Ana SayfaANALİZLERTürkiye’nin “Küba”sı Yunanistan’da büyük ilgi görüyor

Türkiye’nin “Küba”sı Yunanistan’da büyük ilgi görüyor

Yönetmen Kutluğ Ataman’ın 2005 yılında yaptığı “Küba” video enstalasyonu, Yunanistan’ın bağımsızlığının 200’üncü yıldönümü için Atina’da düzenlenen sergiye damgasını vurdu. Ataman’ın Merter’deki Küba mahallesinde yaşayan 40 kişiyle yaptığı röportajlardan oluşan çalışmasını Yunanistan Cumhurbaşkanı Katerina Sakellaropoulo’ya da gezip, Instagram hesabından paylaştı. Kutluğ Ataman’la yıllar sonra yeniden ilgi gören “Küba”yı ve Türkiye’yi konuştuk.

Avrupa Şampiyonası’nda mücadele eden Milli Takım’ın tecrübeli antrenörü Şenol Güneş, 2o11 yılında Trabzonspor’un başındayken Atletico Bilbao ile maç için Bilbao’ya gelir ve  Guggenheim Müzesi’ni ziyaret eder.

Müzede o sırada Kutluğ Ataman’a ait 2005 yapımı ‘Küba’ adlı video enstalasyonu sergilenmektedir.

Sergide, Ataman’ın iki yıl boyunca vakit geçirdiği İstanbul Merter’de daha çok Kürtlerin yaşadığı Küba mahallesinden 40 kişiyle yaptığı video röportajlar  ikinci el koltukların karşısında konumlanmış şekilde eş zamanlı olarak sergilenmektedir. Videoların bazılarında Kürtçe konuşulmakta, bazılarında Kürt meselesiyle ilgili sözler edilmektedir.

Macintosh HD:Users:yildirayogur:Desktop:Ekran Resmi 2021-06-20 16.27.11.png

Güneş sergiyi gezer, maç öncesi düzenlediği basın toplantısında futboldan önce bir Türkiye Cumhuriyet vatandaşının şehirdeki sergisinden bahis açar. Ama övmek için değil, yerden yere vurmak için.

Sergi için “utanç verici” ve  “terörist propaganda” der, “Bask ülkesinde siz de terörden çok acılar çektiniz” diyerek Basklıları bu sergi için eleştirir.

Fakat şehirlerinin sembolü olan müzedeki serginin böyle eleştirilmesi İspanyolların pek hoşuna gitmez. Güneş’i eleştiren çok sayıda haber ve yorum yazısı çıkar.

Güneş, Türkiye’ye döndüğünde de eleştirilerine devam eder:

“Ben elbette sanatın ne olduğunu bilecek bir yapıya sahibim. Ama bunun sanatla ne alakası var, bu bence bir propaganda. Ben meseleye bir de, bugün gelinen noktaya yapılan katkı açısından da bakıyorum. Böyle bir eserin Türkiye’ye yararı yok.”

Şenol Güneş’in çalıştırdığı Milli Takım’ın Avrupa Şampiyonası’nda pek ümit vermediği bugünlerde, Güneş’in “Türkiye’ye yararı yok, bunun sanatla ne alakası var” dediği Kutluğ Ataman sergisi Küba, Yunanistan’da büyük ilgi görüyor.

Ataman’ın eseri 16 yıl sonra, Yunanistan’ın bağımsızlığının 200. yıldönümü kutlamaları sebebiyle Atina’daki Lenorman Street Tütün

Fabrikası’nda açılan  “Portals” (Kapılar) adlı çağdaş sanatlar sergisinde sergileniyor.

27 farklı ülkeden 59 sanatçının eserlerine yer verilen serginin ilk odası, yönetmen Kutluğ Ataman’ın “Küba” isimli eserine ayrılmış.

Serginin ziyaretçilerinden biri de Yunanistan Cumhurbaşkanı Katerina Sakellaropoulo’ydu. Kutluğ Ataman’ın eserini de gezen Sakellaropoulo,  Instagram hesabından sergi için yaptığı paylaşımda Ataman’ın eserinin fotoğrafına da yer verdi.

Ataman, “Küba” çalışmasıyla daha önce ABD’de sanat alanında verilen en prestijli ödüllerden Carnegie Ödülü’nü almıştı.

