Ana SayfaHaberlerFransa’nın Kültür Savaşı: “İslamo-Goşizm”

Fransa’nın Kültür Savaşı: “İslamo-Goşizm”

Fransa’da, ülkelerinin ‘barbar’ Müslümanlar tarafından işgal edilmekte olduğunu savunan milliyetçi-muhafazakâr entelektüellerle, onların “İslamo-Goşizm” dediği İslamcı aydınların ve radikal solun bileşiminden oluşan cephe arasındaki kültür savaşını kim kazanacak? Perspektif’teki (18 Kasım) yazısında Hüseyin Etil bu sorunun cevabını arıyor.

Barbarları Beklerken!

Bugün Avrupa’nın en temel konularının başında Müslüman göçmenlerle ilişkileri gelmektedir. İsmail Kara’nın bir kitabının başlığını Avrupa için uyarlarsak, “Avrupa’da Bir Mesele Olarak İslam” uzun yıllara yayılacak olan sosyo-politik, dinsel ve kültürel boyutları olan bir konudur. 1960’lardan itibaren güçlenen İslami hareketlere bakış açısında bugün gelinen noktada büyük bir değişiklik göze çarpmaktadır. Anti-emperyalist mücadeleleriyle desteklenen İslami hareketlerin devrimlerden sonraki uygulamaları karşısında Avrupalı aydınların bakışında geleneksel Batılı önyargılar hakim olmaya başladı. İslami hareketlerin yükselişe geçtiği 1970’lerin ikinci yarısından itibaren ikircikli olan destekler bugün gelinen noktada geri çekilmiş durumdadır. Sosyalistlerin bir bölümü açısından emperyalizme karşı mücadele eden, kendi ülkelerindeki despotları devirmeye çalışan, devrimci, demokratik ve dolayısıyla ilerici görülen İslami hareketler bugün itibariyle otoriterlik, despotizm ve faşizmle malul bir şekilde anılıyorlar. Geçmişte İran, Sudan, Cezayir, Mısır, Türkiye gibi ülkelerdeki İslami yükseliş karşısındaki kafa karışıklığı bugün Avrupa’nın bizzat merkezinde kendisini göstermektedir. Avrupa’da İslam’ın yükselişi tartışmalarının ve politik paradigmada yaşanan önemli kırılmanın merkezi üssü, aydınlanmanın, laikliğin ve cumhuriyetçi değerlerin temsilcisi olan Katolik Fransa’dır.

Napolyon döneminden itibaren Fransa’nın, çoğunluğu Müslüman coğrafyalardaki sömürgeci etkinliği, kolonyalist hafızası ve emperyal önyargıları bilinen bir gerçektir. 1960’larda Fransa’nın Cezayir Bağımsızlık Savaşı esnasındaki uygulamaları ve Fransa’nın entelektüel alanında yaptığı etkiler, iç cephede neden olduğu ittifaklar; örneğin, Frantz Fanon ile J. P. Sartre’ın entelektüel işbirliği büyük bir olay, politik bir skandal olarak hala hafızalardadır. Emperyal hafıza hala canlı olmakla birlikte bugün değişen koşullar altındayız. De-kolonyal süreçte çevreden merkeze bir nüfus hareketliliği yaşandı. Bugün Avrupa’da kendi dinini, kültürel yaşantılarını sürdürmeye çabalayan önemli bir Müslüman nüfus yaşamaktadır. Kapitalist metropollerin değişen demografisi Avrupa’nın muhtelif metropollerinde, özellikle de Fransa’da (Paris’te) keskinleşen etnik, dinsel, kültürel, politik ayrışma ve bölünmelere neden olmaktadır. Tüm bu etkilerin ve tarihsel önyargıların sonucunda ortalama Fransız küçük insanı tipik olarak şu şekilde düşünmektedir: “Barbarlar medeniyetimizi istila etmeye geliyorlar…” Giderek yaygınlaşan ve derinleşen çöküş anlatısına göre, çağdaş uygarlığı sömürgelere taşıma misyonu, eş deyişle “barbarları medenileştirme stratejisi” iflas etmiş, yerini çok daha büyük bir soruna “barbarların” medeni Avrupa’yı yıkmalarına, çağdaş uygarlığın temsilcisi metropollere akın etmelerine bırakmıştır. Afrika’nın yerli halklarını medenileştirmek isteyen kolonyalizmden, Avrupa’nın yerli halklarını istila etmek isteyen yeni bir tür kolonyalizme geçilmiştir. Başka bir ifadeyle, klasik oryantalist ilişki tersine dönmüş, Avrupa yerlileşmiş, yerliler ise kolonyalistleşmiştir. Fethedilmesi gereken, pasif, nesne, dişil, duygusal ve egzotik doğu imgesine karşılık gelen erkek, rasyonel, aktif bir öznellik olarak kurgulanan batı imgesi tam bir çöküşün içindedir. Dünyanın genç, eril halkları dişileşmiş, yaşlanmış, takatsiz kalmış Avrupa’yı istilaya gelmektedirler. Fransa’nın tipik küçük insanını ve giderek siyasal ve entelektüel alandaki büyük unsurları etkisi altına alan düşüncenin genel hatları bu şekildedir.

