İngiliz The Gardiyan gazetesinin yayınladığı rapor ve video herkesi şoka düşürdü. Rapor ve video 2013 yılının Nisan ayında başkent Şam’ın Güney kesiminde bulunan Tedamun semtinde gerçekleşen bir katliamı belgeliyordu.
Esed rejimine bağlı bir grup, hazır kazılmış bir çukura gözleri kapatılmış 41 sivil insanı o çukura iterek kurşunlamış, sonra da üst üste yığılı cesetlerin üzerine benzin dökülerek yakılmışlardı.
Korkunç videonun bir yerinde katliamı telefon kamerasıyla belgeleyen katil, gerçekleştirilen katliamı lideri Beşşar Esed’e hediye ediyordu.
Biri Suriyeli, biri Türkiyeli iki araştırmacı bu videonun gerçekliğini, katillerin isimlerine de ulaşarak 3 yıl süren araştırma sonuçlarını İngiliz gazete için raporlaştırdılar.
Videoda göze çarpan önemli bir husus, kurbanların daha evvel sorgu ve işkenceden geçmemiş olmaları, ki bunu çehrelerinin ve giysilerinin temizliği açıkça gösteriyor. Bunun anlamı da şu: bu insanlar daha önce muhabarat teşkilatlarınca tutuklanmamış, dolayısıyla bir suç işledikleri için seçilmiş değil, sokakta veya evlerine girilerek öylece alınmış ve ölüme gönderilmişler. Hepsi de yerli veya bitişik mahalleler sakinlerinden. Demek ki yargısız sorgusuz, yetkili olmayan bir grup tarafından soğukkanlılıkla öldürülmüşler.
Yetkili olmamaları istedikleri insanları öldürmelerinin yasak olması anlamına gelmiyor, çünkü, başka yüzlerce katliamın da gösterdiği gibi, Esed için savaşan resmi ya da resmi olmayan bütün gruplar ve militanlar düşman olarak görebilecekleri her insanı öldürme yetkisine sahipler. Zaten böyle bir yetki olmasa bunlar insanları gelişigüzel seçerek öldüremezlerdi. Hesap vermeyeceklerinden o kadar eminler ki yaptıklarını videolarla belgeleyerek bununla övünüyor ve Büyük Lidere ithaf ederek onun hoşuna gitmeye çalışıyorlardı.
Aslında Esed rejiminde baba Hafız’ın zamanından beri Muhabarat teşkilatı subay ve polislerini, görev esnasında yapabilecekleri her türlü ihlalden ötürü hesap vermeden muaf tutan bir kanun vardı. Buna göre rutin olarak tutuklulara uygulanan işkence, ve işkence sonucunda ölüm dahil ortaya çıkacak her türlü zarardan ötürü hesap sorulmayacaktı.
2011 halk devrimi başlar başlamaz, Esed militanları duvarlara korkunç sloganlar yazdılar: ‘Esed ya da hiçkimse!’ ve ‘Esed ya da ülkeyi yakarız’ ve ‘Esed ya da olmasın bu ülke’ bunların en yaygınlarıydı.
Yani barışçıl sivil eylemlerin karşısına rejim sadece bu ‘seçenekleri’ sunuyordu. İlk başlarda bu sloganların sadece caydırıcı bir işlev gördüğünü sananlar çoktu, ama geçen yıllar herkese gösterdi ki bunlar rejimin gerçek stratejisini yansıtıyordu. Hem Esed rejimi kaldı, hem de ülkeyi yıkıp yaktı.
Tedamun semti katliamının haberi herkesi büyük bir şoka uğratsa da, Suriyelileri hiç şaşırtmadı. Çünkü bundan önce ve sonra çok sayıda aynı yöntemle gerçekleştirilen yüzlerce katliamdan haberdarlar, ama bununla bir İngiliz gazetesi ilgilendiği için herkes tarafından bilindi. Ötekileri ise hep gölgede kaldılar. Aslında onların çoğu da belgelenmişti, ama kimse pek ilgilenmedi.
İlgi gören bazı korkunç vakalar ise siyasi hesaplara kurban edilerek ya da olağanlaştırılarak unutulmaya terkedildiler. Şam’ın banliyösü Guta’da kimyasal silahla 1500 civarında insan katledildi. ABD başkanı Obama rejimi cezalandırmakla tehdit etti, ama sonra Rusya’yla anlaşarak tehdidini geri aldı ve kimyasal silahını teslim almakla yetindi. Bunun korkunç anlamı şuydu: Esed rejimi bundan sonra kendi halkına karşı her türlü silahı kullanmakta özgür olacaktı, kimyasal silah kullanmamak şartıyla. Ve gerçekten de öyle olacaktı, yıllar boyunca yerleşim bölgelerine, okullara, hastanelere, halk pazarlarına, fırınların önünde oluşmuş kuyruklara, bombalar ve patlayıcı variller yağdırmaya devam edecekti.
