Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIYeni bir sol mümkün, inşallah: Zohran Mamdani, nasıl kazandı?

Yeni bir sol mümkün, inşallah: Zohran Mamdani, nasıl kazandı?

Uganda doğumlu Hint Müslüman göçmen ve Filistin aktivisti Zohran Mamdani, artık resmen Demokrat Parti’nin New York belediye başkan adayı. Kasım 2025’teki genel seçimlerde kazanıp kazanmayacağı meçhul, çünkü Cumhuriyetçiler ve İsrail destekçisi Demokratlar şimdiden Zohran’ın kaybetmesi için kolları sıvadı, sınırdışı edilmesini isteyenler bile var. Fakat Zohran şimdiden kazandı. Zira tüm dünyaya yeni bir solun, yeni bir siyasetin mümkün olduğunu gösterdi. Cami cemaatlerine sosyalizm anlattı, gündelik hayata dokunan somut vaatleri eğlenceli bir şekilde anlattı, ünlü mankenlerle TikTok çekti, 21 bin kişilik bir saha ekibiyle kapı kapı dolaştı, Trumpçıları dinledi, Gazze’nin sesine kulak verdi, posterindeki font seçimini bile siyasi mesajıyla uyumlu hale getirdi. Zohran Mamdani, siyasete dair her türlü ezberi bozarak adaylığı kazandı ve küresel bir fenomene dönüştü.

Hudson Nehri’nin ağzında bulunan Ellis Adası, bir zamanlar sadece New York kentinin değil; bir göçmen ülkesi olan ABD’nin de giriş kapısıydı. Avrupa’dan gelen milyonlarca göçmenin heyecanlı macerası bu adada başlıyor, gemiler gerekli kontrollerin yapılması için yüzlerce göçmeni bu adada indiriyordu. 

Ellis Adası’nda göçmenler sağlık kontrolünden geçiyor

Fakat 106 yıl önce bir Aralık gecesi 04.00’te Ellis Adası’na Amerika’nın resmi hikayesini ters yüz edercesine ABD’ye gelen değil, ABD’den sınır dışı edilen göçmenleri taşıyan bir gemi yanaşmıştı: USAT Buford.

Buford tipik bir Amerikan askeri gemisi olmasına rağmen kamuoyunca “The Soviet Arc” (Sovyet gemisi) olarak adlandırılmıştı. Zira 21 Aralık 1919 gecesi, 249 Rus göçmeni anarşist veya komünist oldukları gerekçesiyle elleri ve ayakları zincirlenmiş bir şekilde sıraya dizilmiş ve Rusya’ya toplu bir şekilde sınır dışı edilmek için Buford gemisine bindirilmişti. Gecenin 4’ünde Kongre üyelerinin, bakanların adaya kurulan özel protokolden heyecanla izlediği bu toplu sınırdışı işlemi, Çarlık Rusyası’nı yıkan Bolşevik Devrimi’nin ABD’ye yayılmasından korkan antikomünistlerin başlattığı “kızıl avı” için görkemli bir gözdağı şöleniydi. 

Bu şölenin baş mimarı Wilson hükümetinin Adalet Bakanı Demokrat Partili Mitchell Palmer’dı. Gözü zirvede olan Palmer, Bolşevik Devrimi’nden korkan elitlerin desteğini kazanmak için ülke çapında artan sendika ve grev hareketini, siyah protestolarını ve özellikle İtalyan göçmeni anarşistlerin (hakaret olarak değil, gerçekten anarşistler) düzenlediği mektuplu bomba saldırılarını gerekçe göstererek olası bir “kızıl darbe” komplosunu gündeme getirmişti. Palmer için dönüm noktası evine yollanan bombalı bir paket olmuştu. İtalyan anarşist önder Luigi Galleani’den etkilenen anarşistler, Palmer’in evine iki defa bombalı paket yollamış, Palmer ve ailesi ikinci saldırıdan kıl payı kurtulmuştu. Palmer, bunun üzerine “Palmer baskınları” olarak anılan korkunç bir cadı avı başlatmış, özellikle sol eğilimli olduğu düşünülen Doğu Avrupalı Yahudi göçmenlerin, ABD’deki komünist parti ve örgütlerin toplantıları basılmış, binlerce Amerikalı ve göçmen soyut gerekçelerle toplu bir şekilde gözaltına alınmış ve Amerikan vatandaşı olmayanlar sınır dışı edilmişti. Doğu Avrupalı göçmenlerin müzik korosu provaları, evde yapılan toplantılar, kermesler, özel etkinlikler ani bir şekilde basılıyor, polisler herkesi toplu bir şekilde somut bir değerlendirme olmaksızın gözaltına alıyor, vatandaş olmayan göçmenler sadece komünistlerle veya komünist eğilimli örgütlerle soyut bağlantıları olduğu, aynı ortamda tesadüfen bulundukları gerekçesiyle apar topar sınır dışı ediliyordu. Palmer, üç ay içerisinde 36 şehirde 6000 kişiyi tutuklatmış, 556 göçmeni sınır dışı etmişti. Hükümet yetkililerin antikomünizm dışındaki bir diğer motivasyonu da antisemitizmdi. Zira Amerikan sağcıları, Doğu Avrupa’dan ABD’ye göç eden Yahudilerin bir kızıl devrim yapmak amacıyla toplu bir şekilde geldiğinden şüpheleniyor, Avrupa’da giderek yükselen aşırı sağcı fikirlerin etkisiyle Yahudilere karşı “hain, güvenilmez” gibi önyargılarla yaklaşıyordu. Doğu Avrupa’dan göç eden Yahudilerin de gerçekten işçi sınıfına ve sola yakın olması bu tutumu giderek arttırıyordu. Nitekim bu baskınlarda en çok Doğu Avrupa göçmeni Yahudiler, özellikle Rus Yahudiler mağdur olmuştu. 

