Ana SayfaÖZEL HABERMalatya’dan Ankara’ya bir göç hikâyesi: “Bizim duygularımız da enkaz altında kaldı, Malatya’mıza...

Malatya’dan Ankara’ya bir göç hikâyesi: “Bizim duygularımız da enkaz altında kaldı, Malatya’mıza geri dönmek zorundayız’’

6 Şubat depremleri büyük bir iç göçe de yol açtı. Depremi Malatya’da yaşadıktan sonra Ankara’ya taşınan Kaya ailesi de bunlardan biri. Ailenin depremde ve sonrasında neler yaşadığını, göç kararını nasıl aldığını 29 yıllık öğretmen baba Tarık Kaya anlattı: “Depremin hazırlığını da yapmıştık aslında. Bir odada toplanmaya çalıştık. Tabii, çok zordu. Sarsıntı bizi bir duvardan öbürüne atıyordu. Çok uzun sürdü. Bir buçuk dakika sürmüş ama biz bilmiyorduk... Eşimle birlikte tayinlerin açılmasını bekleyeceğiz. Belki, mecburen tayin isteyeceğiz geçici bir süre için. Çünkü bizim şehirle olan bağımız devam ediyor. Malatyamıza geri dönmek zorundayız.’’

Öğretmen Tarık Kaya ve ailesi büyük depremi Malatya’da yaşadı. Kaya ailesi, önce bir süreliğine Diyarbakır’da kaldı, sonrasında buldukları ilk fırsatta Ankara’ya geçti. Her şeylerini geride, Malatya’da bırakarak Ankara’ya göçen depremzede ailenin hikâyesini Tarık Kaya şöyle anlattı:


Malatya Merkez Paşaköşkü Mahallesi’nde oturuyorduk. Ben ve eşim Malatya merkezinde çalışıyorduk. İkimiz de öğretmeniz.

Uzun zamandır yağış yoktu Malatya’da. Mevsim kurak geçiyordu. Yağışları bekliyorduk. Şubat tatilinde yağışlar başladı. Hepimizde bir sevinç oluşmuştu. Bilmiyorduk ki o yağışlar bir süre sonra tüm şehir için çileye dönüşecek…

Pazar günüydü. Valilik yoğun kar yağışı nedeniyle okulları tatil etti. Ertesi gün sabah 04:17’de hepimiz büyük bir sarsıntıyla uyandık. Daha önce 24 Ocak 2021’de Sivrice-Malatya depremini yaşamıştık. Yani elimiz kalbimizdeydi. İki yıl boyunca da aklımızdan çıkmadı aslında deprem. Şehir olarak hepimizde böyle bir tedirginlik ve beklenti vardı. Ama yüz yılın felaketini yaşamak gibi bir beklentimiz yoktu.  

O büyük sarsıntıyla uyandık, her şey üstümüze yıkılmaya başlamıştı zaten. Hepimiz bir odaya geçmeye çalıştık. Belirlediğimiz bir yer vardı ailece. Depremin hazırlığını da yapmıştık aslında. Bir odada toplanmaya çalıştık. Tabii, çok zordu. Sarsıntı bizi bir duvardan öbürüne atıyordu. Çok uzun sürdü. Bir buçuk dakika sürmüş ama biz bilmiyorduk. Uzun süre sarsıldık. Öleceğimizi düşündük yani. Bir arada durarak, hepimiz birbirimize sarılıp çöktük. Depremin bitmesini bekledik. Biter bitmez hemen dışarıya attık kendimizi. Zaten herkes uyku halinde. Pijamasıyla. Merdivenleri kontrol ettik, bir sorun var mı diye. Hemen bütün apartman aşağı indik.

-7 dereceleri bulan bir soğuk da vardı beraberinde. Arabaların içinde beklemeye çalıştık.

Yol kenarları yüksek binalardan oluşuyor. Altı katlı, yedi katlı. Mahallede bir yıkım olmadı.

Bir taraftan o şaşkınlık hali, bir taraftan herkes titriyor panik halinde. Kendini kaybetmiş olanları teskin etmeye çalışıyoruz. Hepimiz korkuyoruz aslında.

Bu duyguları hep beraber atlatmaya çalıştık. Bu sefer dayanışma başladı, çevreden bir şeyler getirip ateş yaktık.

Korkunç bir tabloyla karşı karşıyayız. Şehrin her yerinde yıkımlar var. Bir de ilk zamanlar depremin büyüklüğünü de algılayamıyoruz.

İlerleyen saatlerde günün ışıması ile beraber şehrin üstündeki o kasvetli havayı hissetmeye başladık. Ölüm haberleri geliyor, yakınlarımızın enkaz altında olduğu haberleri geliyor.’’

‘’Soylar öldü. Bazı ailelerden otuz, kırk kişi birden hayatını kaybetti…”

Garip bir duygu. Bunların hepsini bütün Malatya ve diğer şehirlerle birlikte yaşadık. Birbirimizi tanımıyorduk ama bu duyguyu birlikte yaşıyorduk.

9 saat sonra o ikinci büyük depremi yaşadık. Ses çok ürkütücüydü. Evlerimize girmemiştik. Öyle bir cesaretimiz hiç olmadı. Tekerlekler yakarak, ıslak odunlar bularak ısınmaya çalıştık.

İkinci depremin sesi ve toprağın deniz dalgası gibi oynaması arabaların önden arkaya, arkadan öne doğru sürekli hareket etmesi ve büyük binaların o sarsılması, çatırtısı ürküttü hepimizi. 

Sonrasında saatler boyu artçılar devam etti. Yollar kapalı, kar yağmış. Köylere ulaşmaya çalışıyor insanlar. Tam bir keşmekeş, tam bir kaos, ne yapacağını bilememek ve çaresiz kalmak durumu var hepimizde.

Altı yıllık bir binada oturuyorduk. Her tarafı çatladı ama ev çökmedi üstümüze. Diğer insanlardan farklı olarak şansımız buydu. Ama diğer bütün duyguları yaşamakta hepimiz eşittik. Hiçbirimizin birimizden farkı yoktu.

Soylar öldü. Bazı ailelerden otuz, kırk kişi birden hayatını kaybetti. Bazı apartmanlar, aile apartmanlarıydı. Aileler çoluğundan çocuğuna yok oldu.

Yardımın ulaşabilmesi için bir olanak yoktu. Yollar kapalı, hiçbir yere gidemiyorsunuz. Çünkü enkazlar, ana yolları, ana arterleri kapamış, kıpırdayamıyorsunuz. Boşluk bulup da kenara, binaların dışında bir alana araçla çıkmakta çok zorlanıyorsunuz. Bunların hepsini bütün şehirde yüz binlerce insan aynı anda yaşıyor. Bir tarafta enkaz altında kalan arkadaşlarımız, dostlarımız, yakınlarımız var.

Onları kurtarmak için bekliyorsunuz. Hep bir bekleme halindesiniz. Çaba gösteriyorsunuz. Çabalarınız karşılık bulmuyor.

Bizim evlerimizde sadece insanımız, arkadaşlarımız, dostlarımız enkaz altında kalmadı, duygularımız da enkaz altında kaldı.

İkinci depremden sonra beşinci gün Diyarbakır’a gittik. Akrabalarımızın yanında kaldık. Yaklaşık iki haftamızı orada geçirdikten sonra, çocuklar artık çok yıpranmışlardı, bulabildiğimiz ilk fırsatta arkadaşlarımızın çabasıyla Ankara’ya Haymana’ya geldik.

Şimdi Haymana’dayız.

Kendimizi güvende hissettiğimiz şehrin yıkıldığını gördükten sonra artık bir beklentiye sahip olmuyorsunuz.

Birçok yerinin çöktüğünü, enkaza dönüştüğünü ve yıkılmak üzere olduğunu görmek zaten ayrı bir azap yaratıyor.

Her taraf tanıdıktı, akrabalarımızdı, dostlarımızdı, öğrencilerimizdi.

“Binaların dışında, uzağında yürüyoruz. İstemsiz yapıyoruz bazen bunu. Binalardan korkuyoruz. Geceleri uyuyamıyoruz”

Yeniden kurulmasına dair bir beklentimiz var ama ne kadar zaman alacak bilmiyoruz. Yeniden dönüşler nasıl olacak bilmiyoruz.

Makul ve mantıklı açıklamalar duymuyoruz. Duygularımız bir bir kırıldı. Bizi sürekli bir belirsizlik girdabında döndürüyorlar.

Güvenin tekrar oluşması gerekiyor. Bizim güvenimiz de kırıldı. Duygularımız da kırıldı. Bunlar tekrardan nasıl oluşacak? Bu ancak bize sağlıklı, objektif, eksikliğini de gören, hatalarını da söyleyen, yeniden o güveni kuran samimi açıklamalarla olur.

‘Biz her şeyi yaptık’ diyenlere bizim oluşacak bir güvenimiz kalmadı. Biz gördük, gerekli yardımları, desteği yapmadılar. Yapmaya çalıştıkları da yeterli olmadı. Dürüstçe bir anlatıya ihtiyacımız var.

Ankara’da şimdi bulunduğumuz yerde evler üç-dört katlı. Binaların dışında, uzağında yürüyoruz. İstemsiz yapıyoruz bazen bunu. Binalardan korkuyoruz. Geceleri uyuyamıyoruz.

Sosyolojik olarak da psikolojik olarak da her yönüyle tam bir girdap. Biz bu girdapta dönüp dolanıyoruz. Yeni bir yaşamı kursak da ne kadar düzelteceğiz? Ne kadar kısa sürede onaracağız kendimizi? Bilmiyorum.

Hele yakınlarını kaybeden arkadaşlar insanımız, yurttaşlarımız onlar nasıl düzelecek? Onlar nasıl yeni yaşamı başlatacak?

‘Başınız sağ olsun’ demek yeterli mi? ‘Acınızı paylaşıyoruz’ deyince yeterli mi olacak? Evde, akşam kendi başına kaldığı zaman kayıp yaşayan insanlarımız ne düşünecek?

Bu, büyük felaketten öte bir trajedi, insan trajedisi. Ve depremi yaşayan her insanın hikâyesi çok farklı.

Milyonlarca trajik hikaye var artık bu ülkede.

Şimdi ne yapacağız? Eşimle birlikte tayinlerin açılmasını bekleyeceğiz. Belki, mecburen tayin isteyeceğiz geçici bir süre için.

Çünkü bizim şehirle olan bağımız devam ediyor. Malatyamıza geri dönmek zorundayız… Ama biliyoruz ki artık ailemiz Hatay’dan Kahramanmaraş’a ve Adıyaman’a kadar büyük bir aile.

Çünkü bizim şehirlerin sınırı yaşadığımız aynı acıyla silindi. Umudu da birbirimize yaslanarak koruyup, büyüteceğiz.

- Advertisment -