İzlemek için:
Beklenen açıklama yapıldı. Aslında biz bu ayın başında PKK’nın silah bırakma kararına ilişkin haberler vermiştik. Bu konuyu sizinle de konuşmuştuk. Ancak yayına geçmeden bir gün önce, bu kararın yazılı açıklaması yayımlandı. Siz bu açıklamayı okudunuz, gördünüz. Öncelikle açıklamayla ilgili genel görüşlerinizi sormak istiyorum.
Benim açımdan dikkat çeken iki nokta var. Bunlar açıklamanın başında geçen “Lozan Anlaşması ve 1924 Anayasası” ifadeleri. Bu ifadeler kamuoyunda çok tartışıldı ve tam olarak anlaşılamadı. İnsanlar ne demek istendiğini çözmekte zorlandı. Siz bu ifadeden ne anladınız, burada bize ne anlatılmak isteniyor?
Ama öncelikle genel olarak açıklamaya dair görüşlerinizi merak ediyorum.
Örgütün kongrenin toplandığının söylenmesi, bu açıklamanın geleceğine dair bir işaretti. Açıklama da bu doğrultuda geldi. Öcalan’ın işaret ettiği şekilde, silah bırakılması; yöntemlerin ve mücadele araçlarının PKK açısından değiştiğinin kabul edilmesi; silahsız, siyasi bir mücadelenin başlayacağının ilan edilmesi üzerine kuruluydu.
Açıklamanın içindeki önemli bölümlerden biri siyaset meselesiyle ilgiliydi. Silah bırakma, esas olarak mücadelenin biçim değiştirmesi ve demokratik siyaset ekseninde devam edeceğinin ilanıydı aynı zamanda… Bu nedenle açıklamayı doğru yere oturtmak gerekiyor. Söz konusu olan Kürt hareketinin feshi değil, kabuk değiştirmesi, biçim değiştirmesi; açıklama bunu ilan ediyor aynı zamanda…
DEM Partisi Türkiye için çok önemli. Kürt siyasetinin asli temsilcisi konumunda olacak. Örgüt mensupları ve örgütün yapısının nasıl bir dönüşüm geçireceğini, bu dönüşümün nerede ve nasıl gerçekleşeceğini ise zaman içinde göreceğiz.
Senin soruların da önemli ve biraz da bu bağlamda, siyasetle ilgili olarak karşımıza çıkıyor. Açıklamada Lozan vurgusu iki kez geçiyor. 1924 Anayasası’na yapılan vurgu da var. Bu ifadeler bazı kesimlerde, malum, rahatsızlık yarattı.
Ulusalcı kesimler ve bazı milliyetçi çevreler — ki burada “kimi” diyorum, çünkü Bahçeli’nin yaklaşımı diğerlerinden farklılık gösteriyor — Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu ve kabulünü simgeleyen Lozan Anlaşması’na yapılan göndermeden ve Lozan öncesine atıf içeren bir cümleden rahatsız oldular. Ama burada, yarattıkları tartışamada esas olan sanırım şu: Bu kesim barış sürecinden, Kürt siyasi hareketinin bir anlamda o denli buharlaşmasını, yok olmasını bekliyor ya da arzu ediyor ki; örgüt ya da Kürtler tarafından gelen DEM Parti dışında her türlü siyaset iması ya da işareti, dışında bir tedirginlik ve rahatsızlık yaratıyor. Kürt hareketinin önümüzdeki dönemde Lozan’ı bu reddediş ve Lozan öncesine dönüş istikametinde siyaset yapacağını sonucunu çıkardılar. Öte yandan, açıklamada 1924 Anayasası öncesine de bir atıf vardı ki bu da aslında 1921 Anayasası’na bir gönderme çerçevesinde ele alındı. Oysa aynı açıklamada ortak vatan vurgusu vardı, Lozan anlaşmasının sınırları ortak vatan olarak kabulü vardı. Lozan öncesine dönüş söz konusu edilmiyordu.
Peki, o zaman bunlar neden o açıklamada var, daha doğrusu örgüt Kürt siyasi bilinci için ve içinde neden önemli?