Baskınlar sırasında yerle bir edilen bir sendika şubesi

İşte soğuk bir Aralık gecesi toplu bir şekilde sınır dışı edilen bu 249 göçmen, Palmer baskınlarının ilk mağdurlarıydı. Bu mağdurlar arasında “Amerika’nın en tehlikeli kadını” da bulunuyordu: Anarşist ve feminist yazar/aktivist Emma Goldman. Goldman eşcinsel haklarından feminizme, anarşizmden işçi haklarına zamanın koşullarına göre ABD’nin en radikal ve ileri fikirlerini savunan cesur ve güçlü bir kalemdi. Rusya kökenli bir Yahudi olan Goldman aslında Amerikan vatandaşıydı. Sonradan ABD vatandaşlığı kazanan bir göçmenle evlenmiş ve bu evlilik vesilesiyle vatandaşlık kazanmıştı. Goldman 1. Dünya Savaşı karşıtı eylemleri nedeniyle defalarca tutuklanmış, hapis yatmış, gözaltına alınmış, en saçma komplo teorileri temel alınarak sayısız kez sorgulanmış, hayatı boyunca evine gelen her mektubun açılıp okunduğu sıkı bir takibe alınmıştı. 

Emma Goldman

Goldman, Palmer baskınları sırasında özellikle hedef alınarak tutuklanmış, tutuklandıktan hemen sonra vatandaşlık alırken bazı belgeleri hatalı verdiği ileri sürülerek önce eşinin vatandaşlığı iptal edilmiş, böylece çıkarıldığı mahkeme Goldman’ın vatandaşlığının da geçersiz olduğunu tespit ederek sınır dışı edilmesine karar vermişti. 1903 tarihli Göç Yasası’ndaki anarşistlerin ülkeye kabul edilmeyeceği hükmüne dayanarak diğer anarşist ve komünistler gibi sınır dışı edilen Goldman, mahkemede ifade özgürlüğüne dayanarak savunma yapmamış, mahkemeye ve hükümete meydan okumayı tercih etmiş ve bugünlerde üniversitelerde, liselerdeki tarih derslerinde okutulan bir konuşma yapmıştı: “Şimdilik sözde sadece yabancılar sınır dışı ediliyor. Yarın Amerikalılar da sürgün edilecek. Daha şimdiden bazı ‘vatanseverler’, demokrasiyi kutsal bir ideal olarak benimseyen Amerikan’ın kendi evlatlarının sürgün edilmesini öneriyor.”

Ellis Adası’nda toplu bir şekilde sınır dışı edilen 249 göçmenden “38 numara”: Emma Goldman

Bütün bu toplu sınırdışı işlemlerinin sonucunda komünistlerin ve anarşistlerin Doğu Avrupalı Yahudilerle birlikte organize edeceği söylenen “Kızıl Komplo” darbe planı gerçekleşmemiş, Palmer itibarını kaybetmiş, bugünün en güçlü sivil toplum örgütlerinden ACLU gibi birçok hak savunucusu Palmer baskınlarına tepki olarak örgütlenmiş, ABD “hak savunuculuğu” kavramıyla tanışmıştı. Fakat ne acı ki sınırdışı edildikten sonra hiçbir ülkede rahat edemeyen ve sık sık yer değiştirmek zorunda kalan “Amerika’nın en tehlikeli kadını” Emma Goldman’ın da kehaneti tutmuş, 106 yıl sonra göreve gelen ABD Başkanı Donald Trump’ı destekleyen radikal bir Cumhuriyetçi Temsilciler Meclisi üyesi Andy Ogles yine geçmişte olduğu gibi bir Amerikan vatandaşının görüşlerinden dolayı önce vatandaşlığının iptal edilip ardından doğduğu yabancı ülkeye sınırdışı edilmesini talep etmişti.

