Danimarkalı bir “idiot” (terim İsveç’in Ankara’daki büyükelçiliği çalışanlarına ait), Stockholm’de Türkiye büyükelçiliğinin önünde Kuran yakarak bir gösteri yaptı, malumunuz. Olayı nereden tutsanız elinizde kalıyor. Neden Kopenhag’da değil de Stockholm’de? Neden Suudi Arabistan büyükelçiliği önünde değil de Türkiye büyükelçiliği önünde? Madem Türkiye büyükelçiliği önünde, neden mesela Türkiye Cumhuriyeti Anayasası değil de Kuran?
Filan.
Bariz bir biçimde görülüyor ki, eğer Türkiye’nin müstakbel seçimlerine bir müdahale kastı yoksa, İsveç’in NATO üyeliğinden tornistan etmesinin faturasını Türkiye’nin hesabından ödemek gibi bir kasıt var. Muhtemelen her ikisi birden…
Ama meselem bunlar değil. Bu vesileyle sosyal medyada yoğunlaşan ifade özgürlüğü tartışmaları üzerine ahkâm kesmek istiyorum.
Öyle görünüyor ki ifade özgürlüğü denen şey, mesela domates gibi bir şey olarak anlaşılıyor. Rengi şu, büyüklüğü kabaca bu, lezzeti şöyle, filan. Dünyanın neresine giderseniz, az çok aynı şey. Tarihte de hep, şimdi nasılsa öyleydi. Misal çok da uygun olmadı, çünkü domates bile farklı renklerde, farklı büyüklüklerde olabiliyor. Genetiğiyle bilgisizce oynanmışsa, saman tadında olanı da var. Kaldı ki domates tarihi boyunca, gerek yapay seçilim yoluyla ve gerekse genetiğiyle oynanarak değişmiş, değiştirilmiş.
İfade özgürlüğü denen nebat, çok daha öyle. Yani filanca sınırı geçtiğinizde, mesela Kuran yakmak ifade özgürlüğü sınırlarına giriyor da zenciye zenci demek girmeyebiliyor. Geçtiğimiz yıl, yanlış hatırlamıyorsam bir Romen futbol hakemi, Demba Ba’dan söz ederken “negro” dedi diye kıyamet koptu. Adam “bizim dilimizde siyah kelimesi böyledir” diye dert anlatmaya çalışmak zorunda kaldı. Hikâyenin sonrasını da öğrenemedik.
İfade özgürlüğünün şampiyonluğunu yapanlar, mesela “1915’te yaşananlar soykırım değildir” demeyi kanunla yasaklayabiliyor. Son dönemde SJW’ler (sosyal adalet savaşçıları), kolonyal dönemin kahramanlarından saygıyla söz edilmesinden tutun da, cinsiyet rollerinin kültürel olduğunu iddia etmeye kadar hemen her şeye sınır getirmek derdindeler. Gould ve Lewontin’in özel çabalarıyla akademide “ırk” kelimesinin zikredilmesi uzun süre boyunca imkânsızlaştırıldı. Ve saire…
Devam etmeden işaret edeyim, 1915’te olup bitenlerin soykırım olarak nitelenebilir olduğunu düşünüyorum. Kolonyal dönemin kahramanlarını saygıdeğer bulmuyorum. Cinsel tercihlerin genetik kaynakları olabileceği kanaatindeyim. Irkçılığa fena halde karşıyım. Meselem benim ne düşündüğüm değil, nelerin söylenmesinin, dile getirilmesinin imkânsızlaştırılabildiği. Hangi ortamda? İfade özgürlüğünün fena halde yüceltildiği, neredeyse kutsallaştırıldığı bir ortamda, ifade özgürlüğünü kutsallaştıran toplumlarda ve bizzat ifade özgürlüğünü kutsallaştıran sosyal kesimler tarafından.
Ne anlıyoruz? İfade özgürlüğü, kimse tarafından “sınırsız” bir şey olarak algılanmıyor. En az bunun kadar mühim bir başka şeyi daha anlıyoruz, ifade özgürlüğü münhasıran İslam’ı ve/veya Türklüğü hedef alacak şekilde sınırlanıp genişletilmiyor. Daha yenilerde, Çin takvimine göre yılbaşını kutlamaya çalışanlara karşı bir katliam düzenlendi, herkesin derdi İslam’a ve Türklüğe saldırmak değil yani.
Herkesin ifade özgürlüğünün sınırları var. İsveç’te, demek ki, Kuran yakmak ifade özgürlüğünün sınırlarının içindeymiş. Birçok başka şey o sınırların dışındadır. Hepsi o. İsveç öyleymiş. Türkiye böyle.
İlaveten…
İsveç hep öyle değildi. Türkiye de hep böyle değildi. Değişiyoruz. Biz değişirken, başka her şeyin yanı sıra, ifade özgürlüğü kavrayışımız da değişiyor. İfade özgürlüğünün sınırları değişiyor. Dolayısıyla ifade özgürlüğünü düzenleyen kanunlarımız da değişiyor. Bugün ağzımızı doldura doldura dile getirdiğimiz bazı şeyleri dile getirmek yarın ayıp sayılacak. Muhtemelen ayıp sayılmakla kalmayıp suç olacak. Bugün suç sayılan pek çok şey de yarın gerine gerine dile getirilebilir olacak. Bu memlekette Kürt’e Kürt demek suçtu. Yarın Kürdistan’a Kürdistan demek normalleşecek mesela.
İsveç hep böyle değildi, yarın da bugünkü gibi olmayacak. Türkiye için de aynı şeyleri söyleyebiliriz. Eğer şu SJW çılgınlığı bir biçimde enerjisini kaybederse, bahse girebiliriz ki, yarının Türkiye’si, ifade özgürlüğü kavrayışı açısından, sadece bugünün İsveç’ine değil yarının İsveç’ine de daha çok benzeyecek. Ama tersi olmayacak. Yani yarının İsveç’i Türkiye’ye benzeyecek şekilde değişmeyecek.
Böyle, dünyanın merkezine kendini koyup, üstelik “bugünkü” kendini koyup, her şeyi o merkezden okumak… Ne bileyim… Fazla çocuksu görünüyor.