağ partiler gibi yakından ilgileniyor ne de Yeni Sol’un konsolide ettiği dışlanmış madun kesimlere yakın duruyor. Nafakasını, hayat tarzı nedeniyle kendisine mahkum olduğunu düşündüğü orta sınıf kentlilerden topluyor. Biraz Kemalizmden biraz 70’lerin sosyal mücadele kalıntılarından toparlanmış “tartışılması teklif dahi edilemez” bir değerler silsilesinin ‘andımız’ metni gibi ezberlenmesini bekliyor.

Solun – aslında Yeni Sol’dan pay almaya çalışan ama siyasi partiler de buna katılabilir – halkın sorunlarını ele almaktan çok bu silsileyi devlet aygıtına uygulamak gibi bir ajandası var.

Bana kalırsa solun sağcılaşmasını tam olarak burada aramak gerekiyor… Yoksa Cemil Meriç sağcı değilmiş, Abdülkadir Gölpınarlı TKP davasında yargılanmış, Necip Fazıl’ın eşinin başı açıkmış… Ee? Bu anlayışın ucunda aslında İslam’ı bile bizim bildiğimiz gibi bileceksiniz, öyle yaşayacaksınız kafası var.

Pekiyi %…’sı (boşluğu siz doldurun çünkü bu hesaptan sıkıldım) müslüman olan bir ülkede ‘sol’ siyasetin  İslam değerleri üstüne inşa edilmesi mümkün olamaz mı? Bu başka yazının konusu olsun.

- Advertisment -