Andy Ogles

Her ne kadar Trump bir süredir Soğuk Savaş döneminden kalan antikomünist yasalara başvurarak yabancı öğrencilerin vizelerini İsrail’i eleştirmeleri üzerine iptal edip sınırdışı ettirmeye çalışsa da daha önce bu yasaların bir Amerikan vatandaşına karşı kullanılması pek gündeme gelmemişti. Fakat bugün ne Amerika komünistlerin zincirlenip Ellis Adası’nda sıraya dizilip yürütüldüğü o eski Amerika, ne de radikal Trumpçı Ogles’in hedefindeki Amerikan vatandaşı, Emma Goldman gibi etki gücü sınırlı bir aktivist. Ogles’in önce vatandaşlığının iptal edilip ardından Uganda’ya gönderilmesi için Adalet Bakanlığı’na resmen şikayet ettiği kişi geçen Salı günü (24 Haziran 2025) Demokrat Parti New York Belediye Başkan adaylığı önseçimlerini yaklaşık 450 bin oy alarak kazanan Müslüman sosyalist Filistin savunucusu Hint asıllı Uganda göçmeni 34 yaşındaki Zohran Mamdani.

Tarihin cilvesine bakın ki, Zohran Mamdani Cumhuriyetçilerin çok değil sadece 5-10 sene önce duyduğu zaman “komünist kızıl” diye krize gireceği sol ekonomik vaatler ve İsrail’i eleştiren herkesin “antisemit” ilan edildiği çılgın bir dönemde tavizsiz bir Filistin savunucuğuyla bir zamanlar kendisi gibi o dönemin radikal fikirlerini savunan insanların zincirlere vurulup gemilere bindirildiği New York kentinin belediye başkanı olmaya hiç olmadığı kadar yakın. Mamdani’nin elde ettiği bu sembolik zaferinin arkasında ise İsrail lobisinden Trumpçılara, renksiz bir siyaset peşinde koşan Demokrat Partili elitlerden New York sermayesine geniş kesimleri endişeye ve paniğe sürükleyen bir değişim rüzgarı var.

Zira Zohran Mamdani, ünlü solcu Hint yönetmen annesi Mira Nair’in yanağından makas aldığı, Suriyeli muhalif karikatürist eşinin kendisine aşkla baktığı seçim konuşmasıyla taçlandırdığı önseçim gecesi sadece New York siyasetini değil, Amerika’daki ve hatta dünyadaki birçok ezberi, klişeyi de alt üst etti, yeni bir solun, yeni bir siyasetin mümkün olduğunu milyonlarca insana gösterdi.

Bir nevi Emma Goldman’ın Ellis Adası’nda düşürdüğü bayrağı alıp New York Belediye Binası’nın önüne dikti.

Yeni bir soluk, tarihi bir zafer

34 yaşındaki Zohran Mamdani, zamanında diktatör İdi Amin tarafından Uganda’dan sınırdışı edilen Hint bir aileye mensup Harvardlı ünlü siyaset bilimci Mahmood Mamdani ve ünlü Hint yönetmen Mira Nair’in çocuğu. Şii mezhebine inanan dindar bir Müslüman olan Mamdani, üniversiteyi Afrika çalışmaları bölümünde bitirdikten sonra ciddi bir işte çalışmamış, rap ve hiphop dünyasına atılmış, Hint ve Asya kültürünü ti’ye alan şarkılar bestelemiş, sadece 7 sene önce, yani 2018’de Amerikan vatandaşı olmuş. Uganda’da doğan ve Güney Afrika’da büyüyen Mamdani için Filistin davasının yeri çok özel. Zira Güney Afrika’daki tecrübesinden dolayı insanların ırklarına göre farklı muamele gördüğü bir devletin ne olduğunun oldukça farkında. Bu nedenle üniversite yıllarından itibaren New York kentinde oldukça güçlü olan Filistin aktivizmin önemli bir öznesi.