Ama bu video ve raporla anlatılan katliam 2013 yılında gerçekleşmiş, şimdi ise artık savaş bitmiş, insanlar normal hayata dönmüş durumdalar, diyenler çıkabilir. Daha önceki bir yazımda anlatmıştım, Uluslararası Af Örgütü 2021 yılı sonlarında yayımladığı “Ölümüne Dönmek” adlı bir raporunda, Lübnan’dan Suriye’ye zorunlu olarak dönen bazı ailelerin uğradıkları vahşetten örnekler de vererek söz ediyordu. Kadın ve çocuklara tecavüz, zindanlara tıkıp işkence etmek, ve ortadan kaybetmek gibi çeşitli vahşi uygulamalardı bunlar.
Bayramdan bir gün önce Beşşar Esed genel bir af çıkarttı, halk devrimi başlangıcıdan beri çıkarılan güya en kapsamlı aftı bu, kimseyi öldürmemiş olma şartıyla terör olaylarına karışmış bütün hükümlü ya da tutukluları kapsıyordu. Uluslararası insan hakları kuruluş ve örgütlerin tahminlerine göre siyasi tutuklu ve mahkumların sayıları 150 bine varıyor. Af kapsamında tahliye edilecek mahpusların sayısı hakkında hiçbir bilgi verilmediğini göz önünde tutarsak, sosyal iletişim mecralarında af kararının açıklandığı gün sadece 60 kişinin tahliye edildiği söyleniyor. Herkesin birer ya da birkaç tutuklusu olduğu için bu 60 rakamının gerçeğe çok yakın olduğunu varsayabiliriz.
İlerleyen bayram günlerinde de bu sayı 120’ye kadar yükselmiş görünüyor ve tahliyelerin önümüzdeki günlerde de devam edeceği söyleniyor.
Bu tahliyeler insanları birazcık sevindirse de daha çok acıyla karşılandı. Çünkü tahliye edilenlerin arasında hafızasını tam ya da kısmen kaybedenler, dolayısıyla nereye ve kime gideceklerini bilmeyenler var. Öte yandan ise çocukları yıllardır mahpus veya kayıp olan aileler başkent Şam’ın orasından burasına koşarak sevdiklerini belki tahliye edilirler umuduyla bekliyorlar, bir söylenti yayılıyor, tahliye edilenler otobüslerle şehrin falanca yerine bırakılacaklar diye, Şam’ın muhtelif semtlerinden, ve başka yakın – uzak şehirlerden tutuklu yakınları o noktaya akın ediyor, saatlerce bekliyorlar, ama bir şey olmuyor. Bu insanların fotoğraf ve videoları yürek yakıcı.
Olayın daha vahim bir boyutu da şu, tahliye edilen kişilerden bazıları birkaç yıl önce rejim tarafından ölü gösterilmiş, aileleri bu yönde bilgilendirilmişti. Bunun üzerine bazılarının eşleri başka erkeklerle evlilikler yapmıştı.
Yani Esed’in affı da bir tür zulüm olarak karşımıza çıkıyor.
Bu af olayının acayipliğini bir de rejim yanlıları tarafından nasıl görüldüğüne bakarak anlamakta fayda var. İyi niyetli bir yandaş, 11 yıldır siviller dahil her türlü muhaliflerin terörist, vatan haini, cani, şerefsiz olduklarına inandırıldıktan sonra haklı olarak bunların tahliye edilmelerine isyan edecektir, bunun örnekleri sosyal iletişim ağlarında bol bol var. Kötü niyetli yandaşlar ise bu insanların büyük kısmının silahla hiçbir ilgileri olmadığını, sadece rejimin değişmesi için sivil eylemlere katıldıklarını, ya da bunu bile yapmadıklarını, muhalif hiçbir eylemde bulunmadıklarını, siyasi bakımdan tarafsız olduklarını bile bile bunların bir afla tahliye edilmelerine karşı çıkıyorlar. Çünkü bu tür yandaşlara göre bunlarını masum olduklarını kim ispatlayabilir ki…
Ve bu şartlarda Suriyelileri gönderelim diyenler ve sessiz istiladan bahsedenler, film çekenler olabiliyor. Ortada Suriyelilerden bir rahatsızlık olduğu kesin. Ama bu durum, siyasi hesaplara araç edilerek çözülecek bir sorun değil, hele hele bazı kesimlerin dediği gibi Esed rejimiyle görüşülerek çözülecek bir sorun hiç değil. Esed kontrolündeki milyonlarca insanın yüzde doksanının açlık sınırı altında olması sorununu çözsün, ucube af kararlarından vazgeçsin, belki bunlar daha gerçekçi birer hedef olabilir.