Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIUkrayna’nın işgali ve rasyonalite

Ukrayna’nın işgali ve rasyonalite

Rusya, global çapta bir süper güç ve başındaki liderin, tüm Ukrayna’yı işgal etmeye kalkmasıyla rasyonel bir kişiliğe sahip olmadığını gördük. Uluslararası ilişkiler alanında fikir üretenler, her türlü stratejide bir rasyonalite arar. Çeçenistan ve hele hele Afganistan işgal deneyimine sahip bir ülkenin, Ukrayna gibi 600 bin km2’lik bir ülkeyi işgale kalkarken, bu rasyonaliteyi hesaba katması beklenirdi.

Rusya’nın Ukrayna’ya saldırması beklenen bir gelişmeydi. Çoğumuz bu saldırının, Rusya’nın Ukrayna sınırları dâhilinde bağımsız devletler olarak ilan ettiği Luhansk ve Donetsk bölgeleriyle sınırlı kalacağını düşünmüştük.  Doğrusu ben savaşın ilk gününde bile, Ukrayna’nın diğer şehirlerine yönelik saldırıları, ülkedeki silah ve mühimmat depolarını yıkma ve lojistik ikmal hatlarını bertaraf etme hamlesi olarak değerlendirmiştim. Ancak Rusya Devlet Başkanı Putin, tarihte Ukrayna diye bir devletin olmadığını, buraların Rusya’nın bir parçası olduğunu ileri sürerek, asıl amaçlarının tüm ülkeyi işgal etmek olduğunu dünyaya ilan etti.

Önce demokrasi vadetmişti

Vladimir Putin, 1999 yılından beri Rusya’nın kaderini belirleyen tek adam olarak tarih sahnesinde yer aldı.  Boris Yeltsin’den iktidarı devraldıktan sonra güç piramidinin tepesine oturan Putin, Rusya halkına, gelecekte takip edecekleri yegâne yolun demokrasi olacağını; Rusya Federasyonu sınırları dâhilinde sürekli reformlar yapacağını; insan haklarına, serbest seçimlere ve ifade özgürlüğüne önem vereceğini; Batılı devletlerle işbirliği yapacağını söylemişti. Bütün bunların da ötesinde, “benim bu koltukta sürekli oturmaya niyetim yok” diyerek güven vermeye çalışmıştı.

Ancak hiç de öyle olmadı.  Yıldan yıla güçlenerek mutlak otoritesini pekiştiren Putin, emperyal saldırganlık politikalarına sarılırken, Batı demokrasilerine olan öfkesini gizleme ihtiyacı duymadı. Aslında Rusya’nın tekrar emperyal bir güç olma yolundaki macerası daha Yeltsin döneminde (1991-1999) başlamıştı. İktidarının son döneminde Yeltsin,  Rusya Federasyonu’ndan ayrılmak isteyen Çeçenistan üzerine ordu gönderip Çeçen halkına karşı amansız bir savaş başlatmaktan geri durmadı. Putin, Yeltsin’in açmış olduğu bu yolda daha kararlı adımlarla yürüdü.

Sonrası Batı düşmanlığı

Eski Sovyetler Birliği sınırları dâhilinde yer alan ve sonradan bağımsızlıklarını ilan eden herhangi bir ülkenin Batı’ya yakınlaşması, hele bir de AB ve NATO üyeliğini hayata geçirmeye çalışması, Putin’in asla hazmedemeyeceği bir durumdu. Gürcistan NATO üyeliğinden söz edince 2008’de Rusya’nın işgaline uğramış; savaşın sonunda Gürcistan sınırları içinde yer alan Güney Osetya ve Abhazya tek taraflı bağımsızlık ilan etmiş ve hemen  Rusya tarafından bağımsız devlet olarak tanınmışlardı. 2014’deki Donbass Savaşı’ndan sonra, Ukrayna sınırları içinde ama Rusya’nın desteğiyle, 7 Nisan 2014’te  Donetsk Halk Cumhuriyeti, üç hafta sonra, yani 28 Nisan 2014’te de  Luhansk Halk Cumhuriyeti kuruldu. 21 Şubat 2022’de Rusya Devlet Başkanı Putin, her ikisini bağımsız devletler olarak tanıdığını dünyaya duyurdu.   