Mamdani için dönüm noktası, vatandaş olduktan sadece iki sene sonra New York kent meclisine adaylığını koyması ve seçilmesinin ardından ilk iş olarak yüklü borçları nedeniyle koşullarının iyileştirilmesini talep eden New York’un önemli aktörlerinden taksicilerle birlikte açlık grevine girmesi oldu. Mamdani, kent meclisinde önerdiği yasalar veya kapsamlı projeleriyle değil; sol fikirleri ana akımlaştırmak için yaptığı konuşmalar, saha çalışmaları ile gündeme geldi; masa başında oturmak, kulis yapmak yerine sokak siyasetini tercih etti. Her ne kadar bu nedenle “hiçbir tecrübesi yok, göreve hazır değil” denilerek eleştirilse de aslında onu zafere taşıyan en önemli özelliklerinden biri de tam olarak bu. Babası da kendisi gibi New York eyaletinin valisi olan, renksiz ve klişe fikirler, sloganlarla kampanya yürüten, skandallardan dolayı istifa etmek zorunda kalan eski New York Valisi Andrew Cuomo’nun aksine Zohran New Yorklular için yepyeni, taze ve kulis oyunları ile kirlenmemiş sahici bir hikaye.

Bu hikayenin en çekici yanı ise Zohran’ın kendi hayat hikayesinde olduğu gibi tüm renkleri yan yana kucaklayabildiği, hepsine değer verdiği kapsayıcı sahiciliği.

Bir Cuma hutbesi olarak sosyalizm

Zohran Mamdani, geçtiğimiz sene New York belediye başkan adaylığını ilan ettiğinde uzun bir süre anketlerde %2-3’lerde seyretmiş, seçilme şansı sıfıra yakın görülmüş bir isimdi. Fakat Zohran, daha önceki kampanyalarda tanıştığı solcu New Yorklu aktivist arkadaşları ve yoldaşlarıyla pes etmeden adım adım kampanyasını büyüttü, sendika sendika, mahalle mahalle gezerek ekibini çeşitlendirdi. Böylece geçtiğimiz aylarda sayısı yaklaşık 21,000’e ulaşan genç bir saha ekibiyle birlikte kapı kapı gezerek vaatlerini anlattı. Fakat Zohran’ın en başından beri hiç vazgeçmediği şey, 1 milyonluk nüfusa sahip olmalarına rağmen sadece %7’sinin sandığa gittiği Müslüman New Yorklulara ulaşmak oldu. Özellikle ABD’nin siyasi destek ve askeri yardımla ortak olduğu Gazze soykırımına tepkili Müslüman Amerikalılar, Cumhuriyetçi ve Demokratların İsrail konusunda ortak duruş sergilemeleri karşısında sandığa daha da küsecekken karşılarında Cuma namazında saf tutup namazın ardından cemaat ile konuşan, destek isteyen genç bir Müslümanı buldu. Zohran, böylece ilk kez kendilerinden birini pusulada gören binlerce Müslüman New Yorkluyu heyecanlandırmış, Asya göçmenleriyle birlikte Müslümanları da sandığa taşıyacak uzun soluklu bir kampanya başlatmıştı.

Bernie Sanders gibi göreceli klasik solcular ırksal ve dini kimliklere mesafeliyken, Zohran kimliğin siyasi tercihlerdeki etkisini küçümsememiş, Müslümanların siyasi bir kimliksizlik yaşadığı bir dönemde temsil edilme güdüsünü önemsemiş, Müslümanlara ve Asya göçmenlerine özel bir kampanya yapmıştı.

Fakat dini ve etnik kimliklere seslenmek adına kendisinden de taviz vermemişti. Camilerde yine sol vaatlerini anlatıyor, farklı mecralardaki konuşmalarında odak değişse de gündelik hayattaki geçim sıkıntısının çözülmesi olan ana mesaj değişmiyordu. Nitekim tam da bu nedenle çok farklı kesimlere aynı vaatlerle ulaşmayı başardı. Cami cemaatlerine de trans bireyler için düzenlediği özel mitinginde de ücretsiz kreş, belediye marketi, ücretsiz otobüs gibi vaatlerini anlattı, farklı kesimlerden insanların ortak dertlerini kürsüye taşıdı, konuştuğu yerler değişse de mikrofondan yankılanan ses ve mesaj değişmedi.

