Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIYusuf ile Hıncal

Yusuf ile Hıncal

Bir Yahudi’nin, paranoid-şizoid gücünü kullanarak efelenmesi, “Ben Türk’üm, var mı bana yan bakan?” diye ortalıkta dolanması açık ki Hıncal Bey’i (Uluç) sevindirecek, ama Yusuf Bey’i (Kaplan) üzecektir. Ben ise sadece birini değil, ikisini birden üzmek isterim. Ne yapmalı? Bilemiyorum ki.

Sahaf dükkânlarında sık sık ve adeta müze gezer gibi gezindiğim için eskiden beri aklımda olan ama kahramanca direndiğim bir koleksiyon konusu var. Tek bir kitap yayınlayıp sonra kayıplara karışmış, adı bile bir daha duyulmamış şairlerin o tek kitaplarını toplama fikri çok cazip gelmiştir hep bana. Ama sandığınızdan o kadar daha çoktur ki bu tek şiir kitaplarının sayısı, evimin bütününü işgal edeceklerini bildiğim için direnir, hiçbirini almam.

Bir tanesi hariç.

Matild Alçe’nin Martı adlı, 1953 tarihli kitabını, ne yalan söyleyeyim, şairin adı nedeniyle aldım. Türkiye’de Matild isimli bir kadın ya Ermeni olur ya Yahudi. O yıllarda bu kadının kitap yayınlamış olmasını şaşırtıcı buldum biraz.

Ama asıl şaşkınlığı sayfaları çevirince yaşadım: Behçet Kemal Çağlar “Martı ya dair” başlıklı bir önsöz yazmıştı kitap için.

Çağlar ne şiirden anlar, ne edebiyattan. Bildiği, anladığı tek şey Atatürk’tür. Kendini tanıttığı bir yazısında şöyle der: “Anayurt gibi Atatürk’ü de yakından tanımak talihim var; bazı mısraları sofrasında yazdığım oldu.”

Nasıl mısralar örneğin? Şöyle:

“Atatürk! Burçlarında bekliyoruz biz nöbet;
Bizce birdir seninçin yaşamak, ölmek; emret!
Emret: Kanı çekilmiş damarlarla dolaşalım;
Bir an senin izinden saparsak kahrolalım…”

Mısraların edebî değerini isterseniz hiç tartışmayalım. Zaten Çağlar da önsözünde Matild Hanım’ın şairliğiyle çok fazla ilgilenmemiş, Türkçe yazan bir Yahudi olduğu için övmüş. Şöyle demiş:

“Eğer, iyi niyetle ve selim zevkle hareket ederse din kaydını bir tarafa bırakarak, her Türk vatandaşı, Türk dilinin zevkine ve dehasına ermekte ötekilerle yarışa çıkabilecektir:

Bana bu küçük kitap, bu güzel gerçeği müjdeliyor. Türkçeye bir Türk kızı olarak tasarruf eden ilk kadın musevi vatandaş… Kendisini candan yürekten tebrik ederim.

Bu cihet işin milliyet gayretile belirtilecek tarafı, peki ya, sanat cephesi?..”

Çağlar’ın asıl derdi kadının yazdığı şiirler değil, “sanat cephesi” değil, Yahudi bir kadının “bir Türk kızı” olarak Türkçe yazması.

Niye? Niye “Türk kızı” olmak ve Türkçe yazmak gerekiyor?

Türk çeşitleri

Türkiye Cumhuriyeti’nin nüfusu üçe ayrılır: Türk ve Müslüman olanlar, Türk olmayıp Müslüman olanlar, ne Türk ne de Müslüman olanlar.

Toplam nüfus üçe ayrılır, ama bu nüfusun Türk ve Müslüman olan kısmı da ikiye ayrılır: Türk ve Müslüman olup Müslümanlığı ön planda olanlar, Türk ve Müslüman olup Müslümanlığı takmayan ve hatta sevmeyenler. Bunların ikisi beraberce ‘millet-i hakime’yi oluşturur, ama yine de kendi içlerinde ikiye ayrılırlar.

