27 Kasım’da Hey’etu Tahrîr’ş-Şam’ın (HTŞ) saldırısı aslında “bir kırmızı pazartesi” idi. Herkesin bildiği ama çok farklı gerekçelerle inkâr ettiği ve ‘geliyorum’ diyen bir saldırı operasyonuydu. Sadece bu saldırının Şam’a uzanacağı ve Esad’ı devireceği düşüncesi HTŞ dahil hiç kimsede yoktu.
Eylül ayında başlayan yoğun hareketlilik İran tarafından görüldüğünde İranlı yetkililer Hakan Fidan’a “bir hareketlilik var” dediklerinde Fidan’ın onlara her şeyin kontrol altında olduğunu söylediğini İran yetkililerin açıklamalarından anlıyoruz.
Rusya’nın Esad’a ‘bir kalkışma hazırlığı var’ demelerine Esad’ın ‘ezeriz tekrar onları’ dediği biliniyor. Aynı şekilde Türkiye’nin bu saldırıya Esad ile olası bir barış görüşmesi adına engel olduğu ve Esad ile görüşmenin olumsuz kalması sonucunda böylesi bir saldırıya göz yumduğu veya yeşil ışık yaktığı da artık bilinen bir gerçek olarak önümüzde duruyor.
ABD ve İsrail’in Esad karşıtlığı nedeni ile böyle bir kalkışmaya itiraz etmeyecekleri ortada dururken sadece hesaplanmayan ve hemen hemen herkes için sürpriz olan durum, bu saldırının böylesine sonuçlar doğuracağıydı.
Rusya ve İran’ın sahadaki varlıkları bitince birer kâğıt parçasına dönüşmüş olan Esad yönetiminin ordusu bu beklenen saldırıyı bile göğüsleyemedi ve tarumar oldu. 14 yıl süren ağır bir savaş ortamı, hukuksuzluk, ekonomik darboğaz ve yolsuzluk orduyu ordu olmaktan çıkarmıştı zaten. Sadece dağılması için bir darbe yemesi gerekiyordu onu da HTŞ yaptı. 27 Kasım’da başlayıp 8 Aralık’ta final yapan bu sürecin ilk fotoğrafı bu oldu bence. Artık sorun Esad’ın varlığı değil Esad’ın olmadığı bir Suriye’de neler olacağı ile alakalı. Oluşan bu tablo Türkiye açısından hem kazanıma dönüşebilecek hem de çok farklı sorunlara neden olabilecek bir tablodur. Bu yeni durumu doğru okuma ve doğru hareket tarzlarını uygulama ile ancak sorunlar azaltılabilir.
Her şeyden evvel;
1: HTŞ Türkiye dahil dünya için bir terör örgütü listesinde ve şu anda Suriye’de iktidar. Türkiye’nin Suriye’de şimdiye kadar beraber istişare ettiği ve adına Astana ortakları denilen yapılanma artık yok ve Rusya ile İran bu olaydan ötürü Türkiye’ye ciddi anlamda mesafeli olacaklar. Diğer bir deyişle Suriye’de de şimdiye kadar uygulanan siyasal politikalar bitti ve Rusya ile İran kırgın ve aldatılmış ruh hali içindeler. Geriye Batı dünyası kalıyor. Türkiye’nin HTŞ’yi Batı dünyasına kabul ettirmesi hiç de kolay gibi görünmüyor. Bu sadece Türkiye’ye ait bir durum da değil. HTŞ buna ne kadar uyum gösterecek ve bu uyum süreci de Suriye’de kontrolsüz gelişmeleri ne derecede etkileyebilir?
Sadece bu da değil!
Kendinizin de terör örgütü olarak gördüğünüz bir örgütü ‘değişiyor ve değişecek’ diye Batı dünyasına anlatmaya çalıştığınızda, Batı dünyasının da aynı şekilde ve daha da ötesi terör örgütü olarak görmedikleri “SDG de değişebilir ve değişecek” diyecekleri açıktır.
Türkiye, geçmiş korkularla ya da Suriye’de olup bitenleri bir fetih duygusu ile okuyarak değil, gerçekçi ve herkesin kazanacağı bir duruş ile ancak sorunların üstünden gelebilir ve öngörülmez durumların oluşmaması için Türkiye’nin yeni duruma uygun yeni politika üretmesi gerekiyor.
Evet… Suriye artık eski Suriye olmayacak bu doğru. Ancak barış ve huzur içinde bir Suriye olup olmayacağı tümüyle Türkiye’ye bağlı. Ne yazık ki tablo bu ve bu tabloda duygusal okumalara yer yok. Büyük acılar çekmiş, kin ve nefretle dolu bir kuşak yetişti Suriye’de. Farklı mezhepler, farklı inançlar, farklı etnik yapılar… Ve Suriye, Ortadoğu’nun tam göbeğinde. Hep derler ya “Suriye’siz barış olmaz” diye. Şimdi tam zamanı “Suriyeli bir barış” için Arapların, Kürtlerin, Dürzilerin, Sünnilerin, Nusayrilerin, Hristiyanların özgür ve huzur için de yaşayacağı bir Suriye…
Böyle bir imkân var. Bu tarihsel bir fırsattır. Eğer bu fırsat heba edilirse bütün herkese yazık olacaktır.