Tabii ki Mamdani’nin ilk aşamada bu denli heyecanlı bir saha ekibini oluşturmasının esas sırlarından biri de Gazze konusundaki duruşuydu. İş insanları ve İsrail’i destekleyen siyasetçileriyle İsrail lobisinin güçlü olduğu New York kenti, sıradan halkın, gençlerin ve azınlıkların İsrail’e tepki duydukları bir tabanı bünyesinde barındırıyordu. Mamdani, taban ile tavan arasındaki bu zıtlığa karşı öfkeyi arkasına aldı. Net bir şekilde Filistin’i ana gündem haline getirdi, İsrail ile ticari bağların kesilmesini, Netanyahu’nun kente adım attığı anda tutuklanmasını savundu. Kendisine “intifada” sloganını kınayıp kınamayacağı sorulduğunda gelecek tepkileri göğüslemek uğruna bu kelimenin Holokost Müzesi’nde bile “isyan” anlamında olduğunu, Yahudilere yönelik şiddet anlamına gelmek zorunda olmadığını belirtti, bu sloganı kendisi atmayı tercih etmese de kınamadı. Belediye başkanlık münazarasında sanki New York değil Tel Aviv belediye başkanı seçiliyormuşçasına adaylar ilk ziyaretlerini İsrail’e yapacaklarını söylerken, Mamdani New York’ta kalacağını belirtti, moderatör ise belediyenin yetki alanıymışçasına Mamdani’ye “İsrail’in var olma hakkını tanıyor musunuz?” diye sordu. Mamdani “demokratik bir devlet olarak, Evet” diyince Cuomo gibi İsrail destekçilerince antisemitist ilan edildi. Seçilmemesi için 25 milyon dolarlık özel bir fon kuruldu, günün sonunda halkın iradesi milyonlarca doları da ezdi geçti.

Her ne kadar New York’ta böyle bir Filistin savunusuyla seçim kazanmak kentin sokaklarından bihaber olanlar için sürpriz olsa da aslında pek şaşırtıcı değil. Zira New York Hannah Arendt’ten bu yana İsrail karşıtı solcu seküler Yahudilerin güçlü olduğu bir kent. Mamdani’nin ekibinde de bu nedenle birçok solcu Yahudi çalışıyor. Nitekim tercihli oy sisteminin kullanıldığı önseçimde Mamdani’nin %50’yi aşmasını garantileyen de yarışı 100 bin oyla üçüncü bitiren Yahudi sosyalist Brad Lander’in kendi seçmenlerine “ikinci tercihinize Zohran’ı yazın” demesiydi. Müslüman bir sosyalistin zaferi böylece Yahudi bir sosyalistin omuz vermesiyle garantilendi. Zira Brad Lander, birçok söyleşi ve etkinlikte Zohran ile birlikte hareket ederek Zohran’a yönelik “antisemit” iddialarına da kalkan olmuştu. Genel seçim sürecinde de Brad Lander, Zohran’ı savunmaya devam ediyor. Yoldaşlık baki.

“Bana öyle bakma yoldaş, devrim gecikecek”: Zohran ve Brad

Zohran’ın zaferini getiren bir diğer hikaye de net ve gündelik hayata dokunan bir ideolojisinin olması, fakat bunu zamanın ruhuna uygun bir şekilde pazarlamasıydı.

Sosyalizm bize dededen miras

Zohran, Cortez gibi genç sosyalist isimleri Demokrat Parti’nin önseçimlerinde destekleyen köklü örgütlerden DSA (Amerikan Demokratik Sosyalistleri) ile Bernie Sanders’in 2016 ve 2020 başkanlık kampanyaları vesilesiyle tanışmıştı. Artık net bir ideolojisi vardı, hayata karşı yanıtını bulmuştu: Demokratik sosyalizm. Böylece Zohran, özellikle enflasyonun giderek arttığı, orta sınıfın bile yüksek kiraları karşılayamadığı New York’ta kendini kiracıların, evsizlerin hayat koşullarını iyileştirmek için çabalayan sivil toplumun ve sosyalist aktivistlerin içinde buldu.

Kampanyasının ana teması da bu nedenle “demokratik sosyalizm”. Her ne kadar demokratik sosyalizm Türkiye ve Avrupa’da klasik bir sosyal demokrasiye denk gelse de bu kavram tartışmasının ötesinde Zohran’ın mesajı çok net: Hayat pahalılığını düşürmek.

