Ana SayfaHaberlerÇevirilerÇEVİRİ | Yuval Noah Harari: Yeni Barış Dönemi’nin sonu

ÇEVİRİ | Yuval Noah Harari: Yeni Barış Dönemi’nin sonu

"Dünyanın 21. Yüzyılın başlangıcında yaşadığı Yeni Barış ilahi bir mucizeden kaynaklanmadı; insanların daha iyi seçimler yapması ve işleyen bir küresel düzen inşa etmesiyle başarıldı. Ne yazık ki çok fazla insan bu başarıyı hafife aldı. Belki de Yeni Barış'ın esas olarak teknolojik ve ekonomik güçler tarafından garanti altına alındığını ve üçüncü dayanağı olan liberal küresel düzen olmadan da hayatta kalabileceğini varsaydılar. Sonuç olarak, bu düzen önce ihmal edildi ve ardından artan bir gaddarlıkla saldırıya uğradı."

Birkaç sene önce “21. Yüzyıl için 21 Ders” adlı bir kitap yayınladım ve kitap içindeki bölümlerden birini savaşın geleceğine ayırdım. “İnsanın Aptallığını Asla Hafife Alma” alt başlığını taşıyan bu bölümde, 21. yüzyılın ilk on yılının insanlık tarihindeki en barışçıl dönem olduğunu ve bir ülkeye savaş ilan etmenin eskiden olduğu gibi ekonomik veya jeopolitik anlamda bir yarar ifade etmediğini iddia ettim ve ekledim: Ancak bütün bu gerçekler kesin bir biçimde barışı garanti etmiyor zira insanın aptallığı tarihteki en önemli aktörlerden biridir. Ayrıca akılcı liderler bile sıklıkla çok aptalca şeyler yaparlar.

Bu düşüncelerime rağmen Şubat 2022’de Vladimir Putin, Ukrayna’ya savaş açtığında şoke olmuştum. Bu savaş ilanı vicdansız bir megaloman için bile beklenmedik bir hareketti, çünkü sonuçlarının gerek Rusya gerek de tüm insanlık için son derece yıkıcı olacağı aşikârdı. Bütün bunlara rağmen Rusya’nın otokrat lideri Putin, insanlık tarihinin en barışçıl çağını sona erdirmeyi ve insanlığı, sonuçları daha önce şahit olduklarımızdan bile daha kötü olabilecek yeni bir savaş çağına doğru sürüklemeyi seçti. Doğrusunu söylemek gerekirse bütün bu olanlar, türümüzün varlığını sürdürmesini dahi tehdit eden bir özellik arz ediyor.

Son birkaç on yıl savaşın zorunlu bir seçenek olmadığını gösterdi, dolayısıyla yaşananlar açık bir trajedidir. Savaş, mekândan mekâna ve zamandan zamana değişen bir insan seçimidir. 1945’ten bu yana, ne büyük güçler arasında bir savaş vakasına ne de uluslararası toplumca  tanınan bir devletin fetih suretiyle yok edildiğine şahit olduk. Öte yandan, kapsamı sınırlı bölgesel ve yerel çatışmalar yaygın diyebileceğimiz bir ölçekte devam etti: İsrail’de yaşıyorum ve bu yüzden buna birinci elden tanıklık ediyorum. İsrail Batı Şeria’yı işgal etti, evet, fakat ülkeler 1945 sonrasında nadiren şiddet yoluyla sınırlarını genişletmeye çalıştı. İsrail işgalinin bu kadar çok yankı uyandırmasının ve eleştiri oklarına hedef olmasının bir nedeni de bu. Binlerce yıllık sömürge tarihinin adeta normunu teşkil eden bu olgu, yeryüzünden aforoz edildi.

İç savaşları, isyanları ve terörizmi hesaba kattığımızda bile, son yıllarda savaşlar intiharların, yol kazalarının veya obezite ile ilgili hastalıkların neden olduğu ölümlerden daha az ölüme neden oldu.

2019 yılında yaklaşık 70.000 kişi silahlı çatışmalarda ya da polis kurşunuyla hayatını kaybetti, yaklaşık 700.000 kişi intihar etti, 1,3 milyon kişi trafik kazalarında öldü ve 1,5 milyon kişi şeker hastalığı nedeniyle hayata gözlerini yumdu.

