[26-27 Şubat 2023] Sorun şu ki, muktedirler yazmadığı gibi köylüler de yazmaz köylüleri. Bir, okur yazar değillerdir. İki, okur yazarlık etrafında örülebilecek türden bir kollektif varoluşları, kimlik ve benlik duyguları yoktur — sınıf bilinçsizliği mi desek, kendisi-için-sınıf olamamışlık mı? Daha çok sözel kültürde, halk şiiri ve hikâyelerinde yaşarlar. Yunus. Pir Sultan. Karacaoğlan. Kaygusuz Abdal. Öyleyse kim yazar, kim resmeder bu sessiz çoğunluğu? Daha çok, ortadakiler. Bağımsız, halkçı, eleştirel düşünürler. Tuval üzerinde: Wallis’ler, Courbet’ler, Van Gogh’lar, Millet’ler. Kelimelerle: romancılar (beğenmediğiniz köy romancıları dahil). Lenin’e, bu kont gelinceye kadar Rus edebiyatında gerçek bir mujik yoktu dedirten Tolstoy. Sonra Turgenyev ve Avcının Notları (Bejin Çayırlığı, Güzel Meç Köyünden Kasyan). Yaşar Kemal. Mahmut Makal, Fakir Baykurt, Talip Apaydın. Gazeteciler. Aydınlar. Güzin Sarıoğlu’lar. Şairler. Nâzım Hikmet’ler.
Burada sözü, Memleketimden İnsan Manzaraları’na bırakalım. Üçüncü Kitap. Birinci Kısım. Fasıl II. Taha Duymaz’ın seksen küsur yıl önceki haline rastlarız bu sayfalarda. Bir de, Xanten Yıllıkları’nın anonim yazarının ve Auralı Ekkehard’ın Nâzım Hikmet haline. Kapalı köy yaşantısının yalın olaysızlığının; mevsimlerden, doğum ve ölümlerden, çocukluktan, ergenlikten, cinsellikle ilk tanışmalardan, yağış ve kuraklıktan, buğdayın ve kabağın bol olup olmamasından, kan dâvâlarından ibaret döngülerinin — bütün bu alelâdeliklerin, normalde asla konu olmayacakları bir Ortaçağ kroniğine büründürülmüş gösterişsiz, yanıltıcı âhengiyle çıkagelir bozkırdan, Nâzım’ın elinde Taha Duymaz’ın seksen küsur yıl önceki hali, Hamdi Şentürk, şu 1941 yılında komünist mahkûm Halil’in yattığı Çankırı hapishanesine. Sezersiniz, farkedersiniz, yüksek sesle okursanız birkaç kere:
Hamdi / Çerkeş’in Kabak Köyü’nde / 336’da dünyaya geldi. / Tuzladılar. / Yumuşaktı. / Sevindiler oğlan olduğuna. / Kırkı çıkmadan / buğdayın dibinden güneşe baktı. / Öğrendi toprakta yatmasını. / Ev karanlık / toprak güzeldi.
Çiçek çıkardı 337’de, / ellerini bağladılar. / 338’de yürüdü. / Ve 1339’a kadar / dolaştı dünyadaki 36 haneyi / 4 sokağı. / Hayvanları ve yağmuru sevdi. / Helva yalnız bayramları pişiyordu. / Ağlamadı artık Hamdi / dayak yerken babasından anası.
Fırtınalı bir kış oldu / 1925’e girerken / (eski tarih 1340). / Öküzün bir teki öldü. / Babası gitti askere. / Çok rahmet yağdı. / Çok çok kabak yediler. / Jandarmalar geldi, / “martinleri” vardı. / Bir karakuş dadandı köydeki civcivlere.
926’da beş yaşındaydı. / Bir kötürüm keçiyi emanet ettiler. / Keçiyle kırlara gittiler. / Bir türlü tutamadı bulutları Hamdi. / Rastlamadı kurda. / Tanıdı otları Hamdi. / Çok çok bulgur yenildi.
Kurak gitti havalar 27’de. / Yarıldı toprak. / Ekin tane almadı. / Uğultular geldi yerden. / Aynı yılın ortasında / babası döndü askerden. / Çok az kabak yediler.
Hamdi / zıpka ve mintan giydi. / Sünnet oldu (1928).
929’da indi Çerkeş pazarına: / kendisi babasının kucağında, eşekte, / arkada, yerde anası. / Pazarda meyvalar, / ayna, çakı, bıçak. / Çok rahmet yağdı o yıl. / Çok tarhana içildi. / Çok bol oldu kabak. / Ve yine o yıl / tavuğun ardına elini sokup / çıkardı yumurtayı, / tavuk ölmedi.