Zohran’ın kentin bel kemiğini oluşturan işçi sınıfına yönelik çok temel vaatleri var: Kira artışının dondurulması, belediyenin konut inşa etmesi, hem polis şiddetini azaltmak hem de bir yandan toplu taşıma ve sokaklarda insanları tedirgin eden kişilere sağlıklı bir şekilde müdahale edilmesi için toplum güvenliği biriminin kurulması, artan gıda fiyatları karşısında belediyenin beş ilçede kamu süpermarketi açıp ucuz gıda satması, otobüslerin ücretsiz ve hızlı olması, belediye kreşleri ve çocuk bakım desteğinin sağlanması. Zohran Mamdani, bu sosyal refah vaatlerini New York’un kurumlar vergisini komşu eyalet New Jersey ile eşitleyip %11.5’a çıkararak ve New York’un en zengin %1’ine %2’lik bir gelir vergisi salarak hayata geçirmeyi planlıyor. Zira Zohran’a göre bu yeni vergiler bu tarz küçük artışlarla bile belediyeye 6 milyar dolardan fazla ek gelir sağlıyor.

Zohran’ın kampanyasının başarısı sadece bu vaatlerin kendisi değil, bu vaatlerin halka aktarılması. Zohran bu vaatleri kısa cümleler ve çarpıcı renklerle posterlere taşıyor, bu vaatlerle konuşmalarını bitiriyor, gündelik sıkıntıları duymayan elit siyasetçilerin karşısında bu vaatleri somut ve net bir şekilde dile getirerek fark yaratıyor.

Kiraları dondur!

İşin ilginç yanı, Zohran’ın görsellerindeki font ve renk seçimi bile hikayesiyle uyumlu olması amacıyla bilinçli bir şekilde tasarlanmış. Hem New York’taki renkli ve genellikle göçmenlerin sahibi olduğu kioskların fiyat ve ürün tanıtım tabelaları hem de Zohran’ın Hint kökenli olması sebebiyle Bollywood afiş ve renkleri tercih edilmiş, çarpıcı renkler ve büyük fontlarla Zohran’ın kişiliği ve hayat hikayesi de posterlere yansıtılmış.

Fakat Zohran seçim sürecinde desteğini aldığı Bernie Sanders ve Alexandria Ocasio-Cortez’den kendisine miras kalan demokratik sosyalizmi seçim döneminde bir üst boyuta taşımayı da başardı ve Ezra Klein ve Derek Thompson’ın teorize ettiği “abundance” (bolluk) teorisine de göz kırpttı. Klein ve Thompson, bu kitaplarında 2024 seçimlerinde işçi sınıfını Trump’a kaybeden Demokratların ekonomik refah ve konut inşaatı, KOBİcilik, girişimcilik önündeki devlet regulasyonlarının kaldırılması gerektiğini savunmuş, farklı bir sosyal liberalizm tasarısı önermişti.

Zohran Mamdani bu görüşten etkilenerek, özellikle konut inşaatının kolaylaştırılması, buna yönelik korumacı tedbirlerin ve yavaşlatıcı regülasyonların kaldırılmasını savunuyor; ayrıca Elon Musk’ın bir zamanlar başında olduğu Verimlilik Departmanı gibi devletin gereksiz harcamalarının kısılmasını sağlayan tedbirlerin alınması gerektiğini vurguluyor. Yani tipik bir sosyalistin veya Amerikan solcusunun aksine, devlet regülasyonlarına karşı bir ölçüde tepkili. Devletin süpermarket açmasını savunuyor, fakat devletin girişimlerin önündeki regülasyonları kaldırması ve böylece ekonomik refahın engellenmemesi gerektiğini de söylüyor. Özellikle metroların hantallığı ve temiz olmaması konusuna da belediyeyi etkin çalışmamakla suçluyor ve böylece Amerika gibi özel sektöre tapıldığı, solcu olmanın Stalinci olmak gibi radikal görüldüğü kapitalist bir ülkede sol fikirleri kamu sektörünün hantallığını yok saymadan daha ikna edici bir şekilde savunabiliyor.

Nitekim bu nedenle CNN’de “kapitalizmi seviyor musunuz?” gibi tuhaf bir soruya teklemeden, hatta daha önce sola eleştirel bakanları ikna edebilecek kadar oturaklı bir cevabı çok rahatça verebiliyor.

Zohran bu tür ideolojik güncellemelerin de ötesinde tabii ki sosyal medyayı ve TikTok’u da çok etkin bir şekilde kullanyıyor. Özellikle Hint kökenli seçmene yerel dilinde ve Hint filmlerine atıf yapacak şekilde kurgulanmış tatlı ve komik bir videoyla seslenmesi seçimin en renkli anlarından biriydi.

