Siyaseti, başka kimin ne deyip ne yaptığına bakmaksızın hedeflerine doğru yürümek olarak anlayanlar… Ya da aynı anlama gelmek üzere, siyasetin çok sayıdaki nispîlikler arasından tercih yapma faaliyeti olduğunu anlayamayanlar… Hayat onlara güzel!
Kendileri ve kendi ideolojileri dışındaki herkes ve her şey “mutlak yanlış” olduğu için kendileri dışındaki herkese ve her şeye mutlak olarak karşıdırlar. Katıksız, steril ideolojileri bu yolla hiç kirlenmez ve bonus olarak kendileri dışındaki herkesi ve her şeyi kirlenmiş olmakla itham etme imtiyazını elde ederler.
Ne var ki sapına kadar politik görünen bu tutum aslında sapına kadar apolitiktir; reel hayat ve reel siyaset, hükmünü onların ideolojilerinin dışında yürütür.
Fakat kendi ideolojisine sahip olanların tamamı, etrafında olan bitene, başka partilere, iktidarlara bu kadar ilgisiz değildir. Onların arasında, kendileri dışındaki partileri, iktidarları izleyenler de vardır; izlerler ve kendi siyasi hedeflerine nispeten uyan tezleri, programları ya da uygulamaları zaman zaman desteklerler, bazılarına ise temelden karşı çıkarlar. Yani bazen “hayır” bazen de “yetmez ama evet” derler. Çünkü onlar da bilirler ki “yetmez ama evet”i defterden silerek siyaset yapılamaz.
Bu ikinci grup da kendi içinde ikiye ayrılır: ‘yetmez ama evet’i siyasetlerinin bir parçası kılan ve bunu beyan edenler ile ‘yetmez ama evet’i çizgilerinin bir parçası kıldıkları halde siyasi hayatlarında buna yer vermiyormuş gibi yapanlar…
Ne var ki “mış gibi” yapsalar da bunlar son yıllarda siyasetlerini defalarca “yetmez ama evet” çizgisi üzerine kurdular. Haklıydılar tabii, çünkü temel ve en büyük siyasi hedefleri Erdoğan otoritarizmine son vermekti fakat kendi güçleriyle bunu yapabilmeleri imkânsızdı.
Nitekim 2014 ve 2018’deki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kendi ideolojilerinden fersah fersah uzak başkan adaylarını desteklediler (2014’te ‘mukeddasatçı’ Ekmeleddin İhsanoğlu, 2018’da ‘ulusalcı’ Muharrem İnce).
İkincinin üzerinde biraz duralım…
Muharrem İnce’nin şimdiki algısıyla birlikte düşünüldüğünde biraz tuhaf gelebilir ama, CHP’den umudunu çoktan kesmiş ‘CHP dışı sol’ Haziran 2018’deki cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde bariz biçimde İnce’nin ‘yetmez ama evet’çi destekçileriydi. ‘CHP dışı sol’, söylemine ve performansına bakarak o seçim öncesinde Muharrem İnce’yi haklı olarak CHP’den ayırdı, öyle ifade etmese de ‘yetmez ama evet’ diyerek onu destekledi. Ne var ki İnce seçimlerin ardından hızla ‘söyleminin adamı’ olmaktan çıktı ve bu da onları zor durumda bıraktı; daha doğrusu kendilerini utanç verici bir pozisyon içine düşmüş gibi hissettiler. Oysa utanacak bir şey yoktu; demokratik siyaset demokrasiyi geliştirme sözünü verenleri desteklemeyi ve teşvik etmeyi gerektirir. Söz veren sözünde durmazsa, sen de onun arkasında durmazsın. Ne var ki, İnce’yi destekleyen ‘CHP dışı sol’ bir zamanlar AK Parti’nin demokratik adımlarını destekleyenlere kan kusturduğu için kendi kendilerini böyle bir savunma yapma hakkından mahrum etmiş oldular.