Yine de barış sadece sayılarla ilgili bir mesele değildir. Belki de son on yıllardaki en önemli değişiklik psikolojik bağlamda vuku buldu. Binlerce yıldır barış, “savaşın geçici olarak yokluğu” anlamına geliyordu. Örneğin, Roma ve Kartaca’yı üç kez karşı karşıya getiren Pön Savaşları arasında onlarca yıllık barış vardı ancak her Romalı ve Kartacalı idrak ettiği “Pön Barışı”nın her an bozulabileceğini biliyordu. Geçmişte politika, ekonomi ve kültürün tümü, sürekli savaş beklentileriyle şekillenmekteydi.

20. yüzyılın sonlarında ve 21. yüzyılın başlarında ise barış kelimesinin anlamı değişti. Eski Barış “savaşın geçici olarak yokluğu” anlamına gelirken, Yeni Barış “savaşın mantıksızlığı” anlamına geliyordu. Hepsi olmasa da dünyanın birçok bölgesinde ülkeler, komşularının onları işgal edip yok etme korkusundan kurtuldu. Tunuslular İtalyan işgalinden; Kosta Rikalılar Nikaragua ordusunun San José’ye saldırabileceğinden; Samoalılar bir Fiji savaş filosunun ufukta aniden belirebileceğinden korkmamaya başladılar.

Ülkelerin artık böylesi işgallere ilgi duymadığını neye dayanarak söyleyebiliriz? Cevap basit: devlet bütçelerine bakarak.

Yakın zamana kadar kamu bütçesinden orduya ayrılan pay her imparatorluğun, saltanatın, krallığın ve cumhuriyetin bütçesindeki 1 numaralı unsurdu. Hükümetler sağlık ve eğitime çok az para harcarlardı zira kaynaklarının çoğu askeri ödemelere, sınır duvarları ve savaş gemileri inşa etmeye gidiyordu. Roma İmparatorluğu, bütçesinin yaklaşık yüzde 50 ila 75’ini orduya harcamıştı; bu oran Sung İmparatorluğu’nda (960–1279) yaklaşık yüzde 80, 17. yüzyılın sonlarında Osmanlı İmparatorluğu’nda ise yaklaşık yüzde 60’tı. 1685’ten 1813’e kadar Britanya’da hükümet harcamalarında ordunun payı hiçbir zaman yüzde 55’in altına düşmedi; ortalaması ise  yüzde 75 civarındaydı. Gerek demokrasiler gerek de totaliter rejimler makineli tüfeklerini, tanklarını ve denizaltılarını finanse etmek için 20. yüzyılın büyük çatışmaları boyunca borç batağına saplandılar. Komşularımızın her an şehirlerimizi işgal edeceğinden, yağmalayacağından, insanlarımızı köleleştireceğinden ve topraklarımızı ilhak edeceğinden korktuğumuzda, yapılacak en makul şey budur.

Yeni Barış dönemindeki devlet bütçeleri, şimdiye kadar kaleme alınan herhangi bir savaş karşıtı köşe yazısından çok daha umut verici bir okuma malzemesi sunuyor. 21. yüzyılın başlarında orduya yapılan ortalama hükümet harcaması yalnızca yüzde 6,5’ti ve baskın süper güç olan ABD bile üstünlüğünü korumak için bütçesinin yalnızca yüzde 11’ini ayırıyordu. İnsanlar artık istila korkusu içinde yaşamadıkları için, hükümetler sağlık hizmetlerine, refaha ve eğitime ordudan çok daha fazla pay ayırmaya başladı. Örneğin hükümetlerin sağlık hizmetlerine ayırdığı ortalama pay bütçenin yüzde 10.5’i ya da savunma bütçesinin yaklaşık 1,6 katıdır. Bugün birçok insan için sağlık bütçesinin ordu bütçesinden daha büyük olması dikkate değer bir durum değil. Ancak Yeni Barış’ı cepte görür ve bu nedenle ihmal edersek, onu kaybetme riskiyle karşı karşıya kalabiliriz.

Yeni Barış, üç ana etmenin sonucuydu.