Belki başka bir ülkedeki bir solcunun “ne işi var burada?” diyebileceği birçok ünlünün desteğini kabul ediyor, ünlü manken Emily Ratajkowski ile birlikte video çekiyor, ünlü New York şeflerinin düzenlediği özel bağış galalarına katılıyor, Vogue gibi bir dergiye poz veriyor, uzun söyleşiler yerine alternatif medyaya, gençlerin dinlediği tematik podcastlere konuk oluyor, özgün ve dinamik bir medya stratejisi benimsiyor.

Günün sonunda işte bu yeni stratejiyle büyük bir zafere imza atarak yaklaşık 450 bin insanın oyunu aldı, Demokrat Parti’nin New York belediye başkan adayı seçildi ve tüm Amerika’nın ezberlerini bozdu.

Peki kazanacak mı?

Zohran Mamdani’nin zaferi gerçekten tarihi bir olay. Mamdani, Cuomo gibi bir New York efsanesini sandıkta ezdi. Tahmin edilenin aksine genç siyahlardan ve Hispaniklerden de yoğun destek aldı, daha önce sandığa mesafeli duran Asya kökenlilerde rekor kırdı. En büyük rakibi Cuomo ise özellikle orta yaş üstü siyahların ve Ortodoks Yahudilerin yoğun yaşadığı yerlerde birinci oldu. Genel seçimde Mamdani’nin işi önceki Demokrat Partili adaylara nazaran göreceli zor. Zira eski Demokrat Partili mevcut belediye başkanı Eric Adams bu seçimde bağımsız aday. Adams, şimdiden kampanyasını “komünizme hayır” teması ve Zohran’ın antisemit olduğu iddiasıyla yürütmeye başladı bile. Adams’ın amacı kendisi gibi siyah seçmenin ve arasının iyi olduğu İsrail destekçisi Yahudilerin desteğini almak. Mağlup önseçim adayı Cuomo da genel seçim de bir şans görürse bağımsız aday olabilir, çünkü Adams geçmişte yolsuzluk iddialarına bulaşmış, Trump tarafından soruşturmasının üstü kapanmış, kentte sevilmeyen biri. Bu nedenle Mamdani’yi yenmesi çok da muhtemel değil.

Bill Ackman gibi İsrail destekçisi iş insanları ise Trumpçı olmalarına rağmen kendi aralarında bir fon oluşturup genel seçimde Mamdani’nin karşısına Cuomo veya Adams’ın aksine skandallara bulaşmamış genç bir isim çıkarmayı planlıyor. Hatta bazı Trumpçılar kırmızı kasketiyle Zohran’dan daha komünist duran Cumhuriyetçi aday Curtis’in Adams veya Cuomo lehine çekilmesini bile talep ediyor.

Curtis ve Adams

Trumpçıların Demokratların kalesindeki seçimlere bu denli müdahil olması bile Zohran’ın yarattığı paniğin boyutlarını göstermek için yeterli. Gerçekten de Cumhuriyetçiler günlerdir Zohran’ın dinine, kimliğine, göçmen olmasına saldırıyor, Özgürlük Heykeli’ni çarşaflı bir şekilde resmedip New York’a “şeriatın geleceğini” söylüyor.

Muhafazakarların kanalı Fox News 7/24 Zohran’dan bahsediyor bahsediyor ve Zohran’a saldırıyor, hatta Zohran’ın vaatlerini o kadar çok haberleştiriyor ki bazı Demokratlar Trumpçılar arasında demokratik sosyalizmin yükseleceğini söylüyor. Panik ve endişe had safhada. Zira Zohran, genel seçimleri kaybetse veya radikal bir İslamofobik tarafından suikaste uğrasa (Allah korusun) veya yarıştan kişisel bir sebepten ötürü çekilse bile çok büyük bir değişimin kapısını araladı bile.

Zohran, sandıktan umudu kesen kitleleri 2008’de Obama’nın yaptığı gibi sandığa taşımayı, daha önce kendisini pusulada görmeyenleri umutlandırmayı başardı. New York’un kenar mahallerindeki cami cemaatlerine, trans bireylere, solcu Yahudilere, eğitimli beyaz gençlere aynı anda aynı vaatlerle aynı dille seslendi, herkesi kapsayan renkli bir kampanya yaptı. Obama gibi sahici bir hikayeyle sahneye çıktı. Fakat somut vaatlere az değinen genelgeçer bir “değişim” temalı, bol hitabetli bir kampanya ile zirveye çıkan Obama’nın aksine gündelik hayata dokunan, somut vaatlere dayanan ve bu vaatleri net bir şekilde aktaran ideolojik bir kampanya ile bunu başardı. Bu nedenle Zohran’a “Müslüman Obama” demek pek doğru değil. Belki ABD’de doğmadığı için başkan adayı olamayacak, fakat Obama’dan çok daha çok daha dişe dokunur vaatlerle insanları ikna etmeye çalıştığı kesin. Zohran, Obama değil; farklı ve yeni bir siyasi fenomen.