Ataman’ın çalışması, İstanbul’un gecekondu mahallelerinden biri olan resmi ismiyle Mehmet Nesih Özmen mahallesi, bilinen ve kabul edilen ismiyle “Küba” mahallesine ve mahalle sakinlerinin yaşantısına ışık tutuyor. Güngören’e bağlı bu mahalle, 1970’li yıllardaki politik çizgisine paralel olarak “Küba” ismini almış. Çoğunluğunu Kürt vatandaşların oluşturduğu mahallede iki yıldan fazla vakit geçirip gözlem yapan Ataman, mahallenin çocukları, gençleri, yaşlıları ve kadınlarıyla yaptığı görüşmeleri kayda alarak oluşturduğu 40 monoloğu eserinin odağında kullanmakta. 2005 yılında ortaya çıkarmış olduğu bu çalışmayı, 40 farklı televizyon ekranında, ikinci el koltukların karşısında konumlanmış şekilde eş zamanlı olarak sergilemekte. Aynı mahalleyi paylaşan ve ortak bir kültürün parçası olan insanların hayat hikayelerini sunan çalışmada Ataman, eşlerinin cezaevinden çıkmasını bekleyen kadınların, eroin bağımlılığı sebebiyle çocuklarını kaybeden annelerin hayatlarına kısa süreliğine misafir olabilme imkânı tanıyor.

Yunan basını sergiye büyük ilgi gösteriyor, gazetelerde sergiden çıkan fotoğrafların çoğunda Ataman’ın “Küba”sı fotoğraf olarak kullanılmış.

https://www.athensvoice.gr/culture/arts/718129_i-atzenta-toy-filotehnoy-ektheseis-synaylies-parastaseis

Küba, Yunanistan programının ardından İspanya’nın başkenti Madrid Reina Sofia Müzesinde 2021 sonbaharında kalıcı koleksiyonda sergilenmek üzere hazırlanıyor.

Kutluğ Ataman’la 16 yıl sonra Yunanistan’da yeniden ilgi gören “Küba” üzerine konuştuk.

metin, yer, iç mekan, oda içeren bir resim

Açıklama otomatik olarak oluşturuldu

Yunanistan’da böyle bir ilgi bekliyor muydunuz?

Ben eski bir iş olduğu için çok fazla bir tepki beklemiyordum ama oldukça ses getirmiş.

Serginin “dönüşüm” teması içerisinde Küba’yı nasıl konumlandırmalıyız?

Yeni dünyaya geçişten söz edersek var olan problemlerin çözülmesine yönelik bir hareket gözlemliyorum.  Eskinin gerçek sorunlarına -bunlardan bir tanesi tabii ki gelir eşitsizliği- popülist yöntemlerle değil; bu sorunlara gerçekçi, mühendis gözüyle bakıp yüzleşmek gerektiğini ve bunları çözmek üzere ciddi bir şekilde sistemi tekrardan gözden geçirmek gerektiğine inanıyorum. Bundan sonraki dönemin de hem dünyada hem Türkiye’de özgürlükler dönemi olarak önümüze geleceğini düşünüyorum. 

Alt kimlikler olarak görülmüş kimliklerin esasen bir alt kimlik olarak olmadığı, başta sınıfsal eşitsizlikler olmak üzere bu türden ayrışımların var olacağını ve şimdi gördüğümüz birtakım koalisyonların tekrardan toplumlar tarafından değiştirileceğini düşünüyorum. Bu süreçte  Türkiye’de ye bakacak olursak benim gözlemlediğim üç farklı fay hattı var.

Macintosh HD:Users:yildirayogur:Desktop:Ekran Resmi 2021-06-20 16.33.48.png

İlki kurucu ideoloji olarak “ulusalcı” şeklinde nitelendirebileceğimiz eylem ve aktörleri gördüğümüz bir dönemdi. 

İkincisi ise dindar kesim. Dindar kesimin fay hattı kırıldı ve uzun süredir yola çıkmış olan bir hareket AKP ile iktidara gelip sadece iktidarı değil sistemi değiştirdi. Biraz da eskiyi kopyalayarak yaptı bunu, yeni bir vizyonla veya beceriyle değil de vaktinde bize İnönü’nün anlatıldığı biçimde benzer bir dönemden geçiyoruz.

Bunu da doğal buluyor ve çok da yadırgamıyorum. Çok daha farklı, yeni bir vizyonla gelebilirlerdi ve çok daha başka olumlu yerlere ülkeyi götürebilirlerdi, ama bu da bu kadarmış diyelim. Sonuçta mutlaka yüzeye çıkması gereken, bastırılması doğru olmayan bir enerjiydi bu.

