Ana SayfaHaberler“Türkiye'de kaybedenin zaafı kadar kazananın gücünü görmemiz lazım”

“Türkiye’de kaybedenin zaafı kadar kazananın gücünü görmemiz lazım”

“Mikro siyasi analizler, okumalar seçim öncesinde de seçim sonrasında da yapılır. Sonuçlara taraf gözlüğüyle bakmak bu tür analizleri tahrik eder. Muhalefet kesimde beklenti malumdu: “Türkiye çok kötüye gidiyor. Tayyip Erdoğan ekonomik kriz ve hukuk kriziyle karşı eridi, iktidar değişikliği son derece kaçılmazdır…” Ama olmadı. Muhalefet taraf gözlüğü takınca, bunun nedenini karşı tarafın gücünde değil, kendi eksikliklerinde arar. Şu çok açık: Türkiye'de kaybedenin zaafı kadar kazananın gücünü görmemiz lazım. Yani yüzde elli iki oy almış. Yani yirmi yedi milyon, yirmi sekiz milyona yakın seçmenin yüzde elli ikisinin oyunu almış bir siyasi partinin neden bu oyu aldığını sormak muhalefetin neden kazanamadığını sormak kadar önemli. Hatta daha önemli.”

28 Mayıs’taki ikinci turda da Erdoğan seçimi önde bitirerek bir dönem daha cumhurbaşkanı seçildi. Bu seçimin sonuçlarını siz nasıl değerlendiriyorsunuz?


İki tur arasında esas olarak büyük değişiklik olmadı. Katılımda küçük bir düşüş oldu evet, belli bölgelerde katılım çeşitli politik nedenlerle düştü. Güneydoğu Anadolu’da, Doğu Anadolu’da, Kılıçdaroğlu’nun Ümit Özdağ’la yaptığı protokolün katılımı aşağı çektiğini görüyoruz. Ama onun dışında baktığımız zaman beş aşağı beş yukarı birinci tur tablosu yenilendi. İlk turda iki aday arasında iki buçuk milyon oy farkı varken, ikinci turda fark iki milyon üç yüz bin oldu.  Bloklar çok fazla aralarında geçiş yaşanmadı. Seçmenin ilt turda verdiği kararların nihai kararlar olduğu anlaşıldı. Sinan Oğan’ın yüzde beş buçuk civarında bir oy oranı vardı. Anlıyoruz ki bu oy oranının yüzde elli beşi Kılıçdaroğlu’na geri kalanı ise Erdoğan’a gitmiş durumda. Burada da dengeli bir dağılım oldu. Seçim coğrafyası her zamanki gibi oluştu. Üç büyük bölge ortaya çıktı. İlki batı ve güney kıyılarından oluşan, daha batılı, daha bireysel özgürlükler ve değerlerle iç içe, daha gelişmiş bir bölge. İkinci bölge Karadeniz dahil İç Anadolu’yu kapsayan a muhafazakar ve gelişmekte olan bir bölge. Üçüncüsü Kürt bölgeleri. Üç farklı Türkiye resmi bir kez daha karşımıza çıktı ama, Kürtlerle Batı birlikte hareket ettiklerine göre bu seçimlerde iki büyük Türkiye resminden bahsetmek yanlış olmaz. Sonuç ana hatlarıyla basitçe böyle.


Seçimin ardından muhalefet cephesinde herkes birilerine fatura çıkartmaya başladı. Seçimin sonucundan Kürtleri sorumlu tutanlar var, sandığa gitmeyenleri sorumlu tutanlar var, Kılıçdaroğlu’nu sorumlu tutanlar var, Altılı Masa’yı sorumlu tutanlar var… Peki sizce bu mağlubiyetin sorumlusu kim? Sizce neden Kılıçdaroğlu bu seçimi Erdoğan’a karşı kaybetti? Neden Erdoğan bu seçimden de galip çıktı?

Mikro siyasi analizler, okumalar seçim öncesinde de seçim sonrasında da yapılır. Sonuçlara taraf gözlüğüyle bakmak bu tür analizleri tahrik eder. Muhalefet kesimde beklenti malumdu: “Türkiye çok kötüye gidiyor. Tayyip Erdoğan ekonomik kriz ve hukuk kriziyle karşı eridi, iktidar değişikliği son derece kaçılmazdır…” Ama olmadı. Muhalefet taraf gözlüğü takınca, bunun nedenini karşı tarafın gücünde değil, kendi eksikliklerinde arar. Senin sorduğun soruların tümü aslında muhalefetin içinden bakan, başka tür davranılsaydı, kazanmanın mümkün olabileceğini söyleyen bir dizi, siyasi alıştırma, tartışma, iddia…

Öyle olsaydı böyle olur muydu? Böyle olsaydı öyle olur muydu? Hepimizin kendimize has bir fikri var. Fakat bunları geriye dönüp test etmemiz mümkün değil. Ümit Özdağ meselesi acaba çok olumsuz mu etkiledi? HDP meselesi başka türlü ele alınabilir miydi? Başka bir aday çıkabilir miydi? Ya da işte Akşener kendi başına aday olsaydı o meşhur tartışmadan sonra daha farklı olabilir miydi? Bu tartışmaların sonuçların yorumlanmasıyla ilgili çok kayda değer bir anlamı olduğunu sanmıyorum. Ama bir anlamı var, o da şudur; bunların iç hesaplaşmalarda, Cumhuriyet Halk Partisi’nin içindeki hesaplaşmalarına, Altılı Masa’nın devam edip etmeyeceği konusunda bütün bunların belli bir fonksiyonu var.
Senin soruna gelecek olursak şu çok açık: Türkiye’de kaybedenin zaafı kadar kazananın gücünü görmemiz lazım. Yani yüzde elli iki oy almış. Yani yirmi yedi milyon, yirmi sekiz milyona yakın seçmenin yüzde elli ikisinin oyunu almış bir siyasi partinin neden bu oyu aldığını sormak muhalefetin neden kazanamadığını sormak kadar önemli. Hatta daha önemli.