 Evvela teknolojide yaşanan değişimler ve her şeyden önce nükleer silahların geliştirilmesi, dünyanın süper güçleri arasındaki savaşın maliyetini büyük ölçüde artırdı. Atom bombasının geliştirilmesinden sonra süper güçler arasındaki olası bir savaş çılgın bir toplu intihar eylemi anlamına gelmeye başladı. Bu nedenle süper güçler, Hiroşima ve Nagazaki’den bu yana doğrudan birbirlerine karşı savaş açmadılar.

İkincisi, ekonomik değişimler savaştan umulan ekonomik yararları büyük ölçüde azalttı. Bir zamanlar, kilit önem taşıyan ekonomik materyallere (assets), yeraltındaki madenlere erişim ancak fetihle mümkün olabiliyordu. Roma, Pön Savaşları’nda Kartaca’yı mağlup ettiğinde, rakibini yağmalayarak, Kartaca halkını köleleştirip satarak ve İspanya’nın gümüş madenleri ile Kuzey Afrika’nın buğday tarlalarını ele geçirerek zengin oldu. Ancak son yıllarda bilimsel, teknik ve yönetimsel bilgi birçok yerde en önemli ekonomik materyal haline geldi. Silikon Vadisi’nde silikon madeni bulunmuyor. Microsoft ve Google gibi trilyon dolarlık işletmeler, bulundukları arazinin altındaki topraktan ziyade mühendislerin ve girişimcilerin kafasındakiler üzerine kuruludur. Gümüş madenlerini zorla ele geçirebilirsiniz, fakat bu yolla bilgi edinemezsiniz. İşte bu ekonomik gerçeklik, fetih aracılığıyla elde edilen kâr’da keskin bir düşüşe yol açtı.

Maddi kaynaklar uğruna verilen savaşlar, Ortadoğu gibi dünyanın belirli bölgelerinin karakteriistik özelliği olmaya devam etse de, 1945 sonrası dönemin büyük ekonomileri emperyal fetih olmadan büyüdü. Almanya, Japonya ve İtalya ordularının parçalandığını ve topraklarının küçüldüğünü gördü, fakat savaştan sonra ekonomileri canlandı. Çin ekonomideki atılımını, 1979’dan beri herhangi bir büyük savaşa girmeden başardı.

Kasım ayı başlarında bu satırları yazarken, Rus askerleri Ukrayna’nın Herson şehrini yağmalıyor, Ukraynalıların evlerinden çaldıkları halı ve tost makineleriyle dolu kamyonları Rusya’ya gönderiyorlardı. Bu, Rusya’yı zengin kılmayacak ve Ruslara savaşın keseceği muazzam faturayı telafi etmeyecek. Ancak Putin’in Ukrayna’yı işgalinin gösterdiği gibi, teknolojik ve ekonomik değişimler “Yeni Barış”ı üretmek için tek başına yeterli değil. Bazı liderler o kadar büyük bir güç hırsı içinde ve o kadar sorumsuz ki, ülkelerine ekonomik olarak zarar verse ve tüm insanlığı nükleer Kıyamet’e sürüklese bile bir savaş başlatabiliyorlar. Bu bağlamda, Yeni Barış’ın üçüncü temel ayağı kültürel ve kurumsal olagelmiştir.

İnsan toplumları yakın zamanlara kadar savaşı kaçınılmaz ve hatta arzu edilir bir şey olarak gören militarist kültürlerin egemenliğindeydi. Hem Roma hem de Kartaca’daki aristokratlar, askeri zaferin hayattaki en önemli başarı olduğunu düşünüyor, bunun zenginliğe giden ideal yol olduğuna inanıyorlardı. Yeteneklerini kanlı savaşları yüceltmeye ve acımasız fatihleri ​​ölümsüzleştirmeye adayan Virgil ve Horace gibi sanatçılar da aynı fikirdeydiler.

