2010-2011 sezonundan bu yana her Trabzonspor-Fenerbahçe maçını, şike sonucu mağdur edilen Trabzonspor’un “Tatmin edilmemiş adalet arayışı’’ eşliğinde izlerim. Kimi maçlarda bunu gördüm, kimi maçlarda adalet arayışının tozuna bile rastlamadım. Ama hep umutla bekledim.
Çünkü, total olarak özü itibarıyla oyunlar, akli şeyler değil, duygusal reaksiyonlardır. Oyunun işçiliğini akıl üstlense bile, oyunun amacı her zaman duygu olmuştur. Oyun ya da oyunlar duygu meyveleridir ve onları var eden temel de bu duygudaşlıktır.
2010 ve 2011 sezonunda Trabzonspor’un kalbi kırıldı. Daha doğrusu Fenerbahçe, şike yoluyla Trabzonspor’un kalbini kırdı. Kalbi kırık bir mağdurun, egemen efendiyle kapışması, doğal olarak duygusal hikayeler üretir. Ya da benim gibi iyi futbol dilencileri bu hikâye beklentisi içinde maçı izlemeye çalışır.
Maçın başlangıç düdüğüyle birlikte, Trabzonspor ‘rakibini alt etmek için hayatını riske eden o şövalye’ gibi oynamadı ya da bu maçı ve maçın talebini öyle yorumlamadı. Sahada mağduriyetin enerjisi hiç yoktu. Sanki Trabzonspor şikeci rakibiyle helalleşmiş gibi, saf akla dayanan bir oyun oynadı. Adalet arayışından, tatmin duygusundan zere eser kalmamış gibiydi. O hesap kapanmış ve yeni bir sayfa açılmış gibiydi.
İsmail Kartal Fenerbahçe’sine karşı bu kadar sinik ve ürkek oynamak, şampiyon olmayı, adaletin tecellisinden daha çok istemek anlamına geliyor. Maçın hiçbir anında ben direniş ve isyan duygusuna şahit olmadım.
Fenerbahçe çok erken bir zamanda on kişi kaldı ve Trabzonspor yine erken sayılabilecek bir vakitte 1-0 öne geçti. Buna rağmen Trabzonspor oyunun inisiyatifini ele geçiremedi ve tarihsel fırsatı büyük bir zafere dönüştürecek arzuyu sergileyemedi. Bu düşüncemin çok basit bir nedenler zinciri var.
Trabzonspor topa sahip olduğu her pozisyonda, topun yönünü kendi kalesine çevirdi. Birinci bölgeden ikinci bölgeye geçmek neredeyse unutuldu. İkinci bölgeye atılan kimi toplar bile otomatik olarak, tekrar birinci bölgeye döndü. Abdulkadir Ömür hariç hiçbir topçu, Fenerbahçe’yi cepheden yarmayı ya hiç düşünmedi ya da buna yeltenmedi.
Hücum planlaması da böyle tasarlanmıştı. Fenerbahçe baskı kuracak ve bu baskıdan doğan boşluklar kontra olarak değerlendirilecek. Bir kere bu düşünce bile, rakibiyle travma yaşamış bir takıma prangalar bağlamak anlamına geliyor. Üstelik Fenerbahçe ortaya hiçbir şey koyamamışken. Fenerbahçe örgülü bir oyun oynamadı. Onlar haksız birinin asabiliğiyle oynamaya çalıştılar. Oyunları ve planları çok basit ve çocukçaydı. Hiçbir yaratıcı kurgusu yoktu. Üç pasın nereye varacağı bile hesaplanmamıştı.
Trabzonspor’un karşısında böyle bir Fenerbahçe vardı ve Trabzonspor, bu rakibe ahlaki açıdan büyük bir ders vermek yerine, hanesine yazacağı o bir puanla ilgilendi. Simon Kuper’in dediği gibi “Futbol asla sadece futbol değil’’.
Futbol şövalyece bir başkaldırıcıdır. Futbol, adalet talep etmektir. Futbol, kalp kırıklığı için tatmin edici bir ruhu sahiplenmektir.
Trabzonspor’un büyük mağduriyete rağmen lige devam etmesini anlarım ama Fenerbahçe maçlarında, puan ihtiyacına göre sınırlandırılmış oyunları anlamam imkânsız. Eğer amaç sadece şampiyonluk ise, hayırlı olsun ve duygudaşlığımız burada sona erer.
Ben Trabzonspor’a isyan ateşi gözüyle bakıyordum. Meğer kor olmuş da haberimiz yokmuş.