140Journos’un “Adnan” belgeselinde, Adnan Oktar suç örgütüne 1999’da Adil Serdar Saçan’ın İstanbul Organize Suçlarla Mücadele ve Kaçakçılık Şube Müdürü olduğu dönemde yapılan operasyonda bazı örgüt üyelerinin Türk Tabipler Birliği Başkanı Şebnem Korur Fincancı’nın verdiği sahte işkence raporlarıyla yargılamadan kurtulduğu iddiası yer aldı.
Gazeteci Murat Ağırel, Fincancı’nın belgesel ekibine cevap hakkını kullanmadığını yazdı. Ancak Fincancı, belgesel ekibinin kendisine ulaşmadığını belirterek iddialarla ilgili Twitter hesabından şu açıklamayı yaptı:
“İşkence kamu görevlilerinin kasıtlı, korkutma, sindirme amacıyla yaptıkları bir şiddet eylemidir. Fail kamu görevlisi olduğundan devletlerin önleme, uygulamama ve cezasız bırakmama sorumluluğu olan mutlak yasak bir suçtur.
İşkence görenin kim olduğu, ne yaptığı işkence suçunu meşrulaştıramaz. Ancak işkenceyi meşrulaştırma çabaları ve cezasızlık, işkencenin devam etmesi için yaygın olarak kullanılmakta, işkencenin görünür olması çabalarının değersizleştirilmesi için tüm yöntemler işleme sokulmaktadır.
Bir belgesel (?) olarak yayına girdiği anlaşılan son dizi de işkencenin meşrulaştırılması için hakikat dışı söylemleriyle kişisel olarak benim düzenlediğim tıbbi değerlendirme raporlarını sahte gibi göstermeye çalışmaktadır. Beni hedefe koyar gibi yapan, ancak son noktada çok tehlikeli bir duruma kapı aralayarak, işkence görenlerin zarar görmesine yol açacak ifadelere yer vermektedir.
Adli tıp uygulamalarında tıbbi değerlendirme; öykü, tıbbi muayene, ruhsal değerlendirme, tetkikler ve bu aşamalarda derlenen verilerin tartışılması, ayırıcı tanı ile sonunda tanıyı içeren bir sonuçtan oluşur. Bu aşamalar ilk muayenelerde olmadığında eksikler tanımlanarak tüm inceleme adımlarının tamamlanması gereğini ifade eden bir değerlendirme de mümkündür. İşkencenin belgelenmesi için sürdürülen araştırmalar aylar, hatta yıllar sonra işkence tanısı koyabilmeyi mümkün kılan tanı yöntemleri geliştirilebilmesini sağlamıştır. İstanbul Protokolü de tüm bu aşamaları ve yöntemleri içeren bir kılavuzdur.
Zarar verdiği ve zarar gördüğü iddia edilen tarafların varlığında bu taraflardan biri istediği olmadığında düzenlenen tıbbi belgeyi, kimi zaman da bu belgeyi düzenleyeni, kurumları değersizleştirmeye, bu olayda olduğu gibi nihai olarak işkenceyi meşrulaştırmaya hizmet eder. İşkenceyi meşrulaştırmak topluma zarar verecek bir girişimdir. Bir kez meşru görüldüğünde toplumun tüm bireyleri işkence görme riski ile karşı karşıyadır.
O nedenle işkence ile mücadele eden insan hakları savunucuları kimin kime işkence yaptığından, meşru göstermek için ortaya konanlardan bağımsız ve ayrımsız işkenceyi görünür kılmak için uğraş verirler.
Bir yargılama sürecinde olması gereken işkenceyle kanıt toplamak değil adil yargılama ile sürecin yürütülmesidir. Bir suç iddiasının araştırılmasında işkence görenlerin varlığı ve işkencenin görünür kılınması suçun araştırılmasını akamete uğratmaz. Tam tersine işkence uygulaması mutlak yasak olmasına rağmen devam ettiğinde, cezasız bırakıldığında ve suça dair delillerin uygun yöntemlerle toplanması yerine getirilmediğinde o iddia edilen suçun da örtbas edilmesine yol açar.
Sahte rapor iddiaları da bu tıbbi belgelerin değersizleştirilmesi için yaygın olarak kullanılmaktadır. Yalnız bu ülkede değil, dünyanın pek çok ülkesinde bu tür iddialarla on yıllardır karşılaştım. Yapılan soruşturmalarda düzenlenen bütün raporların tıbbi bilgiye ve araştırmaya dayalı sonuçlar olduğunu kanıtlamış olsam da her seferinde denemekten vazgeçmediler, belli ki vazgeçmeyecekler. Diziyi hazırlayanlar öyle olduğunu iddia etse de ne yazık ki bana ulaşmadılar. Herhangi bir açıklama isteği de olmadı.
İlgili tıbbi belgeleme süreci tümünde her zaman uyguladığımız gibi tıp biliminin olanakları ile ve birçok uzmanlık alanından görüşler ve ilgili tetkiklerin değerlendirmesiyle hazırlanmıştır. Elbette bu raporlar tıbbi ortamlarda tartışılabilir. Yeni tetkikler varsa değerlendirilir. Bir bilimsel yayının tartışması bilimsel ilkelerle yapılır ancak işkencenin meşrulaştırılması için kullanılamaz.
