Hemen her sabah evimden çıkıp ofisime gelirken trafik ışıklarına takılıyorum. Yeşil ışık görsem geçiyorum, kırmızı görürsem duruyorum. Her gün yaptığım rutin faaliyetim olan işime gitme esnasında kırmızı ışıkta beklemek bazen çok can sıkıcı oluyor ama kurallara uymak toplum halinde yaşamanın gereği. Toplum sözleşmemiz olan Anayasamızla kendi seçtiğimiz temsilcilere hukuka uygun kurallar koyma yetkisi tanımışız ve kurallara uymamanın yaptırımları da kanunlarla belirlenmiş. Kırmızı ışıkta durmazsak ne ceza ödeyeceğimiz belli. Kırmızıda durmadığımız için bir kazaya sebebiyet verirsek, Allah korusun yaralanma ya da ölüme neden olursak yaptırımları belirli. Dileyen kanunları okuyup öğrenebilir yaptırımları. Kanunlar açık, belirli, öngörülebilir olunca duracak mıyız, geçecek miyiz, karar verebilir, hayatlarımızı, davranışlarımızı, hatta yatırımlarımızı programlayabiliriz.
Yeşil herkese yeşildir, kırmızı da herkese kırmızıdır. Anayasamızın 10. Maddesi “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir” der. Kırmızı ışıkta geçen herkes eşit şekilde cezalandırılır. Yeşil ışıkta geçenlere ise elbette yaptırım olmaz, olması düşünülemez.
Daha önce trafik ışığı olmayan bir kavşağa ışık yerleştirilip, yeşil ve kırmızı ışık düzenlemesi yapılabilir. Yeni ışık düzenlemesi yapılan kavşaktan ışık konulmazdan evvel geçenlere ceza yazılması fazlasıyla absürt olur. Kırmızı ışığın olmadığı her yerde ve her zaman diliminde yeşil ışık var kabul edilir. Kanunlar geriye yürümez. Anayasamızın 38. Maddesi ve Türk Ceza Kanununun 7. Maddesi kanunların geriye yürümeyeceğini, kanun yoksa, yani kırmızı ışık yoksa ceza verilemeyeceğini düzenler. Ceza yargılamasında sarı ışık yoktur, çünkü tereddüde yer yoktur. Şüphe varsa sanık yararlanacağı için varsa tüm ara renkler yeşil kabul edilir. “Kırmızı ışık” fiillerin yasak veya suç olarak nitelenmesi hali kanunlarla ya da kesin hüküm niteliğindeki yargı kararlarıyla belirlenebilir. Ülkemizde “nadiren” rastlasak da bir mahalle muhtarı örneğin mahalledeki düğünlerde kadınlarla erkeklerin birlikte eğlenmelerini yasaklayamaz.
Yıllardır belki de psikoloji biliminin konusu olabilecek bir problem yaşıyorum. Rutin ve yasal bir faaliyet olarak arabamı kullanırken ve her yeşil ışıkta durmaksızın geçerken, devletim yıllar sonra “sen yeşil ışıkta geçmişsin ama o yeşil görünümlü kırmızı ışıktı ve bunu bilmen gerekirdi” diyerek beni cezalandırır mı diye tereddüt hissediyorum. Bir de başkaları için yeşile yeşil derler ama sadece benim için yeşil görünümlü kırmızı ışık derler mi diye de korkuyorum. Yeşil ışıkta geçsem mi, dursam mı diye tereddüt yaşayıp yavaşlayınca trafiği de aksatıyorum. Benzer problemi etrafımda çok sayıda insan yaşıyor ve bu haliyle de sosyolojinin ilgi alanına girebilir. Sosyal psikologlar suç olmayan faaliyetlerin suç gibi algılanmasına bir açıklama getirilebilirler umarım.
Yaşanan tuhaf psikolojinin sebepleriyle ilgili fikirlerim var elbette. Yıllardır süregelen yargılamalar ve yaşananları temel nedenler olarak görüyorum. Uzağa gitmeden iki örnek vereyim.