Yaşlı ve Emekli Subaylar Rahatsız

Neyi bekliyoruz böyle toplanmış pazar yerine?

Bugün barbarlar geliyormuş buraya.

Neden hiç kıpırtı yok senatoda?

Senatörler neden yasa yapmadan oturuyorlar?

Çünkü barbarlar geliyormuş bugün.

Senatörler neden yasa yapsınlar?

— Kavafis, Barbarları Beklerken

Değişen bağlam ve egemenlik ilişkileri yeni siyasetleri, yeni kişilik tiplerini (“otoriteryan kişilikleri”) gündeme getirmektedir. Fransa’nın yukarıda andığım entelektüel ve politik bağlamının yapılandırdığı en önemli tartışma İslamo-goşizm (İslami solculuk) başlığını taşımaktadır. Bu tartışmayı kuran politik bağlam, Charlie Hebdo saldırısı sonrasında giderek güçlenen cumhuriyetçi kabarma (dünyanın pek çok liderinin katıldığı ‘Cumhuriyet Yürüyü’şünü hatırlayalım) altında şekillendi. Charlie Hebdo’dan beş yıl sonra gerçekleşen Samuel Patty (Fransa’nın sembolünün öğretmen figürü olması dikkate değerdir) saldırısıyla birlikte daha da sıcak bir gündem halini almıştır. Daha sonrasında ise emekli ve muvazzaf askerlerin gelecekte olacağını düşündükleri iç savaş uyarıları geldi. Valeurs Actuelles adlı sitede yayınladıkları iki bildiride askerler Fransa’nın muhtemel geleceğinde bir iç savaş ihtimalinin olduğunu, hükümet şimdiden önlem almaz ise iç savaşın kaçınılmaz olduğunu belirttiler. Gerek cumhuriyetçi askerlerin gerekse de yurtsever Fransız ulusunun tarihsel görevi yerine getireceğinden kuşkularının olmadığını, ancak bu işi halka bırakmaktan ziyade hükümetin şimdiden alacağı önlemlerle halletmesi gerektiğini belirttiler. Yayınladıkları bildiride “Aramızdan bazıları Afganistan, Mali, Orta Afrika ve diğer yerlerde düşman ateşini gördü. Bazıları görev arkadaşlarını kaybetti. Bizim topraklarımızda taviz verdiğiniz İslamcılığı yok etmek için canlarını ortaya koydular” gibi İslamofobik duygularını ifade etmekte ve yeni siyasetin acilen alması gereken önlemlerin ne olması gerektiğini ileri sürmektedirler. Generallerin bildirisinin hedef noktasında İslamo-goşistler yer almaktadır. Irkçılıkla, sömürgecilikle mücadele adı altında ayrımcılık ve topluluklar arasında nefret yaratılmaya çalışıldığını söylemektedirler:

“Bu terimleri kullanan fanatikler, bugün ırk temelli bir savaş yaratmak istiyor. Ülkemizin geleneklerini, kültürünü küçümsüyorlar. Geçmişini ve tarihini elinden alarak dağıldığını görmek istiyorlar. Heykelleri yıkarak, asker ya da sivil, asırlık değerlerimize saldırıyorlar. İslamcılar ve banliyö orduları, ulusumuzun elinden toprak kopararak, bu yerleri anayasamıza aykırı dogmalara tâbi olan bölgeler haline getirmek istiyorlar. Her Fransız, inanan ya da inanmayan her Fransız ülkenin her karış toprağında evindedir ve cumhuriyet yasalarının uygulanmadığı bir mahalle ya da bölge olamaz.”  