Uygunsuz bu süreç ve sosyal medyada emek verdiğimiz kurumları da içine alacak biçimde yürütülen karalama kampanyası ile ilgili hukuki girişimlerde bulunacağımı da buradan paylaşayım.”
“İşkence Atlası’nı Yaradılış Atlası’ndan mı aldınız“
140jounors, Twitter hesabından Fincancı’nın açıklamasına attığı mesajda, belgesel yayımlanmadan önce iddia edilen konular hakkında kendisine soruların mail yoluyla iletildiğini açıkladı.
Mesajda 2 Şubat tarihli mailin ekran görüntüsü ve iletilen sorular da yer alıyor. 140journos’un soruları arasında, Fincancı’nın 2007 yılında yayınlanan ‘İşkence Atlası Kitabını Adnan Oktar’ın yazdığı ‘Yaradılış Atlası’ kitabından esinlenip esinlenmediği sorusu da var.
Belgeselde konuşan 2000-2018 yılları arasında Adnan Oktar örgütünün içinde olan Özkan Mamati, “Biliyorsunuz Adnan Oktar’ın kendini Avrupa’da duyurması ‘Yaratılış Atlası’yla oldu. Sonra Şebnem Korur Fincancı, ‘İşkence Atlası’ diye bir kitap yapmaya karar verdi. Allah Allah, ne tesadüf. Ve bu ‘İşkence Atlası’nın içine bu örgütte yer alan, 1999 yılında gözaltına alınmış, doğuştan fiziksel bozuklukları olan kişileri sanki 1999 yılında işkenceye uğramışlar gibi 2005 yılında bu kitabın içine koydu” diye konuşmuştu.
Fincancı’nın 140journos’un cevap mesajıyla ilgili Duvar’ın sorularını cevapladı:
“Bilmediğim bir numara da arasa dönerim”
Belgeseli hazırlayan 140journos’nun size ulaşmadığını ve cevap hakkınızı kullanamadığınızı söylediniz. 140journos ekibi ise sosyal medya hesaplarından size ulaşmaya çalıştıklarını ancak yanıt alamadıkları yönünde bir paylaşım yaptı. Bu durumu nasıl değerlendirirsiniz?
Ben bir tweet dizisi ile sosyal medyadaki karalama kampanyasına yanıt verdikten sonra bana ulaşmaya çalıştıkları bilgisini paylaşmışlar. Bir e-posta görüntüsü de var. Tarihe baktığımda 2 Şubat akşamüstü saatleri görünüyor. Onun üzerine önce yaygın olarak bilinen düzenli kullandığım posta kutuma, sonra da pek sık kontrol edemediğim yahoo hesabım ve 2018’de emekli olduğum üniversitenin hesabına baktım. Doğru, o tarihte anılan e-posta gelmiş ancak görmemişim. Düzenli kontrol ettiğim gmail hesabımda dahi 2 Şubat’a kadar geri dönüp gelen mesajlara bakabilmiş değilim, çünkü o gün o saatlerde depremin birinci yıl anması için yola çıkmıştık, 6 Şubat gecesine kadar deprem bölgesindeydik. Dönüşümde de depremle aynı günde yaşamını yitiren teyzemin ölüm yıldönümü anmasıyla uğraştım. Ayrıca bana herkes ulaşır. İnsanlar bilir ki telefonum her zaman açıktır, bir yoğunluk nedeniyle yanıt veremesem, bilmediğim bir numara dahi olsa dönüp ararım.
Belgeselde, 1999 yılında gözaltına alınan Adnan Oktar ve diğer şüpheliler hakkında 5 yıl sonra işkence gördüklerine dair rapor hazırladığınız anlatılmakta. O süreci anlatır mısınız? Adnan Oktar ve diğer şüpheliler size nasıl ulaştı, raporun hazırlanma süreci nasıl gelişti?
Beş yıl değil aslında 7 yıl, 2006’da İstanbul Tıp Fakültesi Adli Tıp Polikliniği’ne başvuru yaptılar. Bu poliklinik 1999 yılında bireysel başvuru yapılması için kuruldu. Resmi bilirkişilik ile yapılan tıbbi değerlendirmelerin eksik, hatalı ve/veya taraflı olduğu düşüncesi ışığında, dünyadaki uygulamalar da gözetilerek bağımsız alternatif değerlendirmenin kurumsallaşması amacıyla daha önce Tabip Odaları ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı tarafından yapılmış değerlendirmeleri işkence ile de sınırlı olmayan, insanların gördüğü iddia edilen zararların araştırılmasında ikinci bir hak sağlayabilecek, örneğin kadına yönelik şiddet, çocuk istismarı vb gibi alanlara da yaygınlaştıracak bir çabaydı. O nedenle bu yönde bir değerlendirme talep eden tüm başvurulara açık bir mekanizmadır.