Arkadaşım ve müvekkilim, beraat ettiği Büyükada davasından da tanıdığınız Dr. Günal Kurşun çok iyi bir ceza hukukçusu ve insan hakları savunucusudur. Akademiden ihracı sonrasında OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu başvurusunu 2022 yılında reddetti. İdari yargıda iptal davası açtık. İdari yargı geçtiğimiz günlerde davamızı reddetti. İdare mahkemesinin kararından bir alıntı yapayım:
“Bu kapsamda, davacı hakkında Adana 13. Ağır Ceza Mahkemesince “silahlı terör örgütüne üye olmak” suçunu işlediğinden bahisle yürütülen kovuşturma sonucundan verilen beraat kararında; “…Sanık Günal Kurşun’un, Çukurova Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza Usul Hukuku Anabilim Dalında Yrd. Doç. Dr. olarak görev yapmakta iken 675 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile kamu görevinden çıkarılmasına karar verildiği, örgüte müzahir Today’s Zaman gazetesinde köşe yazıları yazan sanığın Zaman ve Bugün gazetelerinde de haberlere ilişkin yorumlarda bulunduğu”
Yargımıza sorular soralım. Aslında herkese soralım. Zaman ve Bugün gazetelerinde onlarca kişiyle birlikte haberlere ilişkin yorumlarda bulunmak konusunu sormaktan utanırım, o kadar da değil deyip geçeyim. Mahkemenin asıl anlam yüklediği Today’s Zaman gazetesinde (İngilizce) köşe yazıları yazmak suç mudur, değil midir? Today’s Zaman gazetesinde yazı yazmak eylemi için kırmızı bir ışık var mıydı? Ben hatırlamıyorum ve arıyor soruyor bulamıyorum. Peki diyelim ki bir ışık vardı, köşe yazısı yazan herkes için aynı renkte miydi? Kişiler üzerinden örnek verelim mi?
Dr. Günal Kurşun Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı ve Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü sıfatıyla görev yapmış olan ve MİT Başkanlığı görevine atanan İbrahim Kalın ile aynı gazetede, çok zaman da aynı sayfada köşe yazısı yazmıştı. Hatırlarsanız o dönem Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü olan İbrahim Kalın, 28 Kasım 2019’da Alman yayın kuruluşu Deutsche Welle’nin “Conflict Zone” programında gazeteci Tim Sebastian’ın sorularını yanıtlamıştı. Kalın, Sebastian’ın “Belki siz de yargılanırsınız sonraki hükümet geldiğinde. Bu hiç aklınızdan geçti mi? Gülenci bir gazetede çalışıyordunuz. Zaman’da” ifadesi üzerine şu yanıtı vermişti: “Onlar için çalışmadım, orada yazdım, arada fark var.”
Gazete için yazmak ve çalışmak farklı olabilir ama bildiğim kadarıyla bahsi geçen zaman dilimleri için ceza yargılamasına konu olabilecek bir fark değildir bu. Gazete için yazmak da çalışmak da hukuken kırmızı ışık yakılmış eylemler değildir.
Peki, İbrahim Kalın sorun yaşamazken Dr. Günal Kurşun neden yargılandı? Yargılansa da beraat etmiş ya denebilir. Beraat etmiş olmasına karşın neden işinden oldu Dr. Günal Kurşun? Akademisyenlik yapmaya engel bir “irtibat/iltisak” garabeti Cumhurbaşkanlığı Sözcülüğü için engel değil midir? İbrahim Kalın’ın MİT Başkanlığı görevine atandığı günlerde idare mahkemesi nasıl oldu da ağır ceza mahkemesinin kesinleşen beraat kararını da görmezden gelerek kamu görevinden çıkarma işlemini hukuka uygun buldu? İbrahim Kalın için yeşil olan Dr. Günal Kurşun için yeşil görünümlü kırmızı mı?
Today’s Zaman gazetesindeki yazıların İngilizce olması nedeniyle karışıklığa neden olmuştur şeklinde kimsenin gülemediği soğuk espriler yapıldı arkadaş ortamlarında. İçinde yaşıyor olmasak eğlenceli olur muydu, bilmiyorum. Okuyucuların da bu espriye gülebildiğini sanmıyorum. Ancak ortak bir dilde anlaşabilmek çok önemi son derece açık. 2003 yılında ilki düzenlenen Türkçe Olimpiyatlarını herkes bir şekilde hatırlar. İnternet sayfaları erişilebilir olmasa da internet arşivleri herkese açık. Türkçe Olimpiyatları internet sayfalarında Olimpiyatların Amacı (https://web.archive.org/web/20090117225029/http://www.turkceolimpiyatlari.org/index.php?option=com_content&task=section&id=15&Itemid=131 ) “Kültürel değerlerin “İNSANLIK” ortak çatısı altında gün yüzüne çıkartılması ve kopuk ilişkilerin aşılarak diyalog köprülerinin kurulması aynı dili konuşmakla mümkün olacaktır” cümlesiyle açıklanmaya başlıyor; “Güzel Türkçemize hizmet adına çıktığımız bu kutlu yolda dünyanın her rengine ve her iklimine hitap ederek SEVGİ, HOŞGÖRÜ ve DİYALOG kapılarının aralanmasına katkıda bulunmayı ümit ediyoruz” cümlesiyle sonlanıyor.