Oysa Yeni Barış döneminde politikacılar yabancı şehirleri yağmalamak yerine sağlık reformları başlatarak dünyada iz bırakmaya çalışırken, sanatçılar da yeteneklerini savaşın dehşetini ifşa etmek için kullanmaya başladılar. Nükleer savaş korkusundan, ekonominin doğasındaki değişikliklerden ve yeni kültürel eğilimlerden etkilenen böyle bir dünyada liderler ülkelerin barışçıl bir şekilde geliştiği ve savaş çığırtkanlarının dizginlendiği küresel bir düzen inşa etmek için güçlerini birleştirdiler.

Bu küresel düzen liberal ideallere, yani tüm insanların aynı temel özgürlükleri hak ettiğine; hiçbir insan grubunun doğası gereği diğerlerinden üstün olmadığına ve tüm insanların ortak temel çıkarları paylaştığına dayanıyor. Bu idealler, liderleri savaştan kaçınmaya, bunun yerine ortak değerlerimizi korumak ve ortak çıkarlarımızı ilerletmek için birlikte çalışmaya teşvik etti. Liberal küresel düzen, evrensel değerlere olan inancı küresel kurumların barışçıl işleyişine bağladı.

Bu küresel düzen mükemmel olmaktan uzak olsa da, yalnızca İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri gibi eski emperyal merkezlerde değil, aynı zamanda Hindistan’dan Brezilya’ya, Polonya’dan Çin’e dünyanın birçok yerindeki insanların yaşamlarını iyileştirdi. Tüm kıtalardaki ülkeler küresel ticaret ve yatırımlardaki artıştan ve barışın getirisinden yararlandı. Sadece Danimarka ve Kanada kaynaklarını tank yerine öğretmenlere kaydırmadı, Nijerya ve Endonezya da aynısını yaptı.

Liberal küresel düzenin kusurları hakkında söylenip duran herkes önce şu basit soruyu yanıtlamalıdır: insanlığın 2010’lardan daha iyi durumda olduğu bir on yılı söyleyebilir misiniz? Sizin kafanızdaki kayıp altın çağ hangi yılları kapsıyor? Bu altın çağ Birinci Dünya Savaşının ve  Bolşevik Devriminin yaşandığı 1910’lar mı? Avrupa imparatorluklarının Afrika ve Asya’nın çoğunu vahşice sömürdüğü 1910’ları mı dikkate almamız gerekiyor? Altın çağınız kanlı Napolyon Savaşlarının doruk noktasına ulaştığı, Rus ve Çinli köylülerin aristokrat derebeyleri tarafından ezildiği, Amerika Birleşik Devletleri de dahil olmak üzere Brezilya ve diğer pek çok yerde köleliğin hâlâ yasal olduğu 1810’lar olabilir mi? Belki de İspanyol Veraset Savaşının, Büyük Kuzey Savaşının, Babür veraset savaşlarının ve dünyanın her yerinde yetişkinliğe ulaşmadan yetersiz beslenme ve hastalıktan ölen çocukların nüfusun üçte birini oluşturduğu 1710’ları hayal ediyorsunuzdur?

Yeni Barış ilahi bir mucizeden kaynaklanmadı; insanların daha iyi seçimler yapması ve işleyen bir küresel düzen inşa etmesiyle başarıldı. Ne yazık ki çok fazla insan bu başarıyı hafife aldı. Belki de Yeni Barış’ın esas olarak teknolojik ve ekonomik güçler tarafından garanti altına alındığını ve üçüncü dayanağı olan liberal küresel düzen olmadan da hayatta kalabileceğini varsaydılar. Sonuç olarak, bu düzen önce ihmal edildi ve ardından artan bir gaddarlıkla saldırıya uğradı.

Saldırı, İran gibi haydut devletler ve Putin gibi haydut liderlerle başladı ancak bunlar kendi başlarına Yeni Barış’ı sona erdirecek kadar güçlü değildi. Küresel düzeni gerçekten baltalayan şey, hem ondan en çok yararlanan ülkelerin (Çin, Hindistan, Brezilya ve Polonya dahil) hem de onu en başta inşa eden ülkelerin (özellikle İngiltere ve ABD) ona sırt çevirmeleriydi. Brexit oylaması ve 2016’da Donald Trump’ın seçilmesi, bu sırt çevirme halinin ve liberal küresel düzenden dönüşün  en net simgeleriydi.

