Makalemin başlığını Koray Er Hoca’nın “Tanrı’nın Sopası Türkler” kitabından esinlenerek koydum. Luther’in öncülüğünde Protestanlar, Katoliklerin günahları yüzünden 15. yüzyılın ortasından itibaren Türklerin Avrupa içine bu kadar sokulabildiklerini ve Tanrı’nın Hristiyanları Türkler yoluyla cezalandırdığını söylüyorlardı. Tanrı günahkâr Hristiyanları Türkler eliyle dövüyordu.
Bu metafizik düşünce bir zihniyetin ürünüdür. Eskiçağ’da da Ortaçağ’da da günümüzde de görülür. Hep vardır.
Bu zihniyeti yakın dönemimizde Gölcük depremi sırasında da gördük. 99 Depremi askeri kanadın azgınlığının cezalandırılması olarak yorumlandı. Henüz yüksek sesle dillendirilmese bile 23 Maraş depreminde de bunu duyuyoruz.
Bu zihniyet basit olaylar için bile işletilir, denir ki: “Yaptığı kötülük yanına kalmaz!”, “Ondan çıkmasa da ailesinden mutlaka çıkar!”, “Başıma gelen bu musibetin sebebi nedir?”, “Bak gör gün yüzü görmez, onlar!”
İnananlar için söyleyeyim Tanrı böyle çalışmaz, âdeti (âdetullah) böyle değildir!.. Çün ki dünyevi manada Tanrı âdil değildir. Bu dünyada kötülük yapanın yanında kâr da kalabilir, hatta kendi ifadesiyle ‘daha çok azmaları ve sapıtmaları için onlara imkân ve mühlet de verilir!’ Bunun sonucu olarak günahkâr ve suçluların bir kısmının hesapları inananlara göre ahirete kalacaktır. Tamam ama Tanrı ahirete bakan yönüyle de bu sefer son derece müşfik olacaktır. Hatta bu sebeple müminler onun insanlara adalet yerine şefkatle davranacağını ümit eder ve arzularlar. Bu bakımdan Tanrı müminlerin hoşuna gitmese de depremde ölümlere sebep olan müteahhitlere, yağmacılara, çocuk kaçıranlara bile şefkatle davranabilecektir! Ey Allahım bu nasıl adalet?!
Deprem, hastalık gibi musibetleri (isabet eden demektir!) metafizik açıklamalarla yani günaha bağlayarak ele almak kişisel tercih olabilir. Bana göreyse bu tamamen batıl inançtır. Ama şahsi görüşe sahip olmak ve bunu ifade etmek hususunda kimse kimseye karışamaz. Lakin otorite işin içine girince bu zihniyetin çıktısı olan ifadeler, sınır çizgisinin ihlali anlamına gelir. Bir ebeveyn bile böyle metafizik açıklamaları çocuğuna telkin ettiğinde hak ihlali doğar. Anlayan anladı… Ben din görevlilerinin bile isterse mabette yapsınlar, bu şekilde konuşmalarını kabul edemiyorum. ‘Günahımız yüzünden uzun zamandır sakin duran yanardağ birden patladı (Pompei’yi hatırlayalım!)’, ‘musibetler ceza veya şefkat tokadıdır ey müminler’ türü konuşmalar ve telkinler müminlerin kalbini Tanrı’ya bağlamada ve tekrar ona yönlendirmede yüksek oranda etkili olabilirler. Çün ki suçlu insandır! Başına gelenler hak ettikleridir.
Oysa ilahiyatçılar bilirler ki ‘Deprem bir sebeptir, asıl sebep Tanrı’nın muradıdır. Ama o kendi izzetine halel gelmesin diye yani insanlar ona küfretmesinler diye araya sebepler koyar.’ Azraile küfretsin, müteahhide küfretsin, siyasilere küfretsin ama kendisi perdeler arkasında izzetini muhafaza buyursun! İnsanlar Tanrı ile hesaplaşmasın diye ilahiyatçılar perde üstüne perde çekerler. Niyetleri “elbette ki iyidir”: insanlar avam, “aptal” ve “cahil” oldukları için onları cehennemden korumak gerekir! Niye? Çün ki onlara göre herkes aklını kullanarak Tanrı’yı sevmeyi beceremez! Acaba niyetleri arasında otoriteyi sağlamlaştırmak ve konsodilasyon var mıdır?!
Depremlere, hastalıklara ceza veya şefkat tokadı olarak bakan bakar bu bir şahsi inanç meselesidir. Ama bu inanç kamusal bir söylem haline geldiğinde büyük sorunlar ortaya çıkarır:
– Tren kazası neden oldu? Depremde binalar niye yıkıldı?
– ‘E kader’.
E tamam bunu inanan herkes zaten kolaycacık bilebilip söylüyor. Bir mühendis, bir kamu yetkilisi bunu söylediğindeyse aslında işini yapmamış oluyor! Sebep bulunacak ki (vida mı kırıktı, kolon mu çürüktü?) sahip olunan unvan ve alınan maaşın hakkı verilmiş olsun!
Çürük bina yapıyorsun 7.7’lik depremde yıkılıyor, güçlü bina yapıyorsun 9.2’lik depremde yıkılmıyor. Denklem bu kadar basit! İstediğin kadar günahkâr ol, içinde oturduğun bina sağlam ayakta duruyor!..
Şimdi geldik bir başka meseleye: Metafizik söylemin bir tarafı içe dönük cezalandırmayla ilişkilendiriliyorken diğeri de dışa dönük cezalandırmayla ilişkilendiriliyor: Serbestiyet’in 14 Şubat 2023 tarih ve 23:36 saatli tweet’inde gördüm. Çok ilginç: İsrailli haham Shmuel Eliyahu, Türkiye ve Suriye’yi vuran depreme “İlahi adalet” demiş ve eklemiş: “Tanrı bu ülkelere Yahudi halkına karşı kötü muameleleri yüzünden ceza verdi.”
Şaşırmayalım, kızmayalım. Çün ki bu tür açıklamalar farklı vesilelerle her ülkeden gelebiliyor! Bu mesele yukarıda söylediğim gibi zihniyet meselesi!
Hahamın söylediğine bazılarımız diyor ki: ‘Ya bunun Tanrı’nın cezalandırmasıyla ne alakası var? Binalar çürüktü, o yüzden yıkıldı!’, bazılarımız ‘Bu herif ne diyor ya böyle? Gerçek din İslam değil mi? Evet, iyi de o zaman İsrail’de deprem gibi doğal afetler niçün hiç olmuyor?’, bazılarımız da ‘Bu deprem sizin gibi gizli güçler tarafından ultra teknolojiler kullanılarak tetiklendi!..’ söylentiler bitmiyor, bitmeyecek!..
Neyse sözü uzattım; son deprem evet bir sınavdı ama önce akıl, sonra din sınavı! Akıldan çakanlar din sınavından da çaktı!
Herkese iyi kandiller!
*Akıl doğru ile yanlışı, iyi ile kötüyü ayırt etmeye yarayan mekanizmadır. Zeka ise işletim sistemidir.