Bu açıdan baktığımız zaman aslında bu seçimleri iki açıdan okumak mümkün.

İlk açı toplumsal katmanların siyasi eğilimleridir. İkinci okuma siyasi rejimin istikametiyle ilgilidir. Senin sorunu aslında birincine, toplumsal siyasal eğilimlere giriyor. Sonuçlar, seçmenin ortadan ikiye ayrılması Türkiye’de tarihsel belirleyenlerin ortaya koyduğu o büyük kırılmanın eseri. Kültürel değer sistemi ayrışmasının göstergesi. Türkiye’deki asli bölünmenin esas olarak kültürel bir bölünme olduğu, seçmenlerin talep ve tepkilerinde (en azından kazanan taraf açısından) bireysel çıkardan çok değersel tutumdan hareket ettiğini, kültürel aidiyetleri, çıkarları ve beklentilerinden hareketle tercih yaptıklarını gösteren bir durum. Türkiye’de modernleşmenin, kentleşmenin artması, Orta Anadolu’da çekirdek aile oranının yükselmesi elbette bir bireyleşme dalgasını beraberinde getiriyor ama bu biraz önce söylediğim o büyük kırılmanın içinde meydana geliyor.

Şimdi bu tablonun, kültürel blokların taşıyan yapısal unsurlar kendi içlerinde dönemsel yer değişiklikleri yaşarlar.

Bundan yirmi yıl evvel, muhafazakar kesimin değer sistemini hiyerarşinde en tepede dini olan unsurlar olan yer alırdı. Kültürel aidiyet, dindarlık ve simgeleri üzerinden tanımlanırdı.. Bugün bir kayma yaşandığını görüyoruz. Bu kez milli olmak var ve milliyetçi aidiyetin daha baskın hale gelmeye başladığını görüyoruz. Bunun yanında muhafazakar milli kimlik, beden, aile, ahlak mikro siyasi unsurları barındırmaya başladı.

Bu muhafazakar kesim açısından bize şunu da söyler:

Kültürel değerler hiyerarşisinde tepede kültürel haklar, örneğin başörtüsü, başörtülü özgürlük alanlarının genişlemesi arayışı olduğu zaman bu durum, demokrasiyle iç içe giren eşitlenme arayışını, hak ve özgürlük peşinde koşan bir muhafazakar talebi ifade ediyordu. Bugün, muhafazakar talep esas olarak eşitlenme değil, hükümranlık talebi. Milliyetçiliğin her zaman böyle bir boyutu vardır. Büyüme, güçlenme, içte ve dışta hegemonya, güçlü lider, geleceğe yönelik varoluş, farklılık karşıtı, çoğunlukçu düzen ve monolitik toplum gibi bir dizi daha milli şemsiyesinin altındaki hususlara vurgu yapar.

Esas olarak ana kırılma değişmiyor. Bu kırılmanın içerisindeki ana dokunun biçim değiştiriyor. Bu kez kültürel bir çatışma yaşamadık görünürde. Laik – dindar çatışması olmadı. Bu sefer başka türlü yaşadık. Gerginlik daha siyasiydi.  Bu siyasi çatışmada da işte iki tane farklı Türkiye arasındaki iki büyük tasavvur karşımıza çıktı. Ama arkasında kültürel değer alt yapısı var bu çatışmanın. Beka, güç ve geleceğe yönelen tasavvurun bu denli güçlü olması, Türkiye’de muhafazakarlığın önemli ölçüde dönemin koşullarından besleniyor olmasıdır. Ortadoğu’dan, Ukrayna’dan, Avrupa’dan dünyadaki popülist güçlü lider arayışından güçlü bir gelecek arayışından beslenen bir tasavvura sahip olmasıdır. Tabii rejim açısından tablo başka bir şey ifade ediyor. Onu da bir ara konuşuruz.

Bu seçim sonucunun ardından bir kesim Kılıçdaroğlu’nun istifa etmesi gerektiğini belirtirken, bir kesim ise en azından 2024 yerel seçimlerine kadar parti lideri olarak devam etmesi gerektiğini söylüyor. Sizin bu konudaki düşünceniz nedir? Sizce Kılıçdaroğlu istifa mı etmeli, yoluna devam mı etmeli?

Analizimi değil kanaatimi soruyorsun anladığım kadarıyla. Bence elbette kalmalı. Bir seçim mağlubiyeti her şey demek değildir Şimdi soruların sorulma zamanı olmalıdır. Hemen istifa yeni bir iktidar mücadelesine işaret eder. Fırsatçılığı besler. Daha soğukkanlı, yenilginin sebeplerinin masaya yatırıldığı bir tartışma süreci gerekli. İkincisi şu anda Kılıçdaroğlu’nun istifası tam bir hezimetin ifadesi olur. İstanbul konuşmasında Tayyip Erdoğan dün de Fuat Oktay hatta televizyon kanallarında bazı AK Parti aydınları kendilerinden çok CHP’den bahsederek Kılıçdaroğlu’na hesap sorulması gerektiğinden bahsediyorlar. Bu çerçevede değerlendiriyorum ben. Bu hezimetin tescil edilmesini istiyorlar. Kılıçdaroğlu’nun şu anda çekilmesi, gitmesi bir dağılma, bir yenilginin tescillenmesidir. İktidar açısından muhalefet açısından ise tabii iktidarda gözü olan çok unsur var, çok grup var. onların tartışmalarının tam odağına oturuyor. kanaatim beklenmelidir.

- Advertisment -