Küresel liberal düzene meydan okuyanlar çoğunlukla savaş istemiyorlardı. Onlar sadece ülkelerinin çıkarları olarak anladıkları şeyleri geliştirmek istediler ve her ulus-devletin kendi kutsal kimliğini ve geleneklerini savunup geliştirmesi hakkına sahip olması gerektiğini savundular. Asla açıklamadıkları şey ise, evrensel değerlerin ve küresel kurumların yokluğunda tüm bu farklı ulusların nasıl barış içinde birlikte yaşayabilecekleriydi. Küresel düzenin muhalifleri buna açık bir alternatif sunamadılar. Bir şekilde çeşitli ulusların iyi anlaşacağını ve dünyanın duvarlarla çevirli ama dost “kaleler”den oluşan bir ağ haline geleceğini düşünüyor gibiydiler.

Ne var ki kaleler genellikle dost canlısı değildir. Her ulusal kale, çoğunlukla komşuları aleyhine kendisi için biraz daha fazla toprak, güvenlik ve refah ister. Evrensel değerlerin ve küresel kurumların ihmal edildiği koşullarda rakip kaleler herhangi bir ortak kural üzerinde mutabakata varamazlar. “Kaleler ağı” modeli, felaket dışında hiçbir şey sunmaz.

Ve felaketin gelmesi uzun sürmedi… Pandemi, etkili bir küresel işbirliğinin yokluğunda insanlığın kendisini virüsler gibi yaygın tehditlere karşı koruyamayacağını gösterdi. Belki de COVID’in küresel dayanışmayı çok fazla aşındırdığını gözlemlediği için Putin, Yeni Barış döneminin en büyük tabusunu yıkarken herhangi bir tepkiyle karşılaşmayacağı sonucuna vardı. Putin, Ukrayna’yı fethetmek suretiyle Rusya’nın bünyesine katarsa, bazı ülkelerin yarım ağızla onu kınayacağını, ancak kimsenin ona karşı etkili bir adım atmayacağına inanıyordu.

Putin’in olası bir Batı merkezli saldırıyı engellemek için Ukrayna işgaline isteksizce itildiği iddiası aptalca bir propagandadır. Belli belirsiz bir Batı tehdidi, bir ülkeyi yok etmek, şehirlerini yağmalamak, vatandaşlarına tecavüz edip işkence etmek ve on milyonlarca erkek, kadın ve çocuğa tarifsiz acılar çektirmek için asla meşru bir gerekçe değildir. Putin’in başka seçeneği olmadığına inananlar 2022’de Rusya’yı işgal etmeye hazırlanan ülkenin adını söylesinler. Sizce Alman ordusu Rusya sınırını aşmak için harekete mi geçmişti? Napolyon’un Grande Armée‘yi bir kez daha Moskova’ya götürmek için mezarından kalktığını ve Putin’in yaklaşan Fransız saldırısını engellemekten başka seçeneği olmadığını düşünüyor musunuz? Putin’in Ukrayna’yı ilk kez 2022’de değil, 2014’te işgal ettiğini sakın unutmayın.

Putin işgalini uzun süre önce hazırlamıştı. Rus İmparatorluğu’nun dağılmasını asla kabul etmedi ve Ukrayna’yı, Gürcistan’ı veya diğer Sovyet sonrası cumhuriyetleri asla meşru bağımsız uluslar olarak görmedi. Daha önce de belirttiğim gibi, ortalama askeri harcamalar dünya çapında hükümet bütçelerinin yaklaşık yüzde 6,5’ini, Amerika Birleşik Devletleri’nde  bile yüzde 11’ini oluştururken Rusya’da bu oranlar çok daha yüksek olmuştur. Tam olarak ne kadar yüksek olduğunu bilmiyoruz zira bu bir devlet sırrı. Ancak tahminler, bu oranın yüzde 20 civarında olduğunu söylüyor; yüzde 30’dan bile fazla olabilir.