Üçüncü fay hattı ise Kürtler ve diğer azınlıklar. Daha doğrusu azınlık diye algılananlar ama toplumun doğal parçaları, yani Ermeniler, Yahudiler, Rumlar ve LGBTİ bireyler başta olmak üzere bu grupların özgürlük isteklerinin öne çıkacağı bir yeni döneme girdiğimizi düşünüyorum. Bunun da sadece Türkiye’de değil tüm dünyada böyle geliştiğini gözlemliyorum.

Küba işinin de bu yeni dönemde “Eski ve yeni dünya arasındaki geçişi” konuşan, “Nasıl bir dünyaya geçiyoruz?” sorusunu tartışan bir sergide de o noktada algılanması ses getirmesine neden oldu. Neden ses getirdi, çünkü insanlar zaten bu tür sergilere gitmeden önce kafalarında benzer isteklerle gidiyorlar, zaten o bir gerçek, toplumun bir gerçekliği. Dolayısıyla sergiye gittiklerinde Küba çalışmasına bu yüzden ilk aşamada duygusal açıdan bir beraberlik hissedip cevap veriyorlar. Sonrasında reaksiyonlar daha da derinleşebiliyor ve sosyologlara, sanat tarihçilerine yansıyor. İlk aşamada seyircinin tepkisine cevap vermek gerekirse, benzeri bir portreye hazır hissederek geliyor ve bu tür işleri de gördükçe de kafalarında benzer yansımalarla formülleştiriyorlar. 

16 yıl boyunca “Küba” niçin Türkiye’deki sergilerde yer bulmadı?

Türkiye’de Küba işinin geçmişte gösterilmemesinin sebebi provokasyonlara neden olabileceği korkusu. Özellikle çalışmadaki kadınlar, biraz daha tutucu, ataerkil bir toplumdan geliyorlar sol tandanslı olmalarına rağmen. Kadınların şiddete uğrayabilme ihtimalini görünce geri çekildim gösterime koymak adına. Çünkü benim görüşümce, masum insanlara karşı şiddet riski varsa sanat da olsa durur.  O dönemde Kürtler arasında daha fazla bir feodal yapı vardı, şimdi bunun değiştiğini düşünüyorum bir nebze. Aradan çok fazla vakit de geçtiği için Türkiye’de gösterilebilir diye düşünüyorum ama belli bir plan yapmadım. 

Macintosh HD:Users:yildirayogur:Desktop:Ekran Resmi 2021-06-20 16.34.04.png

Pandemi ilk alevlendiği vakit Tozkoparan’dan yetişmiş bazı sanatçılar destek istediler, bireysel çabalarla oluyor bunlar. Ben de destek olacağımı söyledim. Şu an biraz paradigma değişti, artık Türkiye’de de çıkabilir bu eser. Ama şöyle bir şey de var, artık eski sanat dünyası kalmadı açıkçası. Biliyorsunuz oturup konuşulduğunda sen kaça eser sattın, belli isimler sergiye geldi mi gibi para, maddiyat konuşulan bir endüstriye dönüştü. Ama ben zaten hep sistem dışı olmayı tercih ettiğim için çok da fazla umurumda değil, tek başıma da yapabilirim bunu. Sermayenin desteğiyle sanat dünyasının koruyucu bekçileri olarak ortalıkta şu an bulunan kurumlarla beraber değil de Türkiye’de gösterebilirsem bir alternatif olarak gösterebilmeyi isterim. Yoksa bu bahse konu kurumlar fazlasıyla kemikleşebiliyorlar. Şöyle örnek vereyim, Fransızcada Küratör diye bir kelime yok, “komiser” var, 30 yıldan fazla zamandır sanat dünyası içerisindeyim ve komiserlik yapmayan çok az sayıda kurum veya küratör ile karşılaşmışımdır. Her zaman bir mücadele etme durumu oluyor, “Aman o bir şey der mi, hükümet ne der, patronlar ne der” gibi sorular dolaşıyor her zaman. Gelişmiş ülkelerde nasıl ki gazetelerin büyük patronları olsa dahi, editöre, yazarlara karışamazlar, sanat kurumlarında da patronun, yani müze sahibinin sözü küratöre veya sanatçıya geçemez. Bir çeşit kuvvetler ayrılığı vardır.  Kısacası bugünün Türkiye’sinde basınının esasen patron veya hükümetin bir iş ve çıkar takip etme aygıtı olduğunu gördüğümüz gibi, kültür ve sanat ortamında da aynı işleyişi görüyoruz. Basında gözlemlediğimiz kadar yırtıcı olmasa dahi, bu eski az gelişmişlik alışkanlıkları, emir komuta sistemi, patron, komiser ve itaatkâr sanatçılara kadar yansımış durumda. Bu yeni dönemde sanat dünyasının iki seçeneği var. Birincisi eski alışkanlıklarını sürdürüp eski banka sergi salonları konumuna düşmek.  İkincisiyse zaten kontrol edemeyecekleri muhalif sesleri içeri alıp sanat pratiğine sadece platform tanımak ama asla kontrol etmemek.  Ben bu ikisinin arasında bir yerde kalacaklarını düşünüyorum.

