Ana SayfaRÖPORTAJAli Bayramoğlu: CHP’nin ‘önseçim’i, stattaki maçın yanında, halı sahada maç yapan gençlere...

Ali Bayramoğlu: CHP’nin ‘önseçim’i, stattaki maçın yanında, halı sahada maç yapan gençlere benziyor

Ali Bayramoğlu ile Bugünler’de bu hafta: CHP, Cumhurbaşkanı adayını şimdiden belirleyerek iç siyasi tartışmaları sona erdirme yolunu seçti. Ancak, bu stratejik olarak doğru bir hamle gibi görünmüyor. Seçimlere üç buçuk yıl varken, Türkiye'nin gündeminde seçim yokken ve yakın zamanda da olmayacakken, özellikle Kürt sorunu gibi önemli gelişmeler yaşanıyorken böyle bir tartışma gerçek gündemin dışında görünüyor. Sanki bir statta futbol maçı oynanırken, yan tarafta halı sahada gençler maç yapıyor. Gündem, ana maçtır ve seyirci dikkatini buraya verir.

CHP, seçimlere üç buçuk yıl kala—eğer zamanında yapılacağını düşünürsek—Özgür Özel’in ön seçim çıkışıyla adaylık tartışmalarına başladı. Zaten kamuoyunda da en çok konuşulan konuların başında bu adaylık meselesi geliyordu. En çok tıklanma da adaylık haberlerinden alınıyordu. Mansur Yavaş, seçime girmeyeceğini ancak partisinin kararlarına saygı göstereceğini açıkladı. Seçime daha uzun bir süre varken CHP’nin aday belirleme sürecini başlatması, parti içinde birden fazla kanat olduğu düşünüldüğünde, size stratejik olarak doğru geliyor mu?

İkinci sorum RTÜK’le alakalı. RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin’in, ana haber bültenlerinde “karamsarlık eşitleyen” bir dil kullanıldığını ve olumlu olayların olmadığı algısının oluşturulduğunu öne sürmesi, iktidar perspektifinde haber dilinin denetimi anlamına mı geliyor? Bu yaklaşım, gazeteciliğin temel işlevi olan eleştirel haberciliği zayıflatma riski taşıyor mu?

Cumhuriyet Halk Partisi meselesi önemli. Cumhuriyet Halk Partisi, sadece ana muhalefet partisi değil, Türkiye’deki mevcut siyasi gidişatı sandık ve demokrasi yoluyla tersine çevirmesi beklenen bir siyasi parti. Dolayısıyla bu partinin yönü, istikameti, izlediği siyaset ve iç dinamikleri—CHP’li olsun olmasın—mevcut siyasal sistemin gidişatından memnun olmayan herkesi yakından ilgilendiriyor. Açıkçası bu partiyle ilgili üç unsurdan bahsedebiliriz. Bir. Cumhuriyet Halk Partisi üzerinde çok ağır bir baskı var. Son dönemde Ahmet Özer ile başlayan tutuklama serisi, ardından Beşiktaş Belediye Başkanı ve bugün itibarıyla Ataşehir ile Kartal belediye başkan yardımcılarının gözaltına alınması, tüm bunlar CHP’nin imajıyla yolsuzluk algısını iç içe geçirme çabasıyla bağlantılı görünüyor. Aynı zamanda, CHP’nin en önemli hareket imkanı olan belediyelerin alanının daraltılması yönünde bir girişimi de gösteriyor. Dolayısıyla, ağır bir baskıyla mücadele etmek ve siyasi enerjisini buraya yönlendirmek zorunda olan bir siyasi parti var. İkinci olarak, her zaman parçalı bir yapı görüntüsü taşıyan CHP, bir kez daha böyle bir görüntü sergiliyor. En azından Cumhurbaşkanlığı meselesi—Cumhurbaşkanı adayının kim olacağı, adayın siyasi parti başkanıyla aynı kişi olup olmayacağı gibi pek çok soru—üç aktör etrafında şekilleniyor. Bu durum, Cumhuriyet Halk Partisi’ndeki tartışmaları bu üç kişiye ve onların iç dengelerine, mücadelelerine endeksleyen bir tablo ortaya çıkarıyor. Üçüncü veri ise CHP’nin bu kaos içinde Türkiye’de, dünyada ve bölgede yaşanan siyasi gelişmeler karşısında giderek daha pasif kalması ve siyaset üretememesi durumu.

