Daha uzun haliyle bu başlık, “Yüz yıllık bir parantezi adalet ve basiretle kapatmak” veya “Acılı bir tarihi geride bırakmak; yeniden birlikte ve daha güçlü bir şekilde geleceğe bakmak” şeklinde de okunabilir.
Çünkü eğer bu kez başarabilirsek, ülkeyi yüz yıldır esir alan, kötürümleştiren ve yol almasını engelleyen bir prangayı ayağımızdan söküp atabileceğiz.
MHP lideri Devlet Bahçeli’nin tarihi çağrısı, uzun, kâbuslu herkes için acılar üreten bunaltıcı bir rüyadan uyanmayı ve felaha çıkmayı sağlayacak bir değişim ve dönüşüm iradesini ifade ediyor.
On yıllar boyunca devam eden, ocaklar söndüren, bizi yoran, enerjimizi sömürüp gücümüzü tüketen ve dünyanın iri kıyım haydut devletlerinin tüm dayatma ve müdahalelerine karşı savunmasız hale getiren bir meselenin çözümü için tarihi bir aşamadayız.
“Zaman ve mekân sıkışması”
Çağrının Türk milliyetçiliğinin sembol partisinin lider isminden gelmesi herkes bakımından şaşırtıcı oldu. Yaşananların “sarsıcı,” “çarpıcı” veya “şoke edici” gibi ifadelerle anılması bu bakımdan haksız değil.
MHP liderinin Abdullah Öcalan’a şiddetin sona erdiği bir dönemi başlatacak çağrıyı yapması için alan açması tarihi bir önem taşıyor. Böyle bir adımının bu zamanda atılmasının ülkenin hem içiyle hem dışıyla ilgili makul ve anlaşılır sebepleri var.
Ülke içinde Devlet Bahçeli’nin çağrısının, meşruiyet zemini çoktan sona ermiş olan şiddete son verilmesi için harekete geçilmesi gibi bir anlamı var. Ülke dışında ise Filistin ve Suriye üzerinden ortaya çıkan gelişmelerle İsrail ve ABD’den Türkiye dahil bölgeye yönelen bir tehdit değerlendirmesinin varlığı açıklayıcı olabilir.
Özellikle Suriye’deki yeni durumun Türkiye için “açık ve yakın tehlike” arz edebilecek yönde şekillenme ihtimali, iç barışı tahkim etmeyi daha fazla ertelememeyi öğütlüyor. Rusya, İngiltere ve -kendisi de bölge ülkesi olmasına rağmen basiretsiz bir politikayla söz konusu güçlerin “böl-yönet” stratejisine uygun bir rol alan- İran’ın gireceği kapıları kapatmak, söz konusu devletlerin ayağını basacağı bir zemin bırakmamak ve Suriye’de bir kez daha kurtlar sofrası kurulmasına izin vermemek için tedbir alma ihtiyacı da tarihi çağrıyı beraberinde getiren veya hızlandıran dış sebebi açıklayabilir.
“Zaman ve mekân sıkışması”nın asıl belirginleştiği boyutu ifade etmesi bakımından ikincisinden, dış sebeplerden başlayalım.
Yaşadığımız bölgeyi başka devletlerin av sahası olmaktan çıkarmak
İran-Irak Savaşı, Afganistan, Suriye, Libya ve Yemen iç savaşlarının verdiği bir ders var: Eğer yaşadığınız coğrafyanın kaderine siz hâkim olmazsanız, adalet ve hukuku tesis edip sorununuzu çözemezseniz, global arenada fırsat kollayan devletler hemen devreye girip, o sorunun uzun süre taraflardan biri lehine çözülemeyeceği şekilde bir denge oluşturup, bir tür iş bölümü halinde tarafları çatıştırıp bölgede hakimiyet kuruyorlar.
Suriye’deki rejimin yıkılışıyla birlikte yaşadığımız siyasi coğrafya yeniden şekilleniyor. Bu değişim ve dönüşüm sürecinde bölgedeki taşların yine sonu gelmeyen bir çatışma kaynağı olacak şekilde döşenmemesi için çaba gösterme ihtiyacı hissediliyor.
Öte yandan uzak olmayan bir gelecekte Türkiye’nin ciddi bir tehditle karşı karşıya kalabileceğine ilişkin bir algı da var. Suriye’deki son gelişmeler üzerinden gözlemlenen ve sadece Türkiye’yi değil tüm bölgeyi ilgilendiren bir tehdit algısı bu. Buna göre İsrail, eğer başarabilirse, Filistin’i yutup sindirdikten sonra yönünü kuzeye, kurucu ideolojisinin ona vadettiği Nil ile Fırat arasındaki diğer topraklara doğru genişletmek isteyecek. Kendisinde güç bulursa işgal etmeye kalkışabileceği bu “vadedilmiş topraklar” ise Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya, Fırat’ın doğduğu yere kadar uzanıyor.