Halihazırda böyle bir durum da olmadığı için komiserlerle idare ediyorlar. Bu komiserler de Rönesans’tan geliyor, parayı kral veya papa verirdi ve tabii ki sanatla ilgilenemeyecekleri için komiserleri vardı bu işlerle ilgilenen. Küratörlük dediğimiz şey de buradan geliyor. Örneğin, Fransa’da katıldığım bir sergide 35 kişilik bir müze kurultayı önünde bana eserin içinde gizli bir mesaj olup olmadığını sormuşlardı, mahkemeye çıkmış gibiydim. Bunu görmem de iyi oldu, sadece Türkiye’ye özgü bir durum değil yani. Sadece dışarıda daha sofistike bir sistemle bu kontrol yapılıyor. Onun için ben sistem dışı olmayı tercih ederim. Kurumlarla birlikte değil oradaki insanlarla birlikte sergilemeyi isterim. Dünya görüşleri, dinleri, siyasi duruşları beni hiç ilgilendirmiyor. Her insana eşit mesafede saygılı bir şekilde sanatçı olarak onlarla çalışmayı tercih ederim kurumlardan ziyade. Zaten böyle bir karar almıştım 5-6 yıl önce, “bu ülkede sanat yapılmıyor” deyip sanatı bırakmıştım ama bazen siz sanatı bıraksanız da sanat sizi bırakmıyormuş onu anladım, anlatmak istediklerim de birikti, ama kurumlarla devam etmek istemiyorum açıkçası, o eski dönem benim için kafamda bitirmiş olduğum bir dönem. 

metin, farklı, eski, poz içeren bir resim

Açıklama otomatik olarak oluşturuldu

*Çalışmanızdaki mahalle sakinlerinin kayıtlarından sizi en çok etkileyen birkaç monoloğu bizimle paylaşmak ister misiniz?

Aslında motamot, tırnak içerisinde söyleyebileceğim şey yok çünkü eserin tamamı 42-43 saat arasında, dolayısıyla tamamını tabii ki hatırlayamıyorum. Ziyaretçi olarak bir kerede gidip tamamını seyretmenin imkânı da yok. 

Küba’nın özelliği şu, 40 ekran var ve seyirci kendi seçimine göre, sanki o sırada bir kişiyle sokakta karşılaşmış gibi karşısına geçip hikayesini dinliyor. Bu yüzden sergiyi seyredip çıktıkları vakit her biri ayrı bir Küba hikayesiyle çıkıyorlar. Her ziyaretçinin Küba hakkında deneyimi özgün oluyor. Çünkü insanlar ekrandan ekrana kendi kafalarına göre yönlendikleri için kendi montajlarını yapıyorlar aslında, ben yönlendirmiyorum onları bir şekilde. Ve bu şekilde kendi filmleriyle kendi hikayeler bütünlüğüyle çıktıkları, ayrı insanların hikayelerini dinledikleri için de ayrı kurgularla veya montajlarla çıkıyorlar. Dolayısıyla benim vurgulayacağım hikayeler aslında yapmaya çalıştığım şeyin karşısında çalışır. Benim için hiçbirinin özel bir önemi yok çünkü ben bu işleri yaptığım zaman kendimi bir belgeselci olarak da görmedim, çünkü belgeselci çekerken kamerayı nereye yönlendirmişse o dar açılı bakışı yansıtır, bu da belgeselin en büyük sorunsallarından biridir. Benim bu çalışmayı çoklu ekran olarak yapmamın sebebi de bu. Her ne kadar kendi montajlarını yapmalarına izin versem de ben de limitliyorum aslında, çünkü çok daha fazla insan var Küba’da yaşayan ama en azından bu sorunsala işaret ediyoruz. En azından bunu fark ettirip bu sorunsalı konuşmaya işaret ediyor çalışma. 