Parantez: O dönemde çok ironik bir olay da yaşandı; daha önce yazmıştım, ama tam yerine denk geldiği için onu bir kez daha hatırlatacağım.
Eski bir ‘yetmez ama evet’çi olarak az dayak yemeyen Hayko Bağdat, en popüler olduğu bir anda Muharrem İnce’nin söylediklerini yapacak, sözünde duracak bir siyasetçi olmadığını, dolayısıyla güvenilemeyeceğini ve onu desteklemediğini yazdığında ortalık bir anda karıştı.
Hayko Bağdat’ın, ‘yetmez ama evet’ diyerek Muharrem İnce’yi destekleyenlere karşı yazdıkları, siyasetçilerin hiç değişmeyecek ‘öz’lere sahip olduğunu iddia eden yaklaşıma yakın bir yazıydı ve yanlıştı. Çünkü İnce o yazının yazıldığı dönemde hakikaten farklı bir çizgi izliyordu ve yapılması gereken o çizgiyi derinleştirmesi için onu teşvik etmek ve desteklemekti.
Fakat ne oldu? Hayko Bağdat’ın fikrine fikirle cevap verilmedi, karanlık imâlarla yerin dibine batırıldı ve bunu yapanların başında da Muharrem İnce’nin ‘yetmez ama evet’çi destekçileri geliyordu
Onların pozisyonu, Hayko Bağdat’ın pozisyonuyla kıyaslandığında hayli riskli bir pozisyondu; çünkü Muharrem İnce pekâlâ ‘yoldan çıkabilir’, onlar da böyle bir siyasetçiyi destekledikleri için elleri böğürlerinde öylece kalabilirlerdi. İyi de, ‘ya yoldan çıkarsa’ diyerek vaat edilen adımlara sahip çıkmamanın ve desteklememenin adı siyaset olabilir mi?
… Ve Kemal Kılıçdaroğlu örneği
Son üç seçimde Erdoğan’ın karşısına muhalefetin adayı olarak çıkan üç siyasetçi de yenildi ve bu, adayları ‘yetmez ama evet’ çizgisinden destekleyenlerde belirgin bir pişmanlık duygusuna yol açtı.
Fakat bu üç pişmanlıktan en yoğunu ‘Kılıçdaroğlu pişmanlığı’ oldu. Çünkü a) Kılıçdaroğlu önceki iki adaydan çok daha büyük bir umut yaratmıştı, b) dolayısıyla ona karşı çok daha az ‘ama’lı, itirazi cümle kurulmuştu, c) Kılıçdaroğlu’nun seçim sonrasında sergilediği söylem ve tutumlar öbür ikisinden çok daha büyük bir hayal kırıklığına yol açmıştı.
Durum ortada, fakat karşılaşılan tablonun yarattığı duygu pişmanlık olmamalıydı. Böyle bir tablo karşısında üzülmek normal ama pişman olmak değil. Daha doğrusu şöyle diyelim: Bir siyasi yarışta herhangi bir adayı ‘yetmez ama evet’ rezerviyle destekleyenlerin bir kısmı yenilgi durumunda üzülür, bir kısmı da pişmanlık duyar. Biraz daha açalım: ‘Yetmez ama evet’i siyasetlerinin bir parçası kılan ve bunu gizlemeyip beyan edenler yenilgi durumunda üzülürken, ‘yetmez ama evet’i çizgilerinin bir parçası kıldıkları halde siyasi hayatlarında buna yer vermiyormuş gibi yapanlar pişman olur ve içten içe utanç duyar.
Oysa pişman olacak, utanacak bir şey yok. Yukarıda dediğim gibi: Demokratik siyaset demokrasiyi geliştirme sözünü verenleri desteklemeyi ve teşvik etmeyi gerektirir. Söz veren sözünde durmazsa, sen de onun arkasında durmazsın. Böyle sözler verdiği halde ‘ya yoldan çıkarsa’ korkusuyla vaat edilen adımlara sahip çıkmamanın ve desteklememenin adı siyaset olabilir mi?