Zohran bu yolun sonunda seçilemese de veya başarısız bir belediye başkanı olsa da büyük bir şey başardı: Yeni bir siyasetin, yeni bir solun mümkün olduğunu tüm dünyaya gösterdi. Karizmanın, ses tonunun, hitabetin küçümsendiği sıkıcı siyasetin değil, posterlerdeki yazı tipinin, renk uyumunun bile siyasi hesapla seçildiği; TikTok’un, ünlülerinin hor görülmediği, cami cemaatlerinin es geçilmediği, halkın değerlerinin küçümsenmediği, önyargıların kırılması için her türlü mecrada varlık gösterildiği bir kampanyanın nasıl yapılacağını anlattı; Trump gibilerin kazandığı her seçimden sonra uzun uzun yazılan “sol neden kaybetti?” yazılarını kaleme almayı değil, bizzat yeni bir hikayeyi sokakta yazmayı tercih etti.

Zohran Mamdani bu nedenle sadece New York’un ilk Müslüman, ilk Ugandalı, ilk sosyalist, ilk göçmen, ilk Şii, ilk eşiyle Hinge’de tanışan, ilk Suriyeli biriyle evlenen, ilk Hint kökenli belediye başkanı olmak için önemli bir adım atmakla kalmadı, aynı zamanda küresel bir karabasan döneminde dünyaya iyimserlik için bir yol haritası da sunmuş oldu.

Evet, devir Trump’ların devri. Evet, Trump tüm dünyaya “Amerika’da da bunlar oluyorsa normaldir” hissi yayarak çok profesyonel bir otoriterlik ihraç ediyor. Fakat Trump’ın estirdiği rüzgar Zohran gibi yeni isimlerin çıkmasını, solun ve siyasetin de gençleşip güncellenmesini de sağlıyor, Zohran’ın başarısı, fikirleri, konuşmaları, kampanyası da dünya başkentlerinden takip ediliyor, Zohran küresel bir fenomene dönüşüyor. Zohran, Trump’ın gündelik hayat sıkıntıları karşısında çözüm bulamayan renksiz merkez siyasete yönelik öfkenin üzerinde sörf yaptığının farkında, bu nedenle bu siyaset karşısına gündelik hayatta örgütlenen ve sokağın dertlerini dinleyen yeni bir siyaseti bizzat sokakta halk ile el ele yürütüyor, 2024 seçiminden sonra ilk iş elinde mikrofon Trump’ın oy yükselttiği mahallelere gidip Trump’a oy veren seçmeni anlamak için sokak röportajı yapıyor. Yine tam da bu nedenle zafer konuşmasında Trump’ın yükselişine neden kendi kampanyasının panzehir olduğunu Amerika’nın en popüler solcu başkanı Roosevelt’e atıf yaparak çok başarılı bir şekilde anlattı: “FDR’nin dediği gibi, demokrasi diğer birçok büyük ülkede, halk demokrasiden hoşlanmadığı için değil, işsizlik ve güvensizlikten, hükümetin kafa karışıklığı ve zayıflığı karşısında çaresizce otururken çocuklarının aç olduğunu görmekten bıktığı için ortadan kalkmıştır. İnsanlar çaresizlik içinde, yiyecek bir şeyler bulma umuduyla özgürlüklerini feda etmeyi seçiyor. New York olarak bugün netleştirdiğimiz bir şey varsa o da bu ikisi arasında seçim yapmak zorunda olmadığımızdır. Hem özgür hem eşit olabiliriz.” Trump’ı zirveye taşıyan sistematik sorunları yok saymadan, Trump gibi bu sorunların çözümünü ötekileştirici, zedeleyici ve ateşi daha da harlayıcı siyasette aramadan yükselen Trumpçılığa karşı etkin bir panzehir önerdi.

Belki de tam da bu yüzden Amerika’dan bahsederken, Amerika’yı örnek gösterirken Trump’ın hikayesi kadar Zohran’ın hikayesine de kulak vermek lazım. Sadece bize daha çok benzediğinden değil, en sahici ve belki de şansı yaver giderse en soluk vadeli hikaye olduğundan, olacağından.

Haksız mıyım?

- Advertisment -