Bu kişilerin işkence gördüklerine dair rapordaki bulgular iddia edildiği gibi sadece kendilerinin beyanları üzerine mi hazırlandı?
Adı üstünde bir poliklinik, dolayısıyla özgürlüğünden alıkonmamış ve gelebilecek durumda ise kişiler gelir, yakınmalarını aktarır, muayene edilir, saptanan muayene bulguları, gerekirse ek tetkikler ve başka uzman görüşleri de alınır. Bu olgularda da benzer bir süreç işlemiştir.
Belgeselde konuşan ve örgütün eski üyelerinden biri olan Özkan Mamati, örgütün bugüne kadar gelmesindeki etkenlerden birinin siz olduğunu söyledi. Bununla ilgili ne düşünüyorsunuz?
Keşke bu raporlar, tıbbi değerlendirmeler iddia edildiği gibi yargıda yer bulsa ama hayır. İnsanlar dehşet uyandırıcı suçlar işleyebilirler, ancak bu suçlar etkili bir soruşturma yürütülüp deliller toplanmadığında cezasız kalır ne yazık ki. Bunun için işkenceyi meşrulaştıran ifadeler de hepimiz için çok tehlikelidir.
140journos’un size belgesel yayınlanmadan önce gönderdiğini aktardığı soruları yanıtlar mısınız?
Onların sorularını, etkili bir biçimde bana ulaşmaya çalışmayıp karalamaya devam ettikleri için yanıtlamak istemem. Ancak kamuoyunda yanlış bir bilgilenme olmaması için sizin aracılığınızla tüm iddialara yanıt veririm.
2007 yılında yayınlanan ve yazarlarından olduğunuz ‘İşkence Atlası’ kitabının Adnan Oktar’ın ‘Yaradılış Atlası’ isimli kitabıyla bir bağı var mıdır? Bu bir rastlantı mıdır?
Atlas adı verilen kitaplar tıp alanında görsellerden yararlanarak hazırlanan eğitim materyalleridir. Çizimler, fotoğraflarla tıbbi bilginin aktarılması hedeflenir. İşkence Atlası da böyle bir eğitim aracı olarak hazırlanmıştır. Benim tıp eğitimine başladığımda ilk aldığım kitap Anatomi Atlası’ydı, 1978 yılında.
Adnan Oktar silahlı suç örgütü tepe yöneticilerinden biriyle ailevi bağ kaynaklı bir ilişkiniz olduğu iddia edilmekte. Doğru mudur?
Kızım 2016 yılında evlendi. Sonradan eşinin ailesinin görüşmediği bir ablası olduğunu, görüşmeme nedeninin de bu bağlantı olduğunu öğrendim.
1999 operasyonundan sonraki süreçte Adnan Oktar yapılanmasının, yargı sürecini sekteye uğratmak amacıyla 1990’larda gözaltında işkenceyle hak ihlallerine uğramış insanlar için çıkartılmış yasal düzenlemeleri ve hak mücadelelerini suistimal ettiğini gözlemliyoruz. Örgütün şahsınızı kullanarak bu suistimali gerçekleştirdiği ve bu raporun içine gerçekten işkence görmemiş kişilerin arasında eklendiği iddia ediliyor. Bu konuda ne söylemek istersiniz?
Böyle bir amaç olsa dahi işkenceyi meşrulaştırır mı? Biz insanların işkence iddialarını bu yönde kullanırlar diye görmezden gelebilir miyiz? Bu soru ve yaklaşım her gün gözaltı muayenesi yapan meslektaşlarımı, acillerde çalışan hekimleri de baskı altına almaya hizmet eder.
‘İşkence Atlası’ bölüm V- olgu örnekleri kısmında ‘işkence öyküleri’ başlığı altında 202. sayfada işkence mağduru olarak verilen bir Adnan Oktar yapılanması tepe yöneticisi Halil Hilmi Müftüoğlu’nun göz kapaklarının operasyondan ve gözaltından 6,5 yıl sonra işkenceden dolayı düştüğüne dair bir rapor hazırlanmış. Ancak 1990’ların başında çekilen fotoğraflarda Müftüoğlu’nun göz kapaklarının aynı şekilde olduğu, bu bozukluğun işkence altında değil, o süreçten çok daha önce meydana geldiği iddia ediliyor. Örgütten itirafçı olarak ayrılan kişiler, bunun bir manipülasyon yöntemi olduğuna ve bunun tarafınızdan raporlaştırıldığına dair beyanlarda bulunuyor. Bu kişiyi hatırlıyor musunuz, işkence öyküleri arasında bu kişiye neden yer verdiniz?
İlgili uzmanlık alanlarıyla değerlendirilmesi yapılmış, kendinde mevcut hastalık yönünden de ayırıcı tanısı ile cerrahi girişim sırasında bağ yırtığı da tespit edilmiş bir göz yaralanması. Bu bölgeye yönelik travmalarda olabilecek ve sık görülmeyen bir yaralanma örneği olarak öğretici olduğu için yer verilmiştir. Zaman içinde karşılaştırmalı görsellerle olgu tartışılmıştır.