Türk olmayıp Müslüman olanlar (yani, eğri oturup doğru konuşalım, Kürtler) için hayat kolay olmamıştır elbet, ama Türk’ten başka bir şey olduklarını vurgulamadıkları sürece çok da sorun yaşamamışlardır.

Ne Türk ne de Müslüman olanlar için ise hayat iyice zordur. Çünkü iki kısma ayrılan Türklerin hangi kısmını memnun edeceklerini, hangisinin dayatmalarını kabul ediyormuş gibi yapacaklarını, hangisine ne zaman yaltaklanmaları gerektiğini kestirebilmek zorundadırlar.

Örneklemeye çalışayım. Matild Alçe’nin sağ olup olmadığını bilemiyorum. Umarım yaşıyordur, bu yıl doksanıncı doğum gününü torunları ve torunlarının çocuklarıyla kutlamıştır.

Sabah gazetesi okuyorsa, belki Hıncal Uluç’un “Başımız sağolsun Türk Yahudisi kardeşlerim!..” başlıklı yazısını okumuştur. Türk Yahudi Toplumu Onursal Başkanı Bensiyon Pinto’nun ölümünün ardından geçtiğimiz ocak ayında yazdığı yazı.

Yazının ana fikri “Türk Yahudileri”nin ne kadar Türk olduğu. Özellikle Pinto’nun çok ama çok Türk olduğu, Türk olmayı çok sevdiği, Türk olmakla çok övündüğü. “Kimse Türklüğümden bir şey alamaz. Milliyetçiyim. Kendine ‘Türk’ diyen herkesi sarıp sarmalayan bir Atatürk milliyetçiliğidir bu” demiş Pinto.

Ve şöyle bitiyor Hıncal Bey’in yazısı:

“Böyle bir Türk’ü kaybettik işte dostlar..
Başımız sağolsun Türk Yahudi kardeşlerim..
‘Ne mutlu Türküm diyene’diyen Atatürkçü Bay Bensiyon.. Işıklar içinde uyu!.”

Anlaşılıyor ki, Behçet Kemal Çağlar gibi Hıncal Bey de Yahudilerin Türk olması, hatta Türk milliyetçisi olması gerektiğini düşünüyor. Bay Bensiyon, “Ne Türk’ü be? Benim atalarım Filistin topraklarından gelmiştir, Orta Asya’yla, Altay Dağları’yla, Asena adlı bir kurtla hiç alakamız yoktur” deseydi, Hıncal Bey’in sevgisi bu kadar yoğun olmayacaktı tahminimce.

Demek ki, Türklerin “Türk ve Müslüman olup Müslümanlığı takmayan ve hatta sevmeyen” kısmının gözüne girmek için Türk olmamız, Türkçe konuşmamız, Atatürk’ü sevmemiz gerekiyor.

Ama böyle yaptığımız takdirde Türklerin “Türk ve Müslüman olup Müslümanlığı ön planda olan” kısmını gıcık edeceğimizden korkarım.

Örneğin, üç beş gün önce Yeni Şafak’ta Yusuf Kaplan’ın yazısını okuyunca, Türk olmak bir yana dursun, Yahudilerin derhal hem bu topraklardan hem de, tercihan, bu gezegenden basıp gitmesinin istendiğini anladım. Yazı şöyle başlıyor: “NATO’nun açılımı, (açıklanmayan ve aslâ açıklanamayacak karşılığı) şu: İngiliz sinsi diplomatik zekâsı ile Yahudi paranoid-şizoid gücü arasında imzalanan saldırmazlık paktı!”

Bir Yahudi’nin, paranoid-şizoid gücünü kullanarak efelenmesi, “Ben Türk’üm, var mı bana yan bakan?” diye ortalıkta dolanması açık ki Hıncal Bey’i sevindirecek, ama Yusuf Bey’i üzecektir.

Ben ise sadece birini değil, ikisini birden üzmek isterim. Ne yapmalı? Bilemiyorum ki.

- Advertisment -