6 yaşındaki Yusuf Kerim Sayın, bir kanser türü olan Ewing Sarkom hastalığına karşı verdiği mücadeleyi kaybetti.
Yusuf Kerim, sadece çocuk yaşta yakalandığı melun hastalık nedeniyle değil, FETÖ davası nedeniyle tutuklu olan annesiyle, kanser olduğu halde görüştürülmemesi nedeniyle de kamuoyu vicdanı için bir semboldü.
Hastalık, ölüm, annesizlik… 6 yaşındaki bir çocukla yan yana gelmesi hiç istenilmeyen acılar.
Ama Yusuf Kerim, çok az kaldığı dünyada maalesef bu acıların hepsini tecrübe etti.
Artık Yusuf Kerim’in acıları, üzüntüleri dindi.
Ahretle ilgili çok fazla bilgisi olmayan fanileriz ancak Yusuf Kerim’in daha güzel bir yere gittiğine inanıyoruz, bu, tümüyle bir teselli olmasa da…
Hastalığın soldurduğu tenine, yorduğu bedenine, çocuk tebessümüne ağlamamak mümkün olmadığından, ağlayarak, rahmet diliyoruz, zaten rahmetle kuşanmış minik ruhuna…
Yine de Yusuf Kerim ile vedalaşmak öyle kolay olmuyor.
Yusuf artık geri gelmeyecek ama en azından annesi yanındayken hayata gözlerini yumduğunu bilmek bir teselli sayılabilir.
Yusuf Kerim, hiç dahil olmadığı bir güvenlik sorununun hastalıkla mücadele ettiği dönemde maalesef zararını gördü. Yusuf Kerim’in annesi, FETÖ ile ilgili örgüt üyeliği gerekçesiyle altı yıl üç ay hapis cezası almıştı ve bir dönem annesi ve Yusuf’un görüşmesi engellenmişti. O süreçte kamuoyu vicdanı bu duruma sessiz kalmadı ve kamuoyundan gelen talepler/sosyal medya çağrıları sonrası Yusuf, annesi ile görüştürüldü. Ancak hastalığı sürecinde 80 gün boyunca annesinden ayrı kalmıştı.
Bugün Yusuf’un ardından birkaç cümle kurma isteği, o isteğin altındaki derin mahcubiyet de Yusuf’un bir dönem annesiz kalmasından kaynaklanıyor.
FETÖ ile mücadele, bir çocuğun kanserle mücadelesine denk gelebilir ancak bu mücadelelerden birini, bir diğerinin önüne geçirmenin doğru olan olduğunu söylemek güç.
Türkiye’de tüm vatandaşların üzerinde hem fikir olduğu bir konu yoktur ancak FETÖ meselesi istisna, zira toplumun her kesimine olumsuz anlamda dokunmuş bir yapı olduğu için herkesin bu yapı ile görmek istediği bir hesabı var. Ve FETÖ ile mücadele etme gereği konusunda bu kapatılmamış hesaplar fazlaca mağduriyet doğuruyor.
Mağduriyet doğuran bir mesele olsa dahi maalesef mağduriyetler konusunda konuşmak da zor. Bunun nedeni, FETÖ üyeliği konusunda bazı kesimlerin böyle ciddi bir konuyu, kişisel hırsları nedeniyle araçsallaştırması, bu örgütle alakası olmayan kişileri dahi kolayca bu yapının üyesi olmakla itham etmesi ve hatta konuyla ilgili suç duyurusunda bulunabilecek kadar ileri gitmesi. Dolayısıyla hem FETÖ ile güçlü bir mücadele edilmesi gereğini vurgulamak hem de hak ihlallerinin olmaması yönünde beyanda bulunmak konusunda tüm kesimler oldukça çekimser davranıyor. 17-25 Aralık sürecinden önce dahi “paralel yapıyı” eleştirmiş, bu yapıyla hiçbir surette yan yana gelmemiş olsanız bile tabu olan FETÖ meselesinde konuşmak zor… Ama zorluk denen şey, bir çocuğun sağlığı söz konusu olduğunda çocuğun yararından yana kolaylaştırılması gereken bir mefhum.
Güvenlik politikaları yürütülürken kanser hastası çocuklar, loğusa kadınlar, hastalıkla mücadele eden insanlar, yeni doğmuş bebekler lehine kararlar almak gerekiyor çünkü bu sadece merhametin değil aynı zamanda hukuk ve adaletin de gereği.
Yusuf Kerim, uzun süre üzüntülerin sembolü oldu, hastalığın tükettiği bir çocuğun ölümünden hayır çıkmaz ama en azından artık konuşamayacak olan Yusuf Kerim’in anısına, yürek burkan vedasından bir hayır çıksın ve ağır hasta mahpuslar, hiç günahı olmadığı halde kendisine zarar gelen çocuklar mağdur edilmesin, haksızlığa uğramasın.
İktidar, FETÖ ile mücadele konusunda herkesin sorumluluğu olduğunu belirtmekle birlikte, bu konuda hiçbir esneklik gösterilmeyeceğinin, bu sorumluluğun en fazlasını üstlendiğinin sık sık altını çiziyor. Bu konuda çalışıldığı da malum ancak araya karışan ve sayısı az da olmayan mağduriyetler, bazı hak ihlalleri konusunda problemlerin olduğu inkar edilemez bir gerçek.
AK Parti ve Başkan Erdoğan’ın uzun süre iktidarda kalmasının birçok nedeni var ve bunların önemlilerinden biri, iktidarın bir süre öncesine kadar, ülkedeki asırlık problemlere, mağduriyetlere, hak ihlallerine karşı duyarlılık göstermesi, hakların iadesi için çalışmasıydı. Bugün artık öyle bir AK Parti’den pek bahsedemiyoruz ancak o günlere özlem duyan lakin her söylenenin ve hatta söylenmeyenin bile bir bedeli olması nedeniyle bu dönemde, bunu dillendiremeyen sessiz yığınlar var. Ve o günleri özlemle anıyorlar.
O sessiz yığınlar tarafından, bugün artık bizimle olmayan Yusuf Kerim, hak ihlallerine muhatap olan mağdurlar adına birkaç kelam etmenin o günlere dönüşü sağlamayacağı bilinse de bir çocuğa veda ederken, çocuklara karşı kayıtsız kalınmamasını vurgulamak insani bir ödev manası taşıyor. Çünkü artık güvenlik politikaları, güvenlikleştirici siyaset hem iktidar hem de muhalefet tarafından birinci öncelik haline gelmiş durumda, sivil toplum kuruluşlarının ruhlarına kilit vurulmuş gibi… ama bu, bir çocuğu toprağa verirken, rahmetle kuşanmış ruhuna rahmet dilerken, “benzerleri yaşanmasın” demeye mani olmamalı, öyle değil mi?