Erkekler ve özellikle de bu toprakların erkekleri ağlamaz elbet, ama ben ağlarım ve beni hiç sekmeden her seferinde ağlatan şey aşk sahneleri, hüzünlü durumlar, bahtsızlıklar değil, dayanışma sahneleridir. Hiç dayanamam, insanların biraz beklenmedik bir şekilde ve hiçbir karşılık beklemeden, hatta kendilerini de tehlikeye atarak yardımlaşması derhal ağlatır beni.
Kirk Douglas’ın oynadığı Spartaküs filmindeki ünlü sahneyi her izlediğimde, defalarca izlemiş olmama rağmen, tekrar ağlarım.
Köle ordusu Roma kapılarının önünde yenilmiştir. Yenik ordunun köle/askerleri yolun iki yanında çimenlerin üzerinde oturuyordur. Romalıların asıl derdi köle isyanını başlatan ve başını çeken Spartaküs’ü ele geçirmektir, ama kim olduğunu, neye benzediğini bilmiyorlardır. At sırtında Romalı bir subay kölelere ilan eder: Spartaküs’ü teslim ederlerse serbest bırakılacak ve özgür vatandaş olacaklardır. Etmezlerse, bulundukları yerden Roma’ya kadar bir metre aralıklarla hepsi çarmıha gerilecektir. Subay sözlerini bitirdiğinde Kirk Douglas oturduğu yerden kalkar, “Ben Spartaküs,” der. Kısa bir sessizlik. Sonra yaralı ve ufak tefek bir köle yavaşça ayağa kalkar, “Ben Spartaküs,” der. Sonra bir başkası. Ve bir başkası… Romalı subayın şaşkın bakışları altında birer birer bütün köleler ayağa kalkar, “Ben Spartaküs,” der.
Böyle yaptıkları için hepsi ölecektir. Ama Spartaküs’ü Romalılara vermemişlerdir!
Bir sonraki sahnede, uzun yol kenarı boyunca tek sıra hâlinde arka arkaya çarmıha gerilmiş köleler görünür. Beni etkileyen, üzen, ağlatan bu yenilgi ve ölüm sahnesi değildir ama. “Ben Spartaküs” diyenler ağlatır beni: Sıradan insanların insanlığı, dayanışması, kendisi zor bela geçinirken başkasıyla yardımlaşması…
Her büyük felakette olduğu gibi, bu sefer de bu dayanışmanın sayısız ve sınırsız örneklerini gördük.
Serbestiyet’te Yunus Emre Erdölen, “Teşekkürler yabancı: Her nereden geliyorsan, her nereye gidiyorsan” başlıklı yazısında devletlerin yaptığı resmî yardımları şöyle özetlemiş:
“‘İngiliz uşağı’ hakareti afet bölgesinde eski bir milletvekili tarafından kullanılırken İngiliz arama kurtarma ekipleri Hatay’da çalışıyor. Katar, Türkiye için yardım gecesi düzenliyor, milyonlarca dolar yardım yapıyor, özel konteyner yolluyor. İsrail 450 kişilik ekibiyle sahada, sahra hastaneleri kuruyor, insanları enkazdan çıkarıyor, çalışılması dinen yasak olan Şabat gününde bile özel fetva ile faaliyetlerine devam ediyor. Meksika’dan El Salvador’a, Çekya’dan Kazakistan’a geniş bir coğrafyadan gelen insanlar Türkiye’nin umudu için kazıyor. İşgal altındaki Ukrayna da, işgalci Rusya da Türkiye’ye ekip yolluyor. İran ve İsrail’den gelen yardım uçakları havalimanına aynı anda iniyor. Belki iki ülkenin bayrağı ilk kez yan yana geliyor. Ermenistan ile kapanan sınır kapısı 35 yıl sonra yardım TIR’ları için tekrar açılıyor. Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Barzani, Türkiye’ye geliyor, IKBY onlarca iş makinesi ve yardım yolluyor.”
Kısacası, “Dışişleri Bakanlığı’nın açıklamasına göre, Türkiye’de yaklaşık 75 ülkeden gelen 9 bin yabancı personel arama kurtarma çalışmalarına yardım etti, ediyor.”
Ama beni asıl etkileyen, bana dokunaklı gelen, insanlığımı bana hatırlatan bu resmî yardımlar olmadı. Devletlerin birbirlerine yardımları hiçbir zaman karşılıksız değildir. Muhakkak bir karşılık beklentisi vardır, diplomatik bir avantaj veya bir propaganda fırsatı elde edilir.
Sıradan insanlar ise sırf yardıma ihtiyaç duyan insanlar olduğu için harekete geçer, fedakârlık eder. Yardıma ihtiyaç duyan insanlar olduğu için, ülkeler veya devletler değil. Dolayısıyla, yukarıda alıntıladığım “geniş bir coğrafyadan gelen insanlar Türkiye’nin umudu için kazıyor” cümlesi tümüyle yanlış bence. Kimse Türkiye’nin herhangi bir şeyi için kazmıyordu, insanlara yardım etmek için kazıyorlardı.
“Türkiye’ye gelen Yunan doktor Sokratis Dukas, arama kurtarma çalışmaları sırasında 7-8 yaşında bir çocuğun kendisine bir kutu bisküvi verdiği ânı anlatırken gözyaşlarını tutamadı.” Yunan televizyonunda olayı anlatırken adam konuşamadı. O küçük çocuğun cömertliği ve sevgisi karşısında doktor da ağladı, ben de.
“Urfalı tatlıcı abilerimiz tezgâhlarını yüklemiş Adıyaman’a gelmişler. Tatlı yapıp dağıtıyorlar. Amasyalı oduncu abilerimiz de bir kamyon odun yüklemiş soğukta kalanlara dağıtıyorlar. Millet, milletin yaralarını sarıyor.” Bu tweet’i okudum ve etkilendim. Ama sokakta tatlı yapan delikanlıların fotoğrafını görünce alt dudağım titremeye başladı.
“İsrailli Yosefit, ekibi İsrail’e dönmesine rağmen, Aras’ı yalnız bırakmadı ve her gece Aras’ı kucağında uyutuyor.” Ve yine bir fotoğraf: Hastane odasında ufak bir çocuk iskemlede oturan kadının kucağında mışıl mışıl uyuyor. İsrail devletinin gönderdiği resmî yardım ve ekipler bir yana, bu kadının yaptığı bir yana.
Doktor Sokratis Dukas, “Urfalı tatlıcı abilerimiz” ve “İsrailli Yosefit”, ayağa kalkmış ve “Ben Spartaküs” demiş. Kâr hırsıyla çürük bina inşa ettiren kapitalizme inat, hiçbir kâr beklentisi olmadan harekete geçmişler. İnsan toplumlarının farklı bir şekilde örgütlendiği başka bir dünyanın mümkün olduğunu kanıtlamışlar.