İsrail bunu yapabilir mi yapamaz mı tartışmasından bağımsız olarak makul bir kaygı bu. Sonuçta fırsatını bulduğunda Amerika’nın desteğiyle işgal ve etnik temizlik politikasını devam ettiren ırkçı ideolojiye sahip yayılmacı bir devletten söz ediyoruz. Ve tıpkı diğer ırkçı ve yayılmacı ideolojiye sahip güçler gibi ele geçirdiği toprak ne kadar fazla olursa olsun yetinmesi mümkün görünmüyor. Hitler de yetinmemişti. İnsanlığın daha önce benzerlerini defalarca yaşadığı şekilde felaket getiren bir ideolojiyle hareket eden soykırımcı bir iradenin dünyanın en güçlü devleti tarafından desteklenmesi ise bunu yaptığı ölçüde ABD’yi de Türkiye için bir tehdit kaynağı olarak görmeyi anlamlı kılıyor.
Rusya ve İran’ın ve Fransa ve İngiltere gibi batılı devletlerin bölgeye yaklaşımları da -eğer yaptıkları yapacaklarının teminatı ise- daha az ürkütücü görünmüyor. Dolayısıyla hayat bu bölgenin insanlarına, Türk, Kürt ve Araplara, Sünni, Şii ve Nusayri, Hıristiyan, Musevi, Êzidi diğer herkese, aralarındaki sorunları çözerek hiçbir emperyalist güce “kaşıyacak yara” bırakmamayı dayatıyor. Yapılması gereken, hayatın söylediğini hayata geçirmek olmalı. İşte bu çağrı, bölgede ortaya çıkaracağı sonuçlar bakımından bu amaca uygun görünüyor.
“Silahlara veda” demenin temel şartları çoktan oluştu
İçte ise bitmiş bir sorunun son hayaletlerinin hala canımızı yaktığı bir zamandayız. Bu anlamda adeta bir tarih hatası yaşadığımız; geçmişin bugüne taşan kısmı.
Kürt meselesine adalet ve basiretle son vererek felaha çıkmanın vakti çoktan geldi. Daha doğrusu bunun nihai gereklerini yapmanın vakti geldi demek daha doğru olur. Çünkü Türkiye 2002’den bu yana çözümün içinde aslında. Ve en önemli aşama çoktan geçildi: İnkâr sona erdi; sivil ve siyasi hakların iadesi adına en önemli adımlar atıldı. Böylece şiddetin zemini kurutuldu ve siyasetin devri başladı.
Elbette artık hiçbir sorun veya talep kalmadı anlamına gelmiyor bu tespit; Kürt meselesinde hala atılması gereken adımlar var. Ama bu aşamadan sonra meselenin artık siyaset meselesi olduğu anlamına geliyor. Onda da Kürtler Türkiye’de iktidarı belirleyecek bir demokratik gücü temsil ediyor.
İçinde bulunduğumuz aşamada, zaman zaman Türk ve Kürt milliyetçiliklerine dair fevri çıkışlar olsa da yüz yıllık tarihin öğreticiliğinde toplumun farklı kesimlerinde artık bu meselenin hal yoluna koyulması fikri tahakkuk etmiş durumda. Paradigmanın sessizce değişmesinde olduğu gibi, bu konuda da zaman içinde bir anlayış değişimi yaşandı ve yeni olan eskisini yerinden etti. Artık bu mesele gündelik tartışmaların bir parçası değil. Kimse çıkıp “gerekirse bu kadar daha şehit veririz” demiyor; çünkü buna gerek yok. Şiddete dair Türkçü ve Kürtçü sloganlar da eskisi kadar etkili değil.
Geldiğimiz aşamada şaşırtıcı olan bu çağrının MHP liderinden gelmiş olmasıydı; çağrının kendisi değil. Çok şükür ki artık 1920’lerde, 30’larda veya 1990’larda değiliz. İki binli yılların ilk çeyrek yüzyılının yaşanmışlığı var ve bu Türkler, Kürtler ve diğer herkes için öğretici oldu.
Son geçitten başarıyla geçebilmek
MHP lideri Devlet Bahçeli, basiretli bir siyasi çıkışla, kariyerinin olgunluk döneminde bir liderin verebileceği en cesur kararı verdi ve ülkeyi tarihin ağır bir yükünden kurtarmanın yolunu açtı.
Eğer kararlılık ve sabırla yürüyüp tamamlama başarısı gösterilebilirsek bu yol, sadece yüz yıllık bir parantezi adaletle kapatmakla kalmayacak, yaşadığımız ülkeyi çok daha güçlü, müstakbel tehditlere karşı dayanıklı ve korunaklı hale getirecek.
Şimdi sıra çözümün diğer tüm aktörlerinde; Türk, Kürt veya diğer tüm soy, düşünce ve inançtan olup ülkede, bölgede ve dünyada huzur ve barış içinde bir arada yaşamayı üstün tutan herkeste.