Diyanet kurumu, 1924’te kuruluşundan bu yana tartışmalı bir kurum. Laik devletin, din bağlantılı bir kurumu olması, Diyanet’in dindar ve laik çevreler tarafından tartışmalı hale gelmesinin en önemli nedeni. Bugün, yani kuruluşundan bir asır sonra bile Diyanet, haklı-haksız birçok tartışmanın ortasında oysa kuruluş amacı ya da varlık amacı tartışma üretmesi değil bilakis sorun çözmesi. İşin aslı, özellikle son dönemde, Diyanet de tartışmaların merkezi olmaktan pek rahatsızmış gibi görünmüyor zira mütemadiyen bir tartışma konusuyla gündeme geliyor.
Diyanet’in 2023 yılı başından bu yana yayınladığı tüm cuma hutbeleri toplumsal birliği, toplumsal huzuru hedefliyor; dini-milli bayramlar, çocuk eğitimi, deprem bölgesindeki insanlara yardımcı olmak, güzel ahlak, çevre koruma bilinci, iş ahlakı-toplumsal huzur ilişkisi, müminin güvenen ve güvenilen kişi olması gerektiği, birlik beraberlik ruhu…
Hepsi doğru, dinin emri, bireysel ve toplumsal huzuru hedefleyen, olması gerektiği gibi ele alınmış konular. Ancak teori böyle iken pratik biraz farklı.
Çünkü devletin bir kurumu olan, mevcut konjonktür ve iktidar sahiplerinin amaçlarına yönelik de şekil alabilen aynı zamanda modern ve şer’i olanı bir araya getirmeye çalışan bir kurumun, dini merkeze alarak mı, devleti merkeze alarak mı konuştuğu bir muamma.
Çünkü orta ve dar gelirli vatandaşlar için her gün vergi yükü artarken sermaye sahibi üst kesim için vergiler azaltılmakta. Çünkü toplumsal birlik vaaz edilirken, şart ve duruma göre toplumun herhangi bir kesimi hain ilan edilmekte. Çünkü çevreyi koruma gereği İslam’ın emri olarak anlatılırken doğaya yönelik zarar verme eylemleri kurumsal olarak artmakta. Çünkü ekonomik problemlerin yorduğu insanların çocukları şiddetin olduğu aile ortamında zarar görmekte. Çünkü her şeye aşırı zam gelirken kiralar cüzi bir miktarda sabit tutulduğu için taşınmaz sahipleri ve kiracılar arasında cinayetle sonuçlanan sorunlar doğmakta. Çünkü kişiye verdiği zarar nedeniyle ceza alan kişilerin cezaları hafifletilmekte ve suçu huy edinmiş, toplum için tehlike oluşturabilecek kişiler serbest dolaşmakta, çünkü binlerce insana mezar olan depreme dayanıksız yapılara imkan verenler hesap vermemekte…
Şimdi soru şu; Diyanet, dinin emirlerini anlatırken, hutbeden hakkı ve sabrı tavsiye ederken, bu hutbelerin muhatabı sadece toplum mu yoksa, devleti yönetenler de muhatap mı?
Din, siyasetten çok net biçimde ayrılacak bir şey değil, yer yer toplumsal huzur, hakkın ve sabrın yayılması için birlikte yol alabilirler. Ancak dinin vazettikleri tüm Müslümanlar üzerine farzken sadece halka hitap edilirse, yönetici sınıfı hep kollanırsa sonuçta Diyanet kurumunun konumu ne olur bilinmez ama dinin bireysel ve toplumsal olarak gerilemesi kaçınılmaz olur.
Zira insanlar dine bir anlamda da haksızlığa karşı adaleti vaat ettiği için sığınır, eğer din bu temel misyonundan çıkarılıp bir takım hataları, haksızlıkları meşrulaştırmak için kullanılırsa o zaman sadece Diyanet kuruluş amacından uzaklaşmaz, inananlar o dinden uzaklaşır. Şimdilerde olduğu gibi…
Cuma namazı, diğer namazlardan ayrı olarak cemaatle ifa edilmesi gereken bir namaz, dolayısıyla tümüyle dindarlık ölçüsü değilse de dindarlık oranlarını gösteren bir veri.
Sanırım Diyanet de cumaya katılımın azaldığının farkında ve bu nedenle son cuma hutbesi cuma namazına katılım üzerineydi. Cumaya katılmayı teşvik ediyordu. Eğitim ve çalışma saatlerinin cuma namazına göre ayarlanması gerektiğini söylüyordu.
İlginç olan şu zaten eğitim ve çalışma hayatında saatler cuma namazına göre ayarlanmış durumda, resmi olarak olmasa da işini gücünü yarım saat ileri-geri alarak insanlar cumaya gidecek imkan bulabiliyor. Yani bir türlü unutulmayan eski Türkiye’deki gibi Cuma namazı için namaz saatleri önünde bir engel yok ancak eski Türkiye’de akla gelmeyen başka bir engel var: O da insanların dinden uzaklaşması.
Türkiye’de beş vakit namazını kılmasa bile cuma namazına hiç aksatmadan devam eden çok sayıda Müslüman var. Bunun böyle olmasının birçok nedeni olabilir ancak en önemli sebeplerden biri, “Sürekli ibadet yapamıyoruz ancak yapmamız gerektiğini de biliyoruz, o halde imkan dahilinde olan haftada bir cumaya gidelim, hem manen ihtiyacımızı karşılayalım hem de dini-vicdani sorumluluğumuzu yerine getirelim” anlayışı.
Ancak artık insanların ibadetlerini yerine getirmek isteyip de getiremediği için vicdanı sızlamıyor gibi. Diyanet’in hutbelerinde de denildiği gibi Müslüman elinden dilinden emin olunan, İslam güven veren anlamında ama toplum, en azından Diyanet bazında, bu güveni bulamıyor.
Bulamıyor çünkü israf etmeyin dediğinizde eğer siz israf ediyorsanız sözlerinizin bir anlamı kalmıyor. Müslümanlar kardeştir derken, siyasi ayrım nedeniyle kardeşlerinizi Haçlı, kendinizi Hilal ilan edince o kardeşlik hukuku oluşmuyor.
Hutbeleri siyasi güdümle hazırlarsanız zaten aşırı politize olmuş, haftada bir manevi rahatlamaya ihtiyaç duyan insanlar, huzur değil gerilim hissedeceği için cumaya gelmez, bunun da saatler ile bir alakası yoktur.
Yani Diyanet sorunu saatlerde değil de biraz da kendinde aramalı.