Irak ve Suriye’de 2023’ün sonuna kadar askeri harekat yapılmasına izin veren Cumhurbaşkanlığı tezkeresi TBMM’de görüşüldü. AK Parti, MHP, İYİ Parti ve Memleket Partisi’nin “evet” oylarıyla kabul edilen tezkereye CHP, HDP ve TİP “hayır” dedi. DEVA Partisi çekimser kaldı, Saadet Partisi oylamaya katılmadı.
Tezkerede en dikkat çekici olay, CHP’nin ilk defa “hayır” oyu vereceğini açıklaması oldu. CHP’nin hem kendisinin hem de iktidarın ezberini bozan bu kararına ilişkin üç hususa temas edilebilir:
Birincisi, Türkiye’de dış politikayı neredeyse siyasetten bağımsız bir şekilde değerlendirilmeye meyyal bir bakış var. “İç meselelerde kendi aramızda tartışırız ama iş dışarıya gelince hepimizi sağlam bir birlik ve beraberlik içinde hareket etmeliyiz” yaklaşımı egemendir ve bu nedenle de iktidarın dış politikaya dair tercihlerinin, muhalefet tarafından ikiletilmeden kabul edilmesi beklenir. Nitekim AK Parti ve MHP ortaklığının Irak ve Suriye hakkında daha önce hazırladığı tezkereler, HDP dışındaki muhalefet partilerinin dostlar mecliste görsün kabilinden bir-iki küçük itirazın haricinde, TBMM’den rahatlıkla geçmişti.
Oysa dış ve iç politikayı keskin çizgilerle birbirlerinden ayırmanın imkânı yoktur; dıştaki bir seçim içeriyi kaçınılmaz bir şekilde etki altına alır ve içeriye dair sonuçlar üretir. Cumhur İttifakının Irak ve Suriye tercihlerini iç siyaseti tanzim etmek için kullanması ve oradaki operasyonları iç siyasi hedeflerin hizmetine koşması da bunu doğruluyordu.
CHP, ilk defa bu oyuna bir çomak soktu; iktidarın belirlediği saha içinde kalıp onun çizdiği hudutlar dâhilinde muhalefet yapma tavrını bir kenara bıraktı. Tezkereye ‘hayır’ diyerek tezkerenin süresini, kullanım sahasını ve kullanma yöntemini tartışmaya açtı, askerlerin hayatlarına dair sorumlu bir tavır gösterilmesi zorunluluğuna dikkat çekti.
Elbette CHP’nin ret oyu, Meclis aritmetiğinden ötürü, tezkerenin kabulünü engellemeye yetmedi. Lakin hem toplumun bir kesiminde hem de devlet bürokrasisinde –özelikle güvenlik bürokrasisinde- bir karşılığı bulunan bu duruş, iktidarın sorgulanamaz bir konuma oturtmaya çalıştığı Irak ve Suriye politikasının artık daha fazla sorgulanmasına yol açacaktır. İYİ Parti’de bile “hayır” oyu verenlerin çıktığı bir vasatta, milliyetçilik ve hamasetle bu sorgulamanın önüne geçmek daha da zorlaşacaktır.
İkincisi, CHP’nin bu hamlesi, erken ya da vaktinde yapılacak bir seçimle doğrudan bağlantılıdır. Olası bir seçimde belirleyici bir rol oynayacağı açık olan Kürt seçmenin tercihinde, Irak ve Suriye’de partilerin izlediği siyaset de etkili olacaktır. Bu meyanda tezkeredeki “hayır” oyunu, CHP’nin Kürt seçmenle mesafesini kısaltma ve olası seçimde desteğini almaya dönük adımlarından bir olarak değerlendirmek mümkündür. Keza CHP’nin bu konuda İYİ Parti’den farklı bir yola girmesi, Millet İttifakı’nda da Kürt meselesinde yeni bir inisiyatif yöneldiğine de yorumlanabilir.
Babacan’ın DEVA Partisi’ne de bu bağlamda değinmek gerekir. DEVA, Türkiye genelinde gördüğü ilgiden çok daha büyüğünü Kürtlerden görüyor. Yani DEVA’nın seçmen olarak gözetmesi gereken ilk adreslerden biri Kürtler. Hal böyleyken, Kürtlerin hassas olduğu bir oylamada DEVA’nın “çekimser” kalması, bu partiyi önümüzdeki günlerde Kürt seçmen nezdinde zora sokacaktır. DEVA’lı Mustafa Yeneroğlu’nun İYİ Partili Durmuş Yılmaz’dan daha geri noktada durması, sembolik olarak çok anlam ifade ediyor.
Üçüncüsü, tezkereye karşı duruş, CHP’deki değişimin seyrini göstermesi bakımından da önemlidir. Kılıçdaroğlu, genel başkan olduğu günden beri CHP’yi bir biçimde değişime tabi tutuyor. Partinin uzak kaldığı kesimlerle arasında bağlantı noktaları kurmaya ve “devletçi” kimliğini törpülemeye çalışıyor. Çekirdek taban düzeyinde bunu ne kadar başardığı tartışılabilir ama yönetim katında Kılıçdaroğlu’nun ipleri elinde tuttuğu açık. Eğer tabandaki kısmı ve yönetimdeki kapsamlı değişiklik olmasaydı, CHP kendisi için cesaret gerektiren bu adımı atamazdı.