Bu tartışma kapsamında son olarak uluslararası hukukta var olan “tiksindirici borç” kavramı gündeme geldi. Erdoğan, Cumartesi günü Kanal İstanbul’un güzergahı üzerinde yer alan bir geçiş yolunun temel atma projesinde yaptığı konuşmada, “Devletlerde devamlılık esastır. Bunlar devlet terbiyesi de görmediler. Siz nasıl devlet yönetimine talipsiniz ya? Söke söke sizden bu paraları uluslararası tahkim yoluyla da alırlar” dedi. Erdoğan’ın bu sözlerine yanıt olarak, İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, partisinin Çarşamba günkü grup toplantısında “tiksindirici borç” kavramından bahsetti.
Akşener, “Uluslararası hukukta ‘tiksindirici borç’ diye bir kavram var. Bu kavram dış borç alan ve milleti için harcamak yerine kendi için kullanan liderler için kullanılır” diye konuştu.
Tiksindirici borç kavramı ne anlama geliyor, Kanal İstanbul için uygulanabilir mi?
Tiksindirici borç nedir?
İngilizcesi “odious debt” olan, Türkçe’ye “tiksindirici borç” ve bazı durumlarda “gayrimeşru borç” olarak da tanımlanan bu kavram, 1920’lerde geliştirilmiş bir doktrin. Konuyla ilgili olarakB BC Türkçe’nin sorularını yanıtlayan siyaset bilimci Doç. Dr. Burak Bilgehan Özpek, bu doktrinin çıkış noktasını, “özellikle sorumsuz davranan, dışarıdan aldığı borçları ulusun menfaati yerine kendi kişisel zenginleşmesi için kullanan yönetimlerin aldıkları borçların yerine gelecek yönetimler tarafından ödenmesi sorunu” olarak anlattı.
Özpek, bazı ülkelerde otoriter yönetimlerin zamanla dışarıdan çok fazla borç almaya başladıkları ve bu borçları altyapı, eğitim veya diğer ekonomik yatırımlar için kullanmayıp kendilerinin ve etraflarındaki insanların zenginleşmesine harcadıklarını gösteren örneklerin ortaya çıktığını belirtti. Özpek, “Dolayısıyla bu insanlar devrildikten sonra yerine gelen demokratik yönetimler, borç ödemekten altyapı ve eğitim gibi alanlarda yatırımlara harcayacak para bulamıyorlar. Dolayısıyla yeni gelen demokratik yönetim çok kırılgan oluyor ve bu doktrini uygulanmaya başlıyor. Çünkü eğer despot yönetimlerden sonra gelecek demokratik yönetimlerin dayanıklı olması bekleniyorsa o tiksindirici borç kavramı kullanılıyor” dedi.
Bu kavram nasıl ortaya çıktı ve gelişti?
Tiksindirici borç kavramı, Rus hukukçu Aleksander Sack tarafından ortaya atıldı. Sack, 1927 yılında yazdığı “Devletlerin Dönüşümünün Kamu Borçları ve Diğer Finansal Yükümlülüklere Etkileri” adlı kitabında, bu kavramı “bir devletin nüfusunun rızası olmadan, kreditörlerin de farkında olduğu bir şekilde, çıkarlarının aksine alınmış ve harcanmış borçlar” olarak tanımladı. Sack, bu kitabında tiksindirici borçları savaş borçları, zorla verilen borçlar ve rejimlerin borcu kategorilerine ayırdı. Ancak zaman içerisinde diğer başka akademisyen ve bilim insanları da bu kavramı geliştiren yayınlar ortaya koydu. 20’nci yüzyılın sonları ve 21’inci yüzyılın başlarında da, “gelişmekte olan ülkelerde halkın çıkarı için harcanmamış borçların” da tiksindirici borç doktrini çerçevesinde ele alınması genel kabul gören bir görüşe dönüştü. New York Üniversitesi (NYU) Hukuk Fakültesi’nden Prof. Dr. Robert Howse, 2007 yılında Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı için ele aldı makalede, bu kavramın “tiksindirici olarak kabul edilen bir rejimin” ardından kalan borçların tamamen ya da kısmen ödenmemesi için “ahlaki ve hukuki bir temel” sağladığını belirtti. Howse, “Tiksindirici borç kavramı ile eski ‘tiksindirici’ rejim tarafından alınmış ve nüfusun çıkarlarına fayda sağlamayacak ya da zarar verecek şekilde kullanılmış olan borçtan kaynaklanan hukuki yükümlülüklerin kısmen ya da tamamen yerine getirilmemesi için ahlaki ve hukuki bir temel sağlamayı amaçlıyor. Genellikle de bu durum, borç verme işlemi yapıldığı döneme kreditörün bu koşullardan haberdar olup olmadığı ya da haberdar olmasının gerekip gerekmediğinin tespitiyle ilgilidir” diye yazdı.