Şimdi, bu üç veri içinde özellikle ikincisi üzerinde duruyoruz. Cumhuriyet Halk Partisi’nin kendi içinde yaşadığı, üç aktör arasındaki tartışmaların veya kamuoyunun beklentileri doğrultusunda meselenin daha çok parti içi siyasete endekslenmesi ve CHP’nin bunu aşmak istemesi.

Bunu aşmak için iki yol vardı. Birincisi, İmamoğlu, Yavaş ve Özel arasında güçlü bir koordinasyon ve etkili bir iş bölümü sağlamaktı. Ancak bunu başaramadılar. Bunu yapamayınca, muhtemelen bir tür temizlik yaparak—yani Cumhurbaşkanı adayını şimdiden belirleyerek—iç siyasi tartışmaları sona erdirme ve bu doğrultuda ilerleme yolunu seçtiler.

Şimdi, bu yol doğru mu değil mi diye sordun. Bana kalırsa stratejik olarak doğru bir hamle değildi. Seçimlere üç buçuk yıl varken, Türkiye’nin gündeminde seçim yokken ve muhtemelen yakın zamanda da olmayacakken; üstelik Türkiye’nin çevresinde, özellikle Kürt sorunu başta olmak üzere, son derece önemli gelişmeler yaşanıyorken böyle bir tartışma biraz saha dışı kalıyor.

Bunu hep şu örnekle anlatıyorum: Bir yerde futbol maçı oynanırken, yan tarafta halı sahada gençler maç yapıyor. Bu durum biraz halı saha maçına benziyor—yani ana gündem, ana maç ve ana seyirci dikkati burada değil.

Dolayısıyla bu yanlıştı. Ancak diğer taraftan baktığımızda, CHP içinde kendi iç dengeleri açısından bir zorunluluk hali olarak da tanımlanabilir. Ne var ki, bu yolla bu sorunu çözememiş oldular.

Mevcut genel başkan yeterince güçlü ve doğal bir lider değil. Nasıl iktidara geldiğini ve hangi koşullarda bu göreve ulaştığını biliyoruz. Ayrıca, siyaset alanı büyük ölçüde Ankara ve İstanbul belediyelerine sıkışmış durumda. Orada da ön plana çıkan iki aktör var ve bu isimlerin süreci yönetmesi bekleniyor. Ancak aralarındaki rekabet devam ediyor. Bu sorunu çözemeyince, “Delegemiz karar versin, parti üyelerimiz karar versin” tarzında bir yol izlediler. Bu, bir anlamda kaçınılmazdı. Yani doğru bir hamle değildi ama belli ölçüde mecburiyetten kaynaklandı.

Peki, sonuç ne oldu? Çünkü malum, Mansur Yavaş böyle bir parti içi tercih yarışına girmeyeceğini ve bunun çok erken olduğunu ifade etti.

Muhtemelen, İmamoğlu’nun bu yarışı kazanmasının kaçınılmaz olduğunu görerek Mansur Yavaş geri çekildi. Bu durum iki temel sorunu beraberinde getiriyor.

Birincisi, CHP istenilen hedefe ulaşamadı. Yani Mansur Yavaş ile İmamoğlu arasında hâlâ bir ikili ihtimal var. Her ne kadar parti içinde bir kamuoyu yoklaması yaparak veya bir ön seçim düzenleyerek İmamoğlu’nu aday olarak belirlemeye çalışsalar da mevcut koşullar Mansur Yavaş’ı her zaman bir seçenek olarak tutacaktır ve gerektiğinde son dakikada devreye sokulabilecektir.

Kaldı ki önümüzdeki üç buçuk yıl içinde İmamoğlu’nun siyasi yasak alıp almayacağını ya da hakkındaki davaların nasıl sonuçlanacağını da bilmiyoruz.