1961 yılında General de Gaulle’ün Cezayir’le savaşı sonlandırarak barış görüşmelerine başlamasına tepki olarak Raoul Salan’la birlikte bir grup general bildiri yayınlamış, ardından da darbe girişimlerinde bulunmuşlardır. Bugünün generalleri için ise sorun dışarıda değil içeridedir ve tartışma konusu edilen savaş tipi de emperyal savaştan çok “iç savaş”tır; onlara göre dış cephede değil iç cephede savaş kaybedilmek üzeredir. Komutanların tutumlarından da anlaşılacağı üzere Fransa, daha uzun bir süre demokratik merkez siyasetini devam ettiremeyecek, giderek norm devletinden önlem devletine dönüşecektir. Olayların gidişatı ve rejim tipinin değişimi kanaatimizce bu yöndedir. Generaller şimdilik Kavafis’in şiirinin başında yakınıldığı gibi parlamentonun yasa yapmamasına hayıflanıyorlar. Ancak parlamento “barbarlarla” mücadele için yasa hazırlığı içindedir, durum şimdilik onlar açısından çok umutsuz değil. “İslami Bölücülükle Mücadele” ve “Cumhuriyet İlkelerine Saygıyı Güçlendiren Yasa” tasarıları Fransız parlamentosunda hazırlanmaktadır. Ancak bu yasalar radikal sağı tatmin etmeye yetmeyecektir.

İslamo-Goşizm Nedir?

Şimdi bu gerilim hattının politik ve toplumsal boyutlarının ötesine geçerek ideolojik düzlemi teşkil eden “kültür savaşı” ayağına biraz daha yakından odaklanalım. “İslamo-goşizm” terkibi iki negatif kavramın bileşiminden oluşuyor.  Fransızca’da “İslamo” ifadesiyle siyasal İslam kastedilmektedir. “Goşizm” kelimesi de 1960’lardan itibaren radikal solu yaftalamak adına kullanılan kötücül bir sözcüktür. Bu manada İslamo-goşizm kelimesiyle “siyasal İslamla ittifak yapan radikal solcular” kastedilmektedir. İslamcılarla solcuların ittifakını öngören en stratejik metinlerden birini İngiliz Troçkist hareketinin lideri Chris Harman’ın The Prophet and the Proletariat (1994) kitabında buluyoruz. Yükselen İslami hareketlere karşı politik pozisyon belirlemek niyetiyle kaleme alınmış metinde Harman, İslamcılığı faşizmin çağdaş versiyonu olarak gören yaklaşıma karşı çıkarak, neo-liberal küresel hegemonyaya karşı müttefik bir kuvvet olarak tasarlamıştı. Harman’ın müttefik bir güç olarak gördüğü İslamcılar ile solcular arasındaki ilişki iki binli yılların başından itibaren daha negatif biçimler almaya başladı. Pierre André Taguieff The New Judeophobia (2002) kitabında solun yükselen Üçüncü Dünyacılığını eleştirerek Avrupa soluna sesleniyor ve esasen Filistin Özgürlük Hareketi’ni desteklemeyi bırakmalarını istiyordu. Taguieff solun İslam’la arasına mesafe koymasını talep ederek İslamı kendi içinde tecrid etmeye çabaladı. Günümüzde kavramın daha çok negatif kullanımı ön plandadır ve Fransa’nın ulusal kültür savaşının temizlik aparatına dönüşmüş durumdadır.