Hukuki süreç nasıl işliyor?
Doç. Dr. Özpek, tiksindirici borç kavramının gündeme getirilebilmesi için temelde üç şartın olması gerektiğini aktardı ve bu şartlar şöyle sıraladı: “Kredi verenlerin bilgilendirilmesi lazım. Yani içerdeki durumla ya da bu borçların geri ödenmemesi ile alakalı bilgilendirilmeleri gerekiyor. Kreditörler kime, nasıl borç verdiklerini biliyor olmalılar. İkincisi halkın rızası olması lazım. Yani kendi iç hukukuna riayet etmesi ve paranın harcama şekline halkın rıza göstermesi gerekiyor. Üçüncüsü de ulusun tamamının menfaatine olabilecek yatırımlar yapılması gerekiyor.” Özpek, kreditörlerin durumla ilgili bilgilendirilmesinin yanı sıra bu borcun halkın rızası olmadan harcanmış ve ulusun tamamının menfaatinin söz konusu olmadığı durumlarda yeni gelen yönetimlerin bu doktrin çerçevesinde mahkemelere başvurabildiklerini söyledi. Özpek, “Böylece uluslararası toplumu hadiseye davet etmiş oluyor. Bu davalar çok uzun sürüyor ve sonunda da kreditörler ile ülke arasında bir uzlaşı süreci başlıyor. Yani, verilen borçlar öyle söke söke alınmıyor” dedi. Bu süreçte tarafların sonunda borcun ya geri ödenmemesi ya da büyük bir indirimle ödenmesi gibi bir uzlaşma sağladıklarına dikkat çeken Özpek, yapılan kredi sözleşmelerinde ihtilaf halinde gidilecek yargı merciinin açıkça belirtildiğini ve “tiksindirici borç” kavramıyla yapılacak başvurularda da konunun bu mahkemelere taşınacağını aktardı. Özpek ayrıca, Türkiye’nin bugüne kadar gerçekleştirdiği büyük projelerde uluslararası kreditörlerle yaptığı anlaşmalarda başta Londra olmak üzere uluslararası mahkemelerin yetkilendirilmiş olduğunun altını çizdi. Özpek, “Tiksindirici borcun, ulusun borcu değil de, şahısların borcu olarak kabul edilmesi gerekiyor. Dolayısıyla şu andaki yönetimde bunun altında kimin imzası varsa onlar ve onların varisleri, mirasçıları diğer varisleri ve mirasçıları bundan sorumlu olabilirler. Bu aslında aynı zamanda bir risk unsuru da barındırıyor” diye konuştu.
Tiksindirici borç kavramının kullanıldığı örnekler var mı?
İYİ Parti lideri Akşener, grup konuşmasında Ekvador ve Haiti’yi örnek olarak gösterdi. Ancak tarihte tiksindirici borç kavramının temelini oluşturan tezlerle ülke borçlarının silindiği ya da ciddi indirimlere gidildiği örnekler mevcut. Daha henüz bir adı yokken, bu doktrin temelinde bir ülkenin borcunun silinmesinin ilk örneği 1861 yılında Meksika’da yaşananlar kabul ediliyor. Meksika’da yönetim değişikliğinden 15 yıl sonra geçirilen bir kanunla eski rejimin aldığı borçlar “yok hükmünde ve tiksindirici” olarak kabul edildi ve ödenmeyeceği açıklandı. Daha yakın dönemlerde de Ruanda, Irak ve Nijerya gibi ülkeler için bu kavram gündeme geldi. ABD, 2003’te Irak’ın işgalinin ardından Saddam Hüseyin dönemine ait borçlarının “tiksindirici” olduğu gerekçesiyle silinmesini talep etti. Ancak, hukuk uzmanları ABD’nin bir teamül oluşturabileceği kaygılarıyla daha sonra borç silinmesiyle ilgili resmi girişimlerinde “tiksindirici borç” tezini kullanmaktan vazgeçtiğine dikkat çekiyor. İran İslam Devrimi’nin ardından yeni yönetimin eski bir borca ilişkin açtığı davada bu talep mahkeme tarafından reddedildi. Akşener’in de gündeme getirdiği Ekvador örneğinde ise 2008 yılında iktidara gelen solcu Rafael Correa, kendisinden önce “yolsuzluğa bulaşmış, despot yönetimlerin yaptığı” borçların gayrimeşru ve tiksindirici olduğu gerekçesiyle ödemeyeceğini ilan etti. Bunun için kurulan komisyon, uluslararası kreditörlerle görüşmelere başladı ve bunun sonucunda da borcun yüzde 70’inin silinmesi üzerinde uzlaşma sağlandı.