Putin’in bugünlere gelmesinde, her işgal ve müdahaleden sonra Batı’nın tekrar tekrar kendisine kucak açması büyük bir rol oynadı. 2008 Gürcistan işgalinden sonra Putin’e zeytin dalı uzatan ilk Batılı lider ABD Başkanı Obama (2009-2017) oldu. Gürcistan işgalinden ötürü herhangi bir yaptırımla karşılaşmayan Putin, gene Obama döneminde, 2014 yılında Kırım’ı da topraklarına ilhak etti.  Obama’dan sonra başkanlık koltuğuna oturan Donald Trump da  ağırlıklı olarak Çin ile uğraşırken mevkidaşı  Putin’le iyi geçindi. Öyle ki, Trump’un seçilmesinde Rusya’nın ABD seçimlerine müdahale etmesinin etkileri uzun süre konuşuldu. Ancak Putin’i en çok şımartan Batılı lider, Almanya’yı 16 yıl idare eden Angela Merkel’den başkası değildi. Merkel Doğu Almanya’da büyümüştü ve Putin’in dilinden en iyi anlayan lider olarak kabul edilirdi. Buna ve ABD’nin tüm karşı koymalarına rağmen, enerjide ülkesini % 50-55 oranında Rusya’ya bağımlı hale getirdi. Yaklaşık 11 milyar dolara mal olan Kuzey Akım 2, son anda devreye girecekken, Olaf Scholz hükümeti Ukrayna’nın işgali üzerine Kremlin’e rest çekti.

İllâ enerji, illâ enerji!

Yapımına 2018 yılında başlanan, 1230 km uzunluğundaki Kuzey Akım 2 projesiyle, Rusya doğal gazının, transit ülkeler olmaksızın, Baltık Denizi üzerinden direkt Almanya’ya taşınması amaçlanmaktaydı. Kuzey Akım hattıyla Avrupa’ya 55 milyar metreküp doğalgaz sevk eden Rusya,  yapımı Eylül ayında tamamlanan Kuzey Akım 2 projesiyle bir 55 milyar metreküp daha sevk ederek,  toplam sevkiyatını 110 milyar metreküpe çıkaracaktı. Boru hattına doğalgaz verilmişti bile; ancak hattın Almanya’daki ruhsatlandırılma ve Avrupa Birliği’ndeki onay süreçleri tamamlanmamıştı. Rusya enerji şirketi Gazprom, Ukrayna üzerinden doğal gaz sevkiyatı yapabilmek için altyapının yenilemesi gerektiğini ileri sürerek, transit geçiş ücretleri olmaksızın Kuzey Akım 2 üzerinden Avrupa’ya daha ucuza gaz verilebileceğini savunmaktaydı. Ancak asıl amaç Ukrayna’nın bypass edilmesiydi. ABD,  Rusya’nın Kuzey Akım 2’yi “jeopolitik bir silah” olarak kullanacağı ve Avrupa’yı Rusya’ya büsbütün bağımlı hale getireceği teziyle, daha ilk baştan projeye karşı durdu. Rusya’nın Polonya ve Ukrayna’yı bypass etmesi, Doğu Avrupa ülkelerini de rahatsız eden bir durumdu.

ABD bu uyarılarında haklı çıktı, zira Rusya enerjiyi zaten yıllardan beri “jeopolitik bir silah”  olarak kullanmakta.  Üstelik Rusya Avrupa’ya gönderdiği petrol ve doğalgazı her an Çin’e çevirebilir. Bu savaş ve çatışmanın sonunda, Çin’in en kârlı çıkacağını şimdiden tahmin etmek mümkündür.  Napoleon “bir ülkenin dış politikasını anlamak için harita üzerindeki yerine bakmak yeterlidir” diyordu. Haritalar çok şey ifade eder ve çoğumuz haritalara bakmayı bilmeyiz. Dünya haritasına göz attığımızda, şunu rahatlıkla öngörülebiliriz:  Çin, bu koca nüfusu doyurmak için er veya geç Moğolistan’a ve Asya’ya doğru genişlemek zorundadır.Bunu tarihe bir not olarak kaydetmenizi öneririm.

Şimdi ne olacak?

Rusya, global çapta bir süper güç ve başındaki liderin, tüm Ukrayna’yı işgal etmeye kalkmasıyla rasyonel bir kişiliğe sahip olmadığını gördük. Uluslararası ilişkiler alanında fikir üretenler, her türlü stratejide bir rasyonalite arar.  Çeçenistan ve hele hele Afganistan işgal deneyimine sahip bir ülkenin, Ukrayna gibi 600 bin km2’lik bir ülkeyi işgale kalkarken, bu rasyonaliteyi hesaba katması beklenirdi. Ancak öyle olmadı. Platon bundan yaklaşık 2500 yıl önce “ bir tiranın düşmanları da, dostları da yoktur” demişti. Tiran önce düşmanlarını, sonra da dostlarını ortadan kaldırır.  Machiavelli, Platon’dan 2000 yıl sonra, “saraylar dalkavuklarla doludur” diyerek, tiranların ve diktatörlerin yalnız insanlar olduğuna dikkat çekti.   Belli ki Kremlin Sarayı’nda sağduyulu danışmanlar geri çekilmiş, dalkavuklar Rusya liderinin etrafını sarmıştı.