Ağır bir politik yüke sahip olan kavramı kamusal tartışmanın merkezine getiren odakların başında La Figaro gazetesinin milliyetçi-muhafazakar yazarları gelmektedir. Ancak kelimenin çok daha kamusal bir odağa gelişi, hükümet politikalarında karşılığını bulduğunda yaşandı. Milli Eğitim Bakanı Jean Michel Blanquer, “İslamo-goşizm terörizmle entelektüel işbirliğidir” dedi. Fransa Yüksek Öğretim Bakanı Fréderique Vidal’in, “Fransız üniversitelerini İslami-solculuk mu kirletti” sorusuna verdiği yanıt şuydu: “İslami-solcular sadece üniversiteleri değil, tüm toplumu kirletiyorlar”. O günden sonra terim giderek “entelektüel suç ortaklığı” kapsamına alınarak kriminalleşti ve cadı avının bir enstrümanına dönüştü. Hatta Vidal ilginç biçimde bütün akademiyi İslami-solculuk konusunu bilimsel ve rasyonel şekilde araştırmaya davet etti. Eğitim ve öğretim alanını doğrudan ilgilendirmesinin bir nedeni Fransa’nın ulusal birliğini kuran temel mekanizmanın “okullar” olmasından ileri geliyor. Durkheim’ın Toplumsal İşbölümü kitabında ileri sürdüğü gibi toplumsal farklılaşmanın derinleştiği modern dönemde, klasik dönemin bilinçleri ortaklaştıran dinsel yapının yerini “okul” sistemi almıştır. Okul o nedenle en cumhuriyetçi ve ulusal kurumdur. Fransa’nın okul sisteminin, özellikle üniversitede görülen temel krizi, sömürge ülkelerden gelen ailelerin çocuklarının bugün üniversitelerde sosyal ve beşeri bilimlerde etkili olmaya başlaması, yerleşik anlayışları dönüştürmeleridir. Fransız üniversite sistemi ve yerleşik anlayışları sömürge deneyiminden ve özellikle Müslüman ülkelerden gelen göçmenleri içerme, asimile etme, kendine dönüştürme kapasitesini yitirmiştir. Tam da Fransa’nın taşralaşması ve yerlileşmesi dönüştürme kapasitesinin bir ifadesinden başka bir şey değildir. Müslümanların kamusal alanda görünürlükleri zaten tartışma konusu olan Fransa’da şimdi ideolojik ve entelektüel görünürlük elde etmeleri, 19. yüzyıldan itibaren kendisini kültürün başkenti olarak algılayan bir ülkeyi haliyle alarma geçirmeye yetmiştir. Onlara göre “istilanın” ideolojik yansıması beşeri ve sosyal bilimler alanında yaşanmaktadır. O nedenle kültür savaşı şarttır. Sağın ve cumhuriyetçilerin pek çok fraksiyonundan oluşan Fransa cephesindeki entelektüellere göre, İslamcılar ve sol-liberaller ittifak içinde hareket ederek Fransız değerlerinin, cumhuriyetin, laikliğin ve aydınlanmanın altını oymaya çalışmaktadırlar. Solcular ve liberaller evrensel insan hakları retoriğiyle, çok-kültürcülük söylemiyle İslamcıları entelektüel alanda etkili bir konuma yükseltmektedirler. İslamo-goşizm, günümüz koşulları altında Fanon-Sartre ittifakını ortadan kaldırmak adına yürütülen bir kültür savaşıdır. Günümüzün Fanon figürünün hem içeride hem de İslami bir surette karşımıza çıktığı düşünüldüğünde sorunun radikalleşme dinamiği açıktır. İslamo-goşizm, milliyetçi-muhafazakar entelektüellerin, solun muhalefet dinamiklerini ve Müslümanların kamusal görünürlüğünü itibarsızlaştırmak adına kullandıkları suçlayıcı bir söylemdir.

Bugün Fransa’da giderek radikal sağa doğru kayan entelektüel bloğun iki temel mücadele cephesi bulunmaktadır. Bu iki cephe hattı, bir yandan Fransa’nın Amerikanlaşmasıyla mücadele etmekten, diğer yandan da Müslüman göçmenlere karşı kitle seferberliğini örgütlemeye çalışmaktan oluşuyor. Fransız kültürünün Amerikanlaşma ve İslamlaşma tehdidi altında olduğunu düşündüklerinden dolayı kültür savaşı giderek dramatik boyutlara taşınıyor. Protestan, liberal, piyasacı, çok kültürcü ve pragmatist Amerika; Katolik, cumhuriyetçi, laik, politik, rasyonalist Fransa’yı tehdit etmektedir. Amerikan sosyal bilimlerinin, özellikle “çok kültürlülük” gibi ırk, kimlik, etnisite eksenli kavramlarını akademik alandan tasfiye etmek niyeti taşımakta, Fransa’nın ulusal sosyal bilim çerçevelerinin hakim olmasını istemektedirler. Aynı zamanda genç, diri, geleneksel, dirençli, güçlü, erkek, savaşçı Müslümanlar; yaşlı, dişil, hantal, kararsız, pasif Fransa’yı tehdit etmektedir. İki cepheden birden sömürgeleştirildiğini düşünen Fransız milliyetçi muhafazakarları kültür stratejisini Avrupa’nın yerli halklarının hissiyatına göre yeniden örgütlemektedirler. O nedenle İslamo-goşizm gibi bir portmanto terkip iki tehdit unsurunu sentezlemeye çalışır; İslamcılarla (Amerikan) liberal solcuları entelektüel ve politik kamusal alandan dışlayarak tecrid etmeyi ve marjinalleştirmeyi amaçlamaktadırlar. Sosyalist ve liberal evrenselciliğe karşı ulusal kültür cephesi inşa çabaları, yukarıda işaret edildiği üzere hükümet politikalarında yankılarını bulmuştur.