Fırtınalı bir kış oldu, / 1930’da. / Tahsildarı gördü: / atı vardı / heybesi vardı / bıyıkları yoktu.
Ertesi yıl kızlarla beraber / davar dölü güttüler. / Hamdi / çorap ve çarık giydi: / (1931 Birinciteşrin 7).
932’de kızlar / sırtüstü yatırıp / el attılar uçkuruna. / Bağırdı. / Kızların memeleri vardı.
Fırtınalı bir kış oldu / 1933’e girerken. / Dondu Meral Çayı. / O kış ilk defa gitti balığa. / Merkebe odun sardı. / Canavara rastladılar. / Bir samanlık yandı köyde. / Babası başladı ortakçılığa. / Memelerinden başka şeyleri de vardı kızların.
34’te soyadı aldılar ŞENTÜRK diye. / Babası yalnız devlet işlerinde kullandı bunu, / anası hiç kullanmadı. / Fakat Hamdi / bu adı sevdi. / Hamdi Şentürk on üç yaşındaydı. / Sabanın tutağını emanet ettiler. / Ve öküzlerle Hamdi / toprakta iki çizgi gelip gittiler. / O gece gizliden tütün içti. / Dayak yedi babasından. / Ve ertesi gün / bir kız yatırdı samanlıkta. / Su dökündü.
35’de kurak gitti havalar. / Ne tepeler yeşerdi / ne ekin tane aldı. / Bir kız kaçırdılar köyden. / Merkep öldü. / Kesekli olmadı herk. / Babası dövdü anasını bayıltıncaya kadar. / O yıl ilk defa Hamdi, gitti namaza.
36’da anası öldü. / Komşular kazdı kabri. / Gördü ağladığını babasının: / yaşlar inceden ince / kara sakalına dökülüyordu. / Uyumadı. / Cıgara içecekti az daha babasının karşısında. / O yıl çok yağmur yağdı. / Bol bol kabak yediler.
Herk kesekli oldu 37’de. / Kabardı toprak. / İlk defa Çerkeş’de karpuz yedi. / Düşündü zengin olmayı: / “Yüz liram olsa,” dedi.
Evlendi / (1938). / Kavga çıktı dağ yüzünden Türbelilerle. / Karanlıkta silah attı iki taraf. / Vergi bakayaya kaldı. / Yüzük oynadı gençler odasında.
Fırtınalı bir kış oldu ertesi yıl. / Aynı yılın teşrininde / üç arkadaş Zonguldak’a indiler. / Şurdan şu tarafa tut / bütün deniz. / Girdi ocağa. / Kânununda aynı yılın, / bir sabahtı, Şentürk’ü kömürün altından çıkardılar, / kan içinde yüzü gözü, / elleri simsiyahtı. /Bir beyaz karyolada / hayata veda etti / (1939).
Rahmetli Hamdi Şentürk’ün bir oğlu doğdu / (1940). / Tuzladılar. / Ahmet koydular adını: / Hamdi oğlu Ahmet Şentürk. / Aynı yılın sonlarında / yine kavga çıktı dağ yüzünden Türbelilerle / karanlıkta silah attı iki taraf. / Üç ölü kaldı yerde, / üç kişi hapse girdi, / Ahmet’in dedesi bu meyanda.
1941’de Ahmet / görüşmeci geldi hapis dedesine, / anasının kucağında. / Kanunun heybetini ne bilsin bebek! / Ahmet bakıyordu mapusaneye / pembecik ağzında iki ön dişiyle gülümseyerek.
İki hayat. 1920-1939 arasında Çerkeşli Hamdi. 2003-2023 arasında Hataylı Taha. Nereden nereye. Memleketimden İnsan Manzaraları’nda, Çankırı’nın ilçesi Çerkeş’in Kabak köyünde olmayan tonla şey, Hatay’ın ilçesi Yayladağ’ın Güveççi köyünde var bugün. Televizyon, cep telefonu, videolar, kişisel YouTube kanalları, yemek programları, Instagram’da 1.5 milyon, TikTok’ta 2 milyon takipçi. Bazı bakımlardan inanılmaz derecede farklı bir Türkiye. Amagene alabildiğine yoksul bir köy ekonomisi.Ve ölüm, gene 19 yaşında, gene göçükle.
Terakki mi? Eh, evet, kuşkusuz terakki. Ama Nâzım’ın merdiveni mi? Hani aktarmıştım ya, Asrî Yusuf’a dediklerini: “Bir merdiven çıkıyoruz, diye düşün / basamaklar, son basamak, / kapı, / kapı açılacak, / — kendiliğinden değil, / biz açacağız elbette — / gireceğiz eve: / rahat, / sıcak.”
İşte orası çok şüpheli.