Bu yazıyı kırık bir kalp ve ciddi bir endişe ile yazıyorum. Ancak kırgınlığımın siyasetle bir ilgisi yok zira siyasetin kalp kıracak kadar insani bir kudrete sahip olduğunu düşünmüyorum, böyle olmadığını yakın zamanda çok içeriden tecrübe ettik. Ancak siyaset sizin kalbinizi doğrudan kırmasa da, kalplerin kırılmasına, kalplerin taşlaşmasına, akrabanın akrabaya düşman olmasına, babanın evladına, kardeşin abla, abisine dahi sataşmasına, onlarla tartışmasına neden olabiliyor. Buna değer mi?
Buna değmediğini hepimiz biliyoruz ancak değdiğini göstermeye ihtiyaç duyuyoruz zira insanın birlikte yaşadığı toplumda sosyalleştiği, iş arkadaşı, okul arkadaşı; yakın çevresi, dostları, ailesi ile arasına giriyor siyaset. Birbirleri üzerinde hakkı ve hatırı olan insanlar, gönül bağı, vefa ilişkisi olan insanlar CHP’li ve AK Parti’li olarak bölündüğü için siyaset üzerinden birbirlerini kırıyorlar. Bu kırma eylemi içinde yakınlığı yıkmaya dair bir çekinme olduğu için de bu yanlışı “vatanımı, dinimi, milletimi savunmak için yaptım” diyerek meşrulaştırmaya çalışıyorlar. O vakit bunu yapanlara göre, aile üyesi, iş arkadaşı, komşusu, dostu, yari, yareni ya AK Partili olduğu, HüdaPar’dan destek aldığı için terörist işbirlikçisi ya da CHP’yi desteklediği için HDP kanalından teröristlerle yan yana yürüyor. Bunun akıl alır bir yanı var mı?
Yakından bakalım; HDP de HüdaPar da elinde silahla meşru güvenlik güçleri ile çatışan teröristler değiller, bir şekilde siyaset yapmaya çalışan, devletin resmi siyasi parti olarak kabul ettiği, toplumda da karşılıkları olan partiler. Ancak seçim süreci güvenlikçi siyasi söylem üzerinden yürüdüğü için, iktidar, HDP üzerinden Millet İttifakı ve 6’lı Masa’yı çekinmeden terörle bağlantılı ilan etti, Apo’nun hapisten çıkartılacağına dair rivayetler uyduruldu. Sonra Cumhur İttifakı HüdaPar’dan destek görünce Hizbullah üzerinden Cumhur İttifakı’na “benimki terörist ise seninki ney?” sataşması geldi. İyi mi oldu? Elbette hayır, toplumda iki kişiden biri, bir diğerinin en büyük güvenlik tehlikesi olduğunu düşünüyor. Yani ya gerçekten bu iki kişiden birinin terörist olduğu iddiasına inanılmıyor ve yalan söyleniyor ya da iki kişiden birinin öyle olmadığı halde terörist olduğuna inanılıyor, bir topluma bu yapılır mı? Bir toplum böyle bölündükten, gerildikten sonra savaşa, çatışmaya girmesine gerek yok ki, zihinlerde kılıçlar zaten çekilmiş!