Revolverle Kültür Devrimi Yapılabilir mi?

Milliyetçi-muhafazakar entelektüeller Fransa’da muhafazakar kültür devrimi arayışındadırlar. Aslında onların bu arayışı, Paris 68’den beri devam etmektedir. Mayıs 68’le birlikte gündeme gelen kültür devrimini tasfiye etmek amacıyla yoğun bir çaba sarf etmektedirler. Amerika’da seksen sonrasında yeni muhafazakarlıkla birlikte gerçekleşen entelektüel ve akademik alanın dönüşümünü Fransa ancak günümüzde gerçekleştirebilmiştir. Fransa artık devrimcilerle değil, muhafazakar devrimcilerle anılacak bir ülkedir. Tarihin rüzgarı evrensel entelektüel Sartre’dan milliyetçi-muhafazakar Eric Zemmour’a doğru esmektedir. Sol, yirminci yüzyılda entelektüel baştan çıkarma gücünü büyük oranda yitirmiştir. Aydınlar alanında yıllar öncesinden Gramsci’nin sözünü ettiği transformizm stratejisi sağdan yana çalışmaktadır: Milliyetçi muhafazakar entelektüeller solda yer alan entelektüelleri kendi söylem alanlarına doğru çekmektedirler. Transformize edemediklerini ise tecrid ederek marjinalleştirmeye çalışacaklardır. Yeni durumda artık ne Sartre’ın temsil ettiği evrensel vicdanı tekelleştirmiş entelektüel figürü, ne de Foucault’un dile getirdiği lokal entelektüel figürüdür. Fransa’da aydın figüründe, muhafazakar devrimci figür lehine büyük bir dönüşüm yaşanmaktadır. Onlara göre Paris 68 onun ortaya çıkardığı bütün teorik gelenekler büyük bir çöküşten başka bir şey değildir ve derhal sökülüp atılması, yerine Fransa’nın ulusal geleneğine uygun anlayışların geçirilmesi gerekmektedir. Peki bu kültür savaşı, Alain de Benoist’in sloganlaştırdığı gibi “sağ kanat Gramcsiyanizm”le kendini sınırlayacak temelde bir hegemonya mücadelesi olarak mı kalacaktır? Fransız sağının fikirlerin gücünü, kültürel gücün devlet aygıtını dönüştürdüğünü keşfettiği doğrudur. Ancak yeni durumda devletin baskı aygıtları işin içine gerçekten karıştırılmayacak mıdır? Burada tek referans noktasının sağ kanat Gramsci’lik olduğu konusunda şüpheliyim. Kültürel hegemonya mücadelesinde bekleneceği gibi, ilk olarak üniversitelerde, gazetelerde, tartışma programlarında, okullarda, dergilerde, düşünce kuruluşlarında, edebiyat ve sanat alanında zihinleri dönüşecek ve zihinsel dönüşümü politik dönüşüm mü takip edecek; yoksa siyasetin doğrudan müdahalesi altında kültür savaşı mı gerçekleşecek, işte sorunun bamteli de burasıdır: Hegemonya nasıl kazanılacak? Fransa’nın muhafazakar kültür devriminin yolu hangisi olacaktır: dergiler, yayınevleri, gazete, düşünce kuruluşları ile sivil toplumda ideolojik hakimiyeti öngören iktidar stratejisine (kurumlar üzerinden yapılan uzun yürüyüş) dayanan Gramsci’nin yolu mu, yoksa Bolşevik parti aygıtıyla politik iktidarı almaya ayarlanmış Leninist yol mu? İdeolojik devrim mi politik devrimi önceleyecek, yoksa politik devrim mi ideolojik devrimi önceleyecek, tüm mesele burada düğümlenecektir. Anti-liberal, anti-sol ve anti-İslam bir devrim olasılığı nereden gelecektir? Ya da başka bir yol daha mı vardır?

Makalenin tümü için:

- Advertisment -