Putin’in kumarı başarılı olursa, sonuç küresel düzenin ve Yeni Barış’ın nihai çöküşü olacak. Dünyanın dört bir yanındaki otokratlar, fetih savaşlarının yeniden mümkün hale geldiğini öğrenecek ve bunun neticesinde demokrasiler de korunmak için kendilerini militarize etmeye zorlanacak. Rusya’nın bu saldırganlığının, Almanya gibi ülkeleri bir gecede savunma bütçelerini keskin bir şekilde artırmaya ve İsveç gibi ülkeleri zorunlu askerliği yeniden başlatmaya sevk ettiğine zaten şahit olduk. Öğretmenlere, hemşirelere ve sosyal hizmet görevlilerine gitmesi gereken para bunun yerine tanklara, füzelere ve siber silahlara gidecek. 18 yaşındaki gençler zorunlu askerlik yapmak durumunda kalacak. Tüm dünya, aşırı büyük bir orduya ve yetersiz hastanelere sahip bir ülke olan Rusya’ya benzeyecek. Yeni bir savaş, yoksulluk ve hastalık dönemi ile karşı karşıya kalacağız. Buna karşılık Putin durdurulur ve cezalandırılırsa, küresel düzen onun yaptıklarıyla bozulmaz, bilakis güçlenir.

Bu iki senaryodan hangisi gerçekleşecek? Askeri hazırlıklarına rağmen Putin çok önemli bir şeye karşı hazırlıksızdı: Ukrayna halkının cesareti. Ukraynalılar, Kyiv, Harkiv ve Herson yakınlarında bir dizi çarpıcı zaferle Rusları geri püskürttüler. Ancak Putin şimdiye kadar hatasını kabul etmeyi reddetti ve yenilgiye artan bir gaddarlıkla reaksiyon gösteriyor. Ordusunun cephedeki Ukraynalı askerleri yenemeyeceğini anlayan Putin, şimdi de Ukraynalı sivilleri evlerinde dondurarak öldürmeye çalışıyor. Yeni Barış’ın kaderi gibi savaşın nasıl biteceğini tahmin etmek de imkânsız.

Tarih asla determinist bir şekilde işlemez. Soğuk Savaş’ın sona ermesinden ardından birçok kişi barışın kaçınılmaz olduğunu ve küresel düzeni ihmal etsek bile barışın devam edeceğini düşündü. Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesinden sonraysa bazıları bunun tam tersini önermeye başladı: Barış her koşulda bir yanılsamadan ibarettir, savaş doğanın kontrol edilemez bir parçasıdır ve insanların karşısında av ya da avcı olmak üzere sadece iki seçenek vardır.

Her iki pozisyon da yanlış. Savaş ve barış kaçınılmaz değildir. Her ikisi de seçimden ibarettir. Savaşları doğa kanunları değil insanlar yapar ve bu açıdan insanlar nasıl savaş başlatıyorlarsa, aynı şekilde barış da tesis edebilirler. Ancak barış tesis etmek tek seferlik bir karar değildir. Evrensel normları ve değerleri korumak, ortak kurumlar inşa etmek uzun soluklu bir çaba gerektirir.

Küresel düzeni yeniden inşa etmek, 2010’larda dağılan sisteme geri dönmek demek değildir. Yeni ve daha iyi bir küresel düzen, parçası olmaya istekli Batılı olmayan aktörlere daha önemli roller vermelidir. Aynı zamanda bu küresel düzen, ulusal bağlılıkların önemini de kabul etmelidir. Küresel düzen her şeyden önce, yurtseverliğin küresel işbirliğiyle çeliştiğini savunan popülist anlatıların saldırısı nedeniyle parçalandı. Popülist politikacılar,  vatanseverlerin küresel kurumlara ve küresel işbirliğine karşı çıkması gerektiğini va’z ettiler. Ancak vatanseverlik ile küreselcilik arasında içsel bir çelişki yoktur, çünkü vatanseverlik yabancılardan nefret etmekle bağlantılı değildir. Vatanseverlik, geniş toplumun parçası olan yurttaşlarınızı sevmekle ilgilidir. Ve 21. yüzyılda yurttaşlarınızı savaştan, pandemiden ve ekolojik çöküşten korumak istiyorsanız bunu yapmanın en iyi yolu yabancılarla işbirliğini geliştirmektir.

Çeviri: Hasan Ayer

Kaynak: https://www.theatlantic.com/ideas/archive/2022/12/putin-russian-ukraine-war-global-peace/672385/

- Advertisment -