Dolayısıyla burada bir sorun çözülmemiş olduğu gibi, Mansur Yavaş kendi tutumunu güçlendirdi ve daha da pekiştirdi. Kendini bu yarıştan biraz daha dışarı çekmiş oldu. Yani sorun çözülmediği gibi, ön seçim de biraz garip bir hale geldi.

Adeta tek kişinin yarışacağı bir ön seçim tablosu ortaya çıktı. Bu da, aslında, bir öngörüsüzlük ve bir siyasi partinin, iç siyaseti düzenleme konusundaki beceriksizliği olarak tanımlanabilir. Şu andaki tablo bu.

Cumhuriyet Halk Partisi, maalesef kendi içine endekslenmiş siyasetten kurtulamadı ve hala bu durumdan çıkamıyor. Diğer taraftan, söylediğim gibi CHP üzerinde üç ağır bir baskı var. Son 20-30 yıldır hiçbir siyasi iktidar, ana muhalefet partisinin üzerinde bu denli ağır bir yargı baskısı kurmamıştı. Bu, boğucu bir baskı ve bununla mücadele etmeleri gerekiyor. Ancak ellerinde çok fazla imkân yok.

Bu tablo bir yandan, iç rekabet diğer yanda Cumhuriyet Halk Partisi’ni aciz bırakıyor.

İkinci soru ise çok açık: Türkiye, 31 Mart seçimlerinden sonra, acaba siyasi iktidar seçimlerdeki kısmi başarısızlığından hareketle bir ders alır mı, tekrar fabrika ayarlarına döner mi, demokrasinin bazı temel unsurlarını tekrar işler hale getirir mi diye insanlar düşünür, temenni ederken ve yorumlar yaparken maalesef tersi oldu. Kürt açılımı dışında, orayı bir parantez olarak ele alalım.

Atılan bütün adımlar, otoriter düzeni biraz daha derinleştiren adımlar oldu. Bunlar arasında kayyum atamaları da var. Bugün, Van Belediye Başkanı ile ilgili bir hüküm açıklandı. Yeni kayyumlar da bunu takiben gelecektir. Şu anda on tane kayyum atanmış durumda. Bu kayyum meselesi, herhalde dünya demokrasilerinde olmayan bir uygulama..

Gazetecilerin, ekim haberlerinde gerçeği yansıtmadığını, gerçeği yansıtmıyorsa kamuoyunu yanıltıcı, dezenformasyon faaliyetleri olduğunu belirterek soruşturmalar açıldı ve açılmaya devam ediyor. Arka arkaya gelen gözaltılar, tutuklamalar hep birlikte izleniyor.

Son olarak, RTÜK Başkanı’nın yaptığı açıklama, “Toz pembe bir Türkiye’yi niye resmetmiyorsunuz?” tarzında oldu. Eğer bunu böyle yapmazsanız, sorunları anlatamam, habercilik, yayıncılık yaparsanız yasal maddeleri işletiriz. Tabii, bu tam anlamıyla suskun, otoriter ve demokrasiden her anlamda uzak bir toplum tehdidini karşımıza çıkarıyor.

Tüm bunları arka arkaya koyduğumuzda, açıkçası endişe verici bir gidişat var.

Her ne kadar siyasi açıdan AK Parti’nin başarılı olduğu, Türkiye’nin başarılı olduğu yerler varsa da, Suriye konusu ve benzeri dış politika meselelerinde ya da Kürt meselesinde çözüm hala gündemde ve masada duruyor olsa da, diğer taraftan tdisiplinli bir toplum, suskun bir siyaset ve monolitik bir yönetim konusunda adım adım derinleşen bir tablo karşımızda.

RTÜK Başkanı’nın açıklamasını da bu çerçevede ele almak ve kuvvetli bir şekilde itiraz etmek lazım. Basın özgürlüğünü ne yapar? Yok eder.

Zaten yok olmuş durumda. Zor yürüyen bir özgürlük alanı, biraz daha daralmış ve boğulmuş olacak.

- Advertisment -