Şimdi ne olacak sorusuna gelince: Rusya, en kısa sürede Kyiv ve diğer belli başlı şehirleri işgal ederek, kendisine bağlı bir kukla yönetimi iş başına getirmeye çalışacak. Ancak işi hiç de kolay değil,  ABD ve Batı, Soğuk Savaş’tan buyana ilk defa, sınır ötesi bir işgal eylemine karşı bu kadar kararlı bir duruş sergiliyor. Daha savaşın ilk saatlerinde Rusya’nın ekonomisini felç eden adımlar atıldı. Rusya’nın 1 trilyon dolar civarındaki dış varlıklarına el konuldu, Rusya bankaları uluslararası sistemden çıkarıldı,  Rus rublesi birkaç günde % 40 değer kaybetti ve Moskova Borsası çöktü.  Rus uçaklarının pek çok ülkeye giriş-çıkışı yasaklandı, Rusya da kendi hava sahasını 36 ülkeye kapattı.  Dünya sevkiyat zinciri sekteye uğradı.  Denizler ve Okyanuslar üzerindeki sevkiyat masrafları iki üç katına çıktı. Petrol ve doğalgaz fiyatları her gün yükselişte.  Putin Rusya’yı bir hamleyle Ortaçağ karanlığına iterken, Avrupa ve ABD,  Rusya’yı sadece ekonomik ve siyasi yaptırımlar dize getirmeye çalışmıyor;  Ukrayna ordusu ve halkına her türlü silah ve mühimmat sağlamaktan da geri durmuyor. NATO, olası bir nükleer savaş içinde tetikte bekliyor. Rusya, Ukrayna’yı işgal etse de, yıllar sürecek bir gerilla savaşını göze almak zorunda.  Lakin Rus halkı öyle fazla sabır da göstermeyebilir. Çoğunlukla 1-2 çocuklu aileler, cepheden cenazeler gelmeye başlayınca, ölümüne rejime karşı duracak.

Tüm Avrupa, tüm dünya bu savaştan zarar görecek. Maalesef Türkiye de bu yıkımdan etkilenecek. 2019 yılında Türkiye’yi ziyaret eden turistlerin %19’u Rusya’dan, % 8,3ü Ukrayna’dan gelmekteydi.  Kısacası Rusya ve Ukrayna, Türkiye turizm pastasında %30’lük bir paya sahipti. Üstelik Türkiye, milyonlarca ton buğdayı Ukrayna ve Rusya’dan ithal etmekteydi.  Gelinen aşamada,  Rusya’nın Avrupa Konseyi üyeliğini askıya alınmasında çekimser oy kullanarak hem Rusya, hem Ukrayna’ya eşit mesafede durmaya çalışan Türkiye,  NATO üyesi bir devlet olarak bu pozisyonun uzun süre devam ettiremez.  Elbette Türkiye’nin “çekimser ve tarafsız”  tutumu Rusya “sevdası”ndan  kaynaklanmıyor, zira tarihte Türkler ve Kürtler kadar Ruslarla savaşmış başka bir millet yoktur.  Ancak Türkiye’nin jeopolitiği ve son yıllardaki dış politikası (özellikle Suriye politikası), böylesi bir tutumu zaruri kılıyor.  

Türkiye Rusya’ya karşı Batı ve ABD gibi sert bir tutum aldığında, muhtemelen Rusya, Suriye üzerinden Türkiye’ye karşı bir misillemede bulunacaktır.Zira Türkiye’nin Suriye’de konuşlandığı toprakların hava sahası Rusya’nın denetimindedir. Üstelik Rusya, Suriye toprakları dâhilinde Türkiye’ye karşı bir saldırıya geçtiğinde, daha önce de olduğu gibi NATO 5. Maddeyi işletemeyecektir.  

Bismarck, “savaşa nerde, ne zaman ve nasıl başlayacağına siz karar verebilirsiniz, ancak savaşın ne zaman, nerde ve nasıl biteceğini asla tahmin edemezsiniz” diyordu. Rasyonalitesini yitirmiş bir lider, bütün dünyayı ateşe atmak üzere.  Gorbaçov, doğru zamanda köhne bir komünist rejimi dağıtarak Rusya’yı çağdaş dünya ile bütünleştirdi.  Putin, Rusya’yı Ortaçağ karanlığına, tehlikeli ufuklara ve bilinmez bir istikbale sürüklüyor.

- Advertisment -