Rusya Ukrayna’yı işgal ettiğinde Türkiye’de solun epeyce bir kesiminin kem küm etmesi, Can Yücel’in “Bizim köyde göte göt derler” vecizesini ihlal ederek işgale bir türlü işgal diyememesi birçok çevrede ilgi uyandırdı.
Bu çerçevede, 4 Mart tarihli Posta gazetesinde Oral Çalışlar, 26 Şubat’ta Serbestiyet’te ben, “Yahu, bir sosyalist Putin’i nasıl destekleyebilir, komşusunu işgal eden bir ülkeyi eleştirmekten hangi bahaneyle kaçınabilir?” sorularını kurcalayan yazılar yazdık. İkimiz de bir sosyalistin Putin’i destekleyemeyeceğini ve Rusya’yı eleştirmekten kaçınamayacağını düşündüğümüz için, sosyalizmden ne anladığımızı yazdık, “sosyalizm şöyle bir şey olduğuna göre, işgale işgal demek gerekir, başka türlüsü mümkün değildir” diyebilmek için.
Oral şöyle yazdı: “Sosyalist teorinin ana teması eşitlik ve adalettir. Sosyalizm, halklar üzerindeki sömürüyü ortadan kaldırmayı, ezilenlerin yönettiği bir dünyayı kurabilmeyi önüne hedef olarak koyar… Ortada hiçbir tehdit ve yönelim olmadan, ‘muhtemel saldırı’ iddiasıyla ortaya çıkıp, bir ülkenin tamamını işgale kalkışmak, acaba hangi sosyalist teorinin içinde yer alıyor?”
Ben ise şöyle: “Marksistlik, sosyalistlik, eşit, adil, sınıfsız, sömürüsüz, gerçek anlamda demokratik bir toplum özlemi ve böylesi bir toplum için çabalamak demektir. Bazı sınıfların mülk sahibi olmasına, bu sınıfların egemenliğini savunan devlet mekanizmalarına, silahlı kuvvetlere, millî sınırlara, millî sınırların içini iyi dışını kötü olarak görmeye karşı olmak demektir. ‘Bütün dünyanın işçileri, birleşin!’ ifadesini şiirsel bir hoşluk değil, başka bir dünya yaratabilmenin somut önkoşulu olarak görmek demektir.”
Derken, yine Serbestiyet’te Halil Berktay Rusya-Ukrayna ve “sosyalizm nedir, ne değildir” konularıyla ilgili olmayan bir yazısına şöyle bir dipnot ekledi: “Bütünsel duruşları hayli farklı olsa da, gerek Roni Margulies’in, gerek Oral Çalışlar’ın yakın zamanda sunduğu ‘asgarî’ sosyalizm tanımlamalarına, özgürlüğü öne çıkarmalarına, (mealen) ‘herkes kabul eder ki sosyalizm özünde şöyle bir inançtır’ tarzı olumlamalarına katılmadığımı; çok sübjektif, çok iyimser, çok idealist bulduğumu belirtmeliyim. Tabii bu ancak ayrı bir yazının (veya yazı dizisinin) konusu olabilir.”
Tereddüt ettim. Bu dipnotu cevaplayan bir şeyler kaleme alırsam Halil sosyalizmin niye geçersiz olduğunu anlatan çok uzun bir yazı dizisi yazar, onu vahim bir hata yapmaya provoke etmiş olurum, kendimi suçlu hissederim, diye düşündüm.
Dolayısıyla, vurgulamak isterim, bu bir cevap yazısı değildir. Oral’la benim özgürlüğü öne çıkarmamıza itiraz etmiş Halil. Sosyalizmden söz ederken özgürlüğün öne çıkarılması o kadar temel bir şey ki, özgürlüğün öne çıkmadığı bir sosyalizm o kadar anlamsız bir oksimoron ki, ben zaten burada tartışacak, cevaplayacak bir konu bulamıyorum. (“Özgürlükçü sosyalizm” ifadesini de bu nedenle hep garip bulurum; sanki özgürlükçü olmayan bir sosyalizm olabilirmiş gibi!)
Yukarıda alıntıladığım kendi paragrafımın hemen arkasından şöyle demiştim: “Sizi temin ederim, yemin billah ederim, bu dediklerim tartışmalı konular değildir. Sosyalizmi sıkıp özünü çıkarsak aşağı yukarı yukarıdaki paragraf gibi bir şey kalır elimizde.”
Aynı şey Oral’ın paragrafı için de geçerli. Zaten iki paragrafta da sosyalist toplum aynı ifadeler kullanılarak eşit, adil, sömürüsüz bir toplum olarak tanımlanıyor. Bu tanım ne sübjektif, ne iyimser, ne de idealist. Tartışmalı hiçbir yanı yok. Kendi yönettikleri toplumlarda bu tanımın altını tümüyle oyan, tam tersini uygulayan, berbat diktatörlükler yaratan Stalin, Mao ve benzerleri ve onların başka ülkelerdeki yandaşları bile yaptıkları her şeyi bu tanıma uygunmuş gibi göstermeye çabalamıştır. Hiçbiri sosyalizmi eşitsizlik, adaletsizlik, sömürü şeklinde tanımlamaya çalışmamıştır. Hepsi “Bizde eşitlik var” yalanını söylemek zorunda kalmıştır, çünkü “Sosyalizm zaten eşitsizlik demektir” iddiasının anlamı olamaz.
Sıkıp çıkardığımız özün ötesinde, sosyalizmle ilgili daha karmaşık, daha tartışmalı konular da var elbet. Dikkat edenleriniz olmuştur, Oral’la ben ortak kavramlar kullanmışız ama tam aynı sosyalist toplumu tanımlamamışız.
Oral, sömürü derken “halklar” üzerindeki sömürüyü kastediyor, “ezilenlerin” yönettiği bir dünya hayal ediyor, “sınıf” kavramını kullanmıyor. Benim için ise toplumları “sınıf” kavramı olmadan anlamak mümkün değil, “halk” ve “ezilen” kavramları biraz afakî ve kapitalist toplumu tanımlayan sömürü halkların değil işçi sınıfının sömürüsü, yani artı değer üretimi.
Bu konuları Oral’la hiç tartışmadım. Belki iki dakikada zaten anlaşacağızdır. Belki o gençliğinde Maocu geleneğe dahil olduğu için “halk” ve “ezilen” kavramlarında ısrarlı olurken, ben gençliğimde ve bugün Marx-Lenin-Troçki geleneğini benimsediğim için işçi sınıfının olmazsa olmaz merkezî rolünden vazgeçmeyeceğim ve anlaşamayacağız.
Ama tartışmasız olan konularda hemen kolayca anlaşıyoruz. Çünkü sosyalizm karmaşık bir şey değil. İnsan mutluluğuyla ve bu mutluluğun önkoşulları olan özgürlük, eşitlik ve adaletle ilgili bir şey.
Bir de şu var. İnsan toplumunun mevcut örgütlenme düzeninin, yani kapitalizmin, insan mutluluğunu sağlamaktan tamamen aciz olduğu çok açık değil mi artık? Ekonomik kriz, pandemi, savaş, çevrenin imhası, iklim değişikliği…
Sosyalistlerin “çok sübjektif, çok iyimser, çok idealist” olup olmadığını, tamam, peki, tartışalım. Ama çok mu gerekli bu tartışma? Kapitalizmden nasıl kurtulacağımızı tartışmak daha anlamlı olmaz mı?