Bir iş insanının “terör örgütü üyeliği” suçlamasıyla yargılamasından bir kesit paylaşayım. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı soruyor: “Türkçe Olimpiyatlarına 20 bin dolar bağışta bulunmuşsun? Neden yaptın bunu?” İş insanının cevabı çok ilginç: “Efendim, … Bakanımız aradı, bağış yapmamı istedi. Daha fazla bekleniyordu ama ben bu kadar yaptım” (SEGBİS kayıtlarına Bakan beyin ismi yazılmadığı için ben de açıktan yazmadım). Yargılamaya konu bağışın yapıldığı yıl 10. Türkçe Olimpiyatlarında, 2012 yılında madeni 1 Türk Liralarının bir yüzünde Atatürk resmi yerine Türkçe Olimpiyatları logoları basılarak hatıra nitelikli madeni tedavül parasından 1 milyon adet basıldıktan bir yıl sonra, yani 2013 yılı. 2013 yılında 11. Türkçe Olimpiyatlarının kapanışı İstanbul Atatürk Olimpiyat Stadı’nda yapılmış (https://www.haberturk.com/gundem/haber/852826-11-turkce-olimpiyatlari) .
Türkçe Olimpiyatlarına katılan, bir şekilde görüntü veren herhangi bir kamu görevlisinin asgari olarak ihraç edildiğini söylemeye gerek yok. Bağış yapanlar ise iş insanı örneğinde olduğu gibi genellikle yargılandılar. İbrahim Kalın’ın MİT Başkanlığı görevini kendisinden devraldığı Hakan Fidan’ın Türkçe Olimpiyatlarını eğlenerek izlediği görüntüler sosyal medyada gündem oldu (https://twitter.com/hcimsit/status/1681230397386940417?s=20 ). Paylaşılan videoda bir de yazı var: “Türkçe Olimpiyatlarında önde oturan Hakan Fidan BAKAN oldu. Arkadaki sıradan vatandaşlar hapiste!” yazılmış. Haklılık payı var mı? Sosyal medyada görüntünün yayılmasına gerek var mıydı? Hakan Fidan’ın Türkçe Olimpiyatlarında izleyici olarak değil bazı yıllarda tertip komitesinde yer aldığı zaten biliniyordu. İnternet arşiv sitelerine de gerek yok. Wikipedia sitelerinde kimler tertip etmiş, kimler jürilerde yer almış, kimler desteklemiş, sıralı tam listeler halinde mevcut. Dilerseniz 2007 yılında yani 5. Türkçe Olimpiyatlarında tertip heyetinde yer alan Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı (TİKA) Başkanı Hakan Fidan ile birlikte hangi siyasiler, bürokratlar, iş insanları, akademisyenler, tanınmış kişiler bulunmuş inceleyebilirsiniz (https://tr.wikipedia.org/wiki/5._Uluslararas%C4%B1_T%C3%BCrk%C3%A7e_Olimpiyatlar%C4%B1).
Aynı soruyu tekrar soralım. Türkçe Olimpiyatlarına katılma, bağışta bulunma, organizasyonunda yer alma eylemleri için “kırmızı ışık” yakıldığını hatırlamıyorum. Peki sıradan vatandaşa, sıradan bir kamu görevlisine yeşil görünümlü kırmızı ışık olan faaliyetler, sıralı tam listesini verdiklerimiz için neden yeşildir?
Başka kriterler için başka örnekler vermeye gerek var mı?
Renk körlüğü hastalığında genelde yeşil ve kırmızı renkler karıştırılır. Yargının tarafsızlığı tarif edilirken, “hakimler renk körü olmalıdır” benzetmesi yapılır ama benzetme ile amaçlanan yeşili ve kırmızıyı karıştırsınlar değildir. Hakimlerimiz karşılarına gelenlerin renklerine bakmaksızın kanun önünde eşitliğe uygun olarak karar vermelidir. Sanık ya da uyuşmazlığın taraflarının renklerine karşı “renk körü” olması gereken, hiçbir ayrımcılığı kabul etmemesi gereken yargımız, kişiye göre eylemin hukuka uygunluğu için farklı düşünebiliyor, farklı kararlar alabiliyorsa buna ne diyebiliriz? Aslında herkese yeşil olması gereken ışık, birilerine yeşil, birilerine yeşil görünümlü kırmızı oluyorsa, hayatımız nasıl öngörülebilir olacak? Yeşil görünümlü kırmızı ışık yargılamalarıyla günün birinde yüzleşme riskini nasıl bertaraf edeceğiz? Nasıl tereddüt etmeden davranışlarımızı belirleyebilecek, yaşayabileceğiz?
Belki de yeşil ve kırmızı renklerin “karıştırılması” ortak bir hukuk dili ve anlayışı oluşturamamış olmaktan kaynaklanıyordur. Yeşile yeşil, kırmızıya kırmızı diyememekten, Türkçe dilinde de anlaşamamaktan kaynaklanıyordur hukuksuzluklar. Yoksa zaman göre, kişiye göre değişen renklerle hayat bir keşmekeş olurdu, değil mi?