tavan, iç mekan, duvar, yer içeren bir resim

Açıklama otomatik olarak oluşturuldu
 Kutluğ Ataman, Paradise, 2007, video installation, BAK, basis voor actuele kunst, Utrecht, photo: Victor Nieuwenhuijs

Bir de Küba işinin “Paradise” isminde bir kardeşi de var. Ben bu Küba işini yaptığımda esas konum zaten söylemiş olduğum şeydi, formal bir bakıştı. Tabii ki bu “politically correct” dediğimiz hani bu liberal eğitimin de getirdiği “hiçbir hata yapmayalım, her şeyimiz düzgün olsun, insanlara saygı” gibi yüzeysel bakış da “a işte zavallı fakir insanlara ses vermiş sanatçı” diyen büyük bir çoğunluğa da sebep oluyor. Bunu reddedemem, o insanlar da sonuçta böyle bir duyguya hazır olarak geliyor. Buna çok fazla yol açmamak için Paradise diye bir çalışma da yaptım ben, Küba’daki tablonun tam tersini anlatıyor. Amerika’da çok zengin bir mahallenin insanların hikayelerini anlatıyor yine çok ekranlı olarak. Hikayeleri birbirlerinden farklı anlatıcıların, ama yine aynı şekilde, tıpkı bir arı kovanında olduğu gibi konuşa konuşa bir kimlik oluşturuyorlar. Küba’da da olduğu gibi ortak bir kimlik üretiyorlar özetle. Paradise’da da yine bu insanlar birbirlerini tanımasalar bile konuşmalarından ortaya tek bir kimlik çıkıyor, bu da enteresan ve Küba’nın kardeş çalışmasında bunu göstermek istedim. Esas yapmak istediğim de siyasi toplumsal bir mesaj değil ama ortak kimlik vurgusudur. Hatta Yunanistan’da da Paradise’ın gösterilmesini de istedim ama onlar daha alışılagelmiş politik bir mesaj vermek istediler, “Her şeye iyi bakıyoruz, bundan sonraki dünyamız daha iyi olacak” gibi. Liberallerin özür dileme sergisi olarak görebiliriz, ama ben bu duruma inanmıyorum serginin içinde olsam bile. Neoliberalizm dediğimiz aldatmaca ile liberalizm arasında kesin bir çizgi vardır ve bu zaman içerisinde de görülecek, ama hala Yunanistan’daki sergi olsun, İstanbul Bienali olsun “oldguard” -eski ekip tarafından yapılıyor, bu değişim henüz büyük sergiler ve koleksiyonlara yansımış değil, çünkü bu dipten gelen bir hareket— sermayenin ve kurumların sponsorluğunda ya da desteğinde gelişen bir şey değil.

Örneğin, New York’ta Modern Sanatlar Müzesinin önünde Filistinli, Müslüman kültürden gelen sanatçılar gösteriler yapıyorlar “Yeter artık bu kalelerin yıkılması gerekiyor, siz karar veremezsiniz sanatçılar karar vermeli, bizi neden dahil etmiyorsunuz” gibi söylemlerle. Diğer yandan LGBTİ bireyler konuşma ve var olma hakkı istemleriyle sokaklardalar.

Batı başkentlerinde sergilere bakacak olursanız Afrika kökenli sanatçılar dolu, bu sergileri yapıp geçiştireceğiz zannediyorlar ama bu da bir çeşit ırkçılık aslında. Şehirlerde gençler köleci derebeylerinin, ırkçı üniversite kurucularının, katliamlar yapmış kralların heykellerini yıkıyorlar.  Ama bugünden yarına değişecek bir durum olarak görmüyorum ben. Azınlık olarak isimlendirilen grupların veya kadınların, LGBTİ hareketlerinin, Kürtlerin belirttiğim gibi bir fay hattı olarak kıpırdayıp yer değiştireceğini düşünüyorum yeni dünyada.  Tahminim o ki bu dalga beklenilenden çok daha güçlü bir kırılma şeklinde ve küresel ölçekte etkilerini gösterecek.

- Advertisment -