Lozan Anlaşması, Japonya’dan Almanya’ya, Fransa’dan Yunanistan’a kadar birçok ülkenin katılımıyla imzalanmış; Türkiye Cumhuriyeti’nin — İran ve Rusya dışındaki bölgelerde — sınırlarının belirlenmesini de içeren bir anlaşma. Türkiye tarafından “kurucu anlaşma” olarak kabul edilir, hem de uluslararası meşruiyet açısından son derece önemli bir belge niteliğindedir. Bu anlaşma, Suriye ve Irak sınırlarını da dair hükümler de taşır. Türkiye için bir “kuruluş” anlamı taşırken, Kürt hareketi açısından bakıldığında Lozan Anlaşması, Osmanlı’da yaşana Kürt toplulukların farklı ülkeler dağıtılmasını, bölünmesini tescil eden bir anlaşmadır. Kürt siyasi bilincinde bu anlamda olumsuz bir tutar. Kürtler, Birinci Dünya Savaşı’nın ardından İran, Irak, Suriye ve Türkiye olmak üzere dört ulus devlet arasında bölündüler ve kendilerine ait bir devlet kurma imkânı elde edemediler. Dolayısıyla biz Lozan Anlaşması’nı nasıl kutsuyorsak, bir Kürt milliyetçisinin de Lozan’a bakışının bu çerçevede şekillendiğini bilmek gerekir.
Örgütün açıklamasında Kürt isyanları bu tetiklemiştir deniyor. Ancak sugün faklı bir noktada olunduğu ortak vatan ve demokratik Cumhuriyet anlayışıyla hedefin geçmiş öykünmesi değil, bir anlamda gelecek olduğu söyleniyor.
1924 anayasası meselesine gelince…
Türk milleti kavramının ilk kez kullanıldığı anayasadır, Kürt siyasi bilinci bunu da dışlanma olarak kabul eder.
1921 Anayasası’nın bazı maddeleri vardır. Bu maddelerden biri, , yerel düzeyde vilayetlerin şuralar aracılığıyla özerk olarak yönetileceğini; merkezi hükümetin ise ekonomi, dış politika, askeri politika, güvenlik gibi büyük işlere bakacağını öngörür. Bu hüküm, vilayet şuralarının mahalli düzeyde belirli bir özerklikle çalışacağını ifade ettiği ölçüde, Kürtler tarafından bir ayrıcalık veya özellik olarak algılanmıştır. Buna karşılık, 1924 Anayasası ise — Kurtuluş Savaşı’nın sona ermesi, Lozan Anlaşması’nın yapılması ve Türkiye Cumhuriyeti’nin yeni bir döneme girmesiyle — bu tür tüm ayrıcalıkları ortadan kaldıran; hem dindar kesime hem de Kürtlere yönelik farklılıkları kaldırarak merkezi, ulus devlet yapısını ve Türk esasını temel alan bir anayasa olmuştur.
1924’e olumsuz referasın temelinde bu yatar.
Kaldı ki, simgesel olanın ötesinde, Kürtler, metinde yer alan 1921, 1924 gibi vurgularla birlikte “silahı bırakıyoruz, siyaseti yapacağız; ancak siyaseti bu veriler doğrultusunda yapacağız” diyor olabilir. Nitekim Öcalan demokratik siyaseti, ortak vatan ve Kürt ittifakı fikrini bu ana fikirler etrafında kurgulamıştır diye bir cümle var metinde. Bundan anlaşılacak, en fazla, Türkiye’nin bütünlüğü içinde, ortak vatan ilkesi çerçevesinde bir kendini yönetme arayışının Kürtlerin siyasetinin merkezinde yer alacağıdır.
Esas olan silahtan siyasete geçilmesidir.
Siyaset yaparken “şu talepte bulunabilirsiniz, bu talepte bulunmazsınız” demek gerçekçi ve mantıklı değildir; demokrasinin tabiatına da uygun değildir.
Bu bakımdan Lozan meselesine işaret edilerek barış sürecinin karalanmasını ve iç siyaset malzemesi haline getirmesi son derece yanlış buluyorum.
Özgür Özel, “Lozan’ı eleştiren bu metnin altında PKK’nın imzası olduğuna göre, onlarla anlaşan Bahçeli ve Erdoğan’ın da imzası vardır; onlar sorumludur, hesabını versinler *şeklinde bir ifade kullandı. Aslında bu, barış sürecine yönelik itirazların ve sürecin Türkiye’nin iç siyasi hesapları veya kavgaları için bir araç olarak kullanılma eğiliminin göstergesidir.
Oysa, bir anlamda iç siyaset üstü bir meseledir.
Silahın bırakılması son derece mühim bir şeydir
Türkiye’de, en azından son 25-30 yılda tüm antidemokratik gelişmelerin gerekçesi olarak Kürt meselesi kullanıldı. Dış politikasının militerleşmesi, içerde kayyumlar, terör yasaları, çeşitli tutuklamalar ve keyfilikler açıkça bu tür bir “Kürt tehdidi” meselesi üzerinden gerekçelendirildi.
Şimdi bunun ortadan kalkması, Türkiye siyasetinin normalleşmesine kapı açacaktır.
Burada sadece siyasi iktidar değil, tüm siyasi partiler sorumluluk taşımalıdır. Bu yapılırsa, hakikaten Türkiye için yeni bir evre başlayacak demektir.