Sokakta, AK Partili’lerden ve CHP’lilerden azınlık sayılacak bir kesimin birbirine taciz içeren siyasi sataşmalarda bulunduğunu biliyorum. Kimse inkar etmesin, ya biri size “CHP’li terörist” ya da “hırsız AKP’li” şeklinde taciz içeren sataşmalarda bulunuyor zira bu sataşmaları her kesimden duyuyoruz, kendimiz bile şahit oluyoruz. Sosyal medya ise en fecisi, ünlü olmak isteyen fenomen, sosyal medyada yazdığı bir tweet’in kelebek etkisi yapabilecek kadar güçlü olduğunu bilmeyen bir ebleh, sehpanın üzerine aklını, edebini ve vicdanını bırakıp, sehpanın üzerinden onların yerine “akıllı” telefonunu alan, CHP ya da AK Parti lehine, aleyhine insanlık dışı yorumlar yapıyor. Sonra, kınamak için bile paylaşamayacağımız şekilde utandıran içerikleri bu tweetler, videolar, sohbet odalarından gelen ses kayıtları birer savaş baltası olarak her kesimin karşısındaki kesime doğru sallanıyor. Bundan ne CHP’li, ne AK Partili, ne laik, ne dindar, ne Kürt, ne Alevi, ne Ermeni, ne milliyetçi hiçbir şey kazanmıyor, bu tip videoları görüp de “aaa benim kesim hatalıymış ben karşı kesime geçeyim” diyen olduğunu zannetmiyorum. Olan şu; iki kişiden birinin bir diğerinden nefret ettiği, iğrendiği bir toplum oluşuyor, bir topluma bu yapılır mı? İnsan bu düşmanlığı kendi toplumuna yapıyorsa, bu düşmanlık tohumunu ekme eyleminin, o toplumu, o ülkeyi en az savaş ya da terör kadar yıkıcı şekilde yıpratması anlamına gelmiyor mu?
AK Parti’ye eli gitmeyen ama CHP’ye de dönemeyen bir kesim var, siz kararsızlar deyin ben onlara “iki taraftan da bıkmışlar” diyorum ki çok haksız da değiller. Siyasete güvenleri kalmamış… Bu az sayıdaki insandan oluşan kesim ya sandığa gitmedi ya da son zamanlarda paylaşılan nefret ettirici dilden etkilenerek kararını verdi. Düşünün seçim gecesine kadar “dileyen dilediği partiye oy verir” diyebilen birinin, sosyal medya nefret dilinden etkilenerek “şu partiye oy verirsen seni reddederim, yasak olsa da kabine telefonu sokup kime oy verdiğini göstereceksin” diyecek hale geldiğini biliyorum. Bunun mimarı da siyasetin diliydi. Sonuç şöyle oldu; bir oy benim partime, bir oy toplumsal öfkeye, toplumsal nefrete, toplumsal ayrışmaya! Bir topluma bu yapılır mı?
Tam ortada, oldukça adil olmaya çalışarak, hatta ortada durmanın etkisiyle gelecek olan cereyandan ve çarpacak olan otomatik kapıdan bir miktar ürkerek, bu toplumsal gerilimi yükselten tarafların siyaset bakımından Cumhur İttifakı’nın sert siyasi söylemi, sosyal medyada etkin kıldığı bir takım operasyon hesapları olduğunu düşünüyorum. Millet İttifakı’nda, daha özel ifadeyle CHP’de ise bunu yapanların, yolda izde sakallı, başörtülü sıkıştırmayı ilerleme, modernleşme ve laikleşme sanan tahammülsüz, şimdilerde azalmış olsa da hala var olan eski CHP’li seçmenler olduğunu düşünüyorum. Zira şu ana kadar Sn Kılıçdaroğlu hep birlik mesajı verdi. Ancak o da ilk tur sonucunda toplumda bir takım hassasiyetler olduğunu düşünerek ve milliyetçi seçmenin belirleyici olduğunu düşünerek, Türkiye toplumu içerisinde yaşayan, yaşamaya çalışan mültecilerin zor durumda kalmasına neden olabilecek bir dil kullanarak, yanlış mülteci politikasını eleştirmek yerine mültecileri, hedef olmaya müsait oldukları bir pozisyona itti. Milliyetçilik vurgusunda bulundu. Tabi, sadece sandığa bakıp, güya sosyolojik ve siyasi bir sonuçtan yola çıkarak milliyetçiliğin arttığını raporlayanların, “yahu bu nasıl bir milliyetçilik ki, mülteci akının sebebi gariban mülteciler değil, iktidarın yanlış mülteci politikası, milliyetçi oyların artmasının bir nedeni de mülteciler ama mültecilere kapıları ardına kadar açan iktidarken, bu milliyetçi oylar nasıl iktidara yarıyor?” diye sormadı. Çünkü artan şey milliyetçilik değil, artan şey milliyetçilik bahanesi, toplumu tam ortadan ikiye ayırıp, nefret ile kutuplaştırma bu, aksi olsa ülkede aşırı fazla sayