Ana SayfaÖZEL HABERRÖPORTAJ | “Anarşist örgütümüzde liderden dayak yiyen hiyerarşide yükseliyordu”

RÖPORTAJ | “Anarşist örgütümüzde liderden dayak yiyen hiyerarşide yükseliyordu”

Devrimci Anarşist Federasyonu’ndan (DAF) ayrılan bir grup adına Serbestiyet’e konuşan genç, tanıklık ettiği lider despotizmini anlattı: “Erkeklere fiziki şiddet yoktu. Serkan Bayrak benim sırtımda masa kırdı. Bir arkadaşımızın sırtında laptop kırdı. Bir keresinde gözüme belki 10-12 kere vurdu. Ayağa kalktığımda gözüm mosmor olmuştu. Polis tacizine karşı direnme tatbikatı adı altında kadın yoldaşlara elle cinsel tacizi meşrulaştırıyordu. ‘Polis tacizine nasıl direneceksin bakalım, hadi diren’ deyip tacizci polis rolü oynuyordu.”

Devrimci Anarşist Federasyonu’ndan (DAF) 2011-2021 arasında farklı tarihlerde ayrılmış bir grup genç, sosyal medyada “DAF’tan ayrılan bireyler” imzasıyla, yaşadıkları taciz ve fiziksel şiddeti de içeren bir “ifşa metni” yayımladı. DAF lideri Serkan Bayrak tarafından uygulandığını söyledikleri insanlık dışı hareketleri, açtıkları “Serkan Bayrak/DAF İfşa” sosyal medya hesabından yayımlamaya devam eden gençler adına, DAF’ta bulunduğu tarihlerde Serkan Bayrak’a çok yakın olmuş biriyle konuştuk: “Hep bu ânı bekledim. Daha fazla insanın hayatı kararmasın. Daha fazla insan bizim yaşadıklarımızı yaşamasın. Elimden bu gelir.”

Sizi tanıyalım. DAF’a ne zaman katıldınız? Gruptaki pozisyonunuz neydi?

2012’de örgütlendim ve direkt kadrolaştım. Sempatizan dönemim çok kısa sürdü. Hızla örgüt evlerinde kalmaya başladım.

Yine çok uzun olmayan bir dönemden sonra Serkan’a (Bayrak) en yakın kişilerden oldum. Serkan’a ne kadar yakınsan örgüte o kadar yakınsın. Bu konuda bir özeleştiri vermem gerekiyor. Serkan’a ne kadar yakınsan örgütün o kadar kaymağını yersin. Ama bir yandan da en çok dayağı sen yersin, en çok şiddete sen uğrarsın. Tabii başkalarının uğradığı şiddeti de en çok sen görürsün. Uzakta olsan şiddeti, tacizi, otoriter davranışları daha az görebilirsin ama Serkan’a yakın olunca daha çok görüyorsun. Hatta sen de bunun bir parçası oluyorsun. Uygulayıcısı olmak değil ama bir dönem sürdürücüsü olmak bile özeleştiri vermemi gerektiriyor.

Şiddetin sürdürücüsü oldunuz mu?

Benim için, “o da Serkan gibi birilerine şiddet uyguladı” diyenler çıkabilir. Çünkü ben böyle davranmayı Serkan’dan öğrendim, bunu Serkan yaptığı için yaptım. Çünkü örgütte ancak Serkan gibi davranırsan güçlü kalabilirsin.

Buna şimdi aramızda Serkanlaşmak diyoruz. Biz küçük Serkancıklardık. Serkan olmak istiyorduk. Kadınlar arasında da Çiğdemleşmek vardı. “Kim Çiğdem olacak” durumu vardı.

Bunun nedenini bir örnekle açıklayabilirim. Üniversite çağımdayken lise grubunun şefi yapıldım. Aslında anarşizmin felsefesinde şeflik de yoktur. Serkan Lise Anarşist Faaliyet’in (LAF) şefi olduğumu LAF üyelerine yani liselilere duyurmadı. Sadece baş başayken bana söyledi: “Seni lise grubunun şefi yaptım. Onların yanlışını senden bilirim” diye.

Liselilerden biri hata yaptığı zaman Serkan beni eziyor. Bunun için LAF’ta hata olmamasını sağlamam lazım. O zaman benim de LAF’ta bulunan arkadaşlara aynısını yapmam lazım. Gerekirse de Serkan gibi vurmam lazım, ittirip kaktırmam lazım. Bunları da özeleştiri olarak söylüyorum.

DAF’a katılma süreciniz nasıl oldu?

17 yaşımda lise öğrencisiydim. Politik bir ailede yetiştim. Etrafımda özendiğim sol figürler vardı. Ben de solu merak ediyor, okuyor, araştırmaya, öğrenmeye çabalıyordum. O yaşlarda bu ilgiye kapılan herkesin yaptığı klasik şeyler…

Bir arkadaşım vasıtasıyla bu grupla tanıştım. Sosyalizm, komünizm vb tam oturtamıyordum fikirlerimi. DAF’la tanıştıktan sonraki birkaç gün içinde örgütlenmeye ikna oldum diyebilirim.

LAF’ın o dönem yayımladığı yazılar sayesinde anarşizm gençler için çekici bir hale gelmişti. O yazılar tam da lise yıllarında olan bana yaşamsal görünmüştü.  Anlaşılmaz, kafa karıştırıcı metinler değil. Çok basit paylaşma ve dayanışma gibi vurgularla çok rahat örgütlenebiliyorsun. Cümleler çok basit, çok çekici… Özgürlük diyor, paylaşma diyor, dayanışma diyor… 50 yaşındaki liberal adamların konuştuğu kadar karmaşık bir şey konuşulmuyor.

Anarşizmle ilgili karşınıza çıkan o metinleri, diğer sol grupların ürettiklerine göre daha hayatın içinde, daha gündeme damga vurabilecek fikirler olarak mı gördünüz?

Kesinlikle. Sadece eyleme çıkmak ya da toplumdaki birtakım olaylara karşı çıkmaktan ibaret değil, bireyin kendini dönüştürebilmesini sağlayabilecek bir anlayış da hissettim.

Zaten benimle çayını paylaştı diye etkilenebiliyorsun. Etkilenmeye de çok açıksın, çok küçüksün.

17 yaşımda ailemin yanından ayrıldım. Örgüt evlerinde kalmaya başladım. Örgüt evlerinde kalmaya başlayınca işin sert kısmını görmeye başladım.

Evden ayrılma sürecinizde ailenizle ilişkiniz nasıl etkilendi?

Tabii kavgalar, sıkıntılar… Babama “Bana ilk devrimci kitabı sen okuttun. Şimdi uygulamaya geçirince mi kızıyorsun” dedim. Ailem “istediklerini yap ama okulunu da ihmal etme” diyordu. Aileyle kavgalar verdik.

Zaten örgüt ailemizle kavga vermemizi istiyordu. Bir yandan da çelişki şu ki Serkan “biz bir aileyiz” diyordu. Aile kavramı madem bu kadar kutsaldı da niye kendi ailelerimizle kavga etmeliydik. Bu ne yaman çelişki…

Sizi ikna eden yazıları yazan, “yaşamsal” diye tanımladığınız perspektifi sunan kişi Serkan Bayrak mıydı?

Yazılarla Serkan doğrudan ilgilenmezdi. Teorik ve yazınsal kısımlarla ilgilenen başka bir iki arkadaş vardı ama son söz tabii yine o konuda da Serkan’daydı.

Genel işleyişte de şöyle bir durum vardı. Toplantılar oluyordu ve görüntüde her şeye birlikte karar veriyorduk. Ama aslında son kararı hep Serkan ya da eşi Çiğdem veriyordu.

Kararlar “doğrudan demokrasi” kavramıyla tanımladığımız, toplantıya katılan herkesin aynı oyu vermesiyle alınırdı. 20 kişi toplantı yapıyorsak ve 19 kişi bir görüşte bir kişi başka görüşteyse; ya 19 kişi o kişiyi ikna etmeye çalışır ya da o bir kişi diğer 19’unu…

Kararların bu şekilde alınması gerekirdi ve hepimiz bu şekilde olması gerektiğini savunurduk ama aslında hiçbir zaman öyle olmazdı. Herkes Serkan’ın dediklerine bir şekilde ikna olur ya da kendini ikna ederdi.

İnanılmaz retorik kabiliyeti olan bir adam zaten. İlkokul mezunu ama öğrenmiş bir şekilde. Sokaklarda büyümüş, kafakol ilişkilerini iyi bilirdi.

Bayrak’ın teorik yetkinliği üst düzeyde değil miydi?

10 yıl boyunca yanında bulunmuş arkadaşlar bile bir kere kitap okurken görmemişler. Ama çok iyi manipüle eder ve söylediği şeyleri bir şekilde teorize eder. Ortaya bir söylem atar sonra bunun altını bir şekilde doldurup, teorize eder.

Peki grubun “tam örgütlü” kişilerinin uğraşı nedir? Metinde bahsettiğiniz kafeleri işletmek mi?

Asıl hedef “anarşizmi toplumsallaştırmak” idi. Kullandığımız en önemli kavramdı bu.

Kafe bir araçtı. Kalınan evlerin, çıkarılan Meydan Gazetesi’nin finansmanını sağlamak için bir araçtı aslında. Ama o şekilde ilerlemedi.

Normalde kafe inisiyatifleri farklıydı. Kafeler ilk başta tam örgütlü olmayan sempatizan arkadaşları anarşizmi toplumsallaştırma hedefine katmak için düşünülmüştü. Kafelerde sempatizan arkadaşlar uygun oldukları günlerde “Çok bir şey yapamıyorum en azından kafede inisiyatif alayım. Örgütle emek gücümü paylaşarak bir dayanışma göstereyim” mantığıyla çalışıyorlardı.

Yani örgütün işgücünü azaltma amaçlı bir durum vardı. Ama sonrasında tam örgütlülere “Sen devrimcilik adına bir şey yapmıyorsun, bari git kafede inisiyatif al” tavrına dönüştü. Çünkü sempatizanlardan kimse, 16 saat çalışılan kafede inisiyatif almak istememeye başlamıştı. Zamanında bizim anarşist yoldaşlarımız, günde 8 saat çalışma hakkı için mücadele vermiş ama biz 16 saat çalışıyoruz.

Yani kimse “inisiyatif” almayınca “inisiyatif” talimatla mı verilmeye başladı?

Evet, kesinlikle öyle.

“İnisiyatif almak” diye tanımlanan faaliyet kafede garsonluk yapmak mı?

Evet, garsonluk yapmak ya da mutfakta tost yapmak.

Grup içindeki kadınların durumu nasıldı?

Örgüt içinde kadın-erkek eşitsizliği, adaletsizliği vardı. Serkan sık sık “Burası benim örgütüm ve burası erkek bir örgüt” derdi.

Serkan dışında hiçbir erkek, kadınlara fiziki şiddet uygulamıyordu. Fiziki şiddet uygulayan bir tek Serkan vardı. Serkan haricinde hiçbir yoldaş bize vurmazdı.

Ama örgütün erkekleri örgütün kızlarına çok fazla psikolojik şiddet uyguluyordu. Kıyafet konusunda, davranış biçimi konusunda, oturup kalkmayla ilgili…

“Toplumun davranışlarına uygun olun” gibi bir baskı mıydı?

Evet ama bu uyarma gibi değil. Serkancıklaşma sonucu. Örgütte erkekler kadınlardan üstündü.

Bunun temelinde kadın arkadaşları koruyalım gibi bir mantık mı vardı? Veya 70’lere gidersek soldaki “bacı” bakış açısının uzantısı bir durumdan mı söz ediyoruz, yoksa tamamen ilkellikten mi kaynaklanıyordu?

İnanılmaz derecede ilkellikten kaynaklanıyordu. Bunu Serkan yaratıyordu. Kadınları sürekli eziyordu ve kadınların özsaygısını azaltıyordu. “Burası erkeklerin örgütü, erkeklerin dediği olur” diyordu.

Bu konuyla ilgili sosyal medyadan eleştiriler geliyor. “Madem böyleydi de neden kaldınız. Kedicik olmaya dünden razıymışsınız” gibi yorumlar yapılıyor.

İfşa metninde de yazdık. Biz bunu değiştirmek için çabaladık. Bizim mücadelemiz artık devlet, kapitalizm falan bu kavramlardan çıkmıştı. Biz kendi içimizdeki yanlışları düzeltmeden nasıl dünyayı değiştirebiliriz ki. Önce kendimizi, etrafımızı değiştirmemiz dönüştürmemiz gerekmiyor mu? Biz bunun için çabaladık.

Hep birbirimizi ikna ediyorduk. “Ayşe gitme, Fatma gitme. Sen gidersen ben ne yaparım? Sen gidersen burayı değiştiremeyiz. Güçlü olalım, hep birlikte kalalım ve biz bunu değiştirelim.”

Örgütlülük içindeyken insanın kendini ikna etmesi, yaşananları bir şekilde devrimcilikle bağdaştırması gibi bir durum mu yaşandı? Maruz kaldığınız şiddeti mücadele için katlanılması gereken bir bedel sayıp kutsallaştırıyor muydunuz?

Tabii, ne kadar bedel ödersen o kadar devrimci olursun bakış açısı vardı.

Serkan’dan dayak yiyen bir anlamda nurlanıyordu. Serkan’dan dayak yiyen örgüt hiyerarşisinde yükseliyordu, karşısındakine övünçle şunu diyebiliyordu: “Sen ne yaşadın ki, ben Serkan’dan dayak yedim.”

Öyle olunca “benim bu dayakları yemem gerekiyor” diyorsun. Yaşanan tüm kötü olaylar için “bu da bizim sınavımız” derdik. Bu saydıklarım kendimizi ikna etme argümanlarımız. Birbirimizi ise “burada kalıp, birlikte burayı değiştirebiliriz” diye ikna ederdik.

Çoğu şiddet olayında oradaydım. Onun en yakınında olduğum için çok dayak yiyordum, çok dayak yediğim için en yakınında olabiliyordum.

Bu şöyle bir şey miydi: “Ben Serkan’ın gözünde o kadar kıymetliyim ki, yaptığım hatanın sonucunda bana kızdı. Kıymetli olmasam önemsemez geçerdi. Aslında bana bağırması güzel bir şey.”

Evet, tamamıyla böyle.

Erkeklere fiziki şiddet yoktu zaten. Benim sırtımda masa kırdı. Bir arkadaşımızın sırtında laptop kırdı. Polisten görmediğimiz şiddeti Serkan’dan görürdük.

Gözüm şiştiği bir dönem ailem Serkan’dan dayak yediğimi anlamasın diye boks başlıklı bir fotoğraf çektirdim, Boks antrenmanında oldu gibi bir açıklama yaptım. Gözümü o şekilde morartan Serkan’dı. Gözüme belki 10-12 kere vurdu. Ayağa kalktığımda gözüm mosmor olmuştu. Çektirdiğim o boks antrenmanı fotoğrafında da hâlâ sırıtıyorum; bu da işin absürt yanı.

Onun dışında adamın ilkel sadist zevkleri vardı. “Hadi çıkın bir kavga edin, hadi biriniz birini itsin, hadi güreşin” falan derdi.

Kadın yoldaşlara karşı, polis tacizine karşı direnme tatbikatı adı altında kadın yoldaşlara elle cinsel tacizi meşrulaştırıyordu. “Polis tacizine nasıl direneceksin bakalım, hadi diren” deyip kendisi tacizci polis rolü oynuyordu. Cinsel taciz anlamında bundan çok ötesine tanık olduğumu söyleyemem ama bunu yapardı.

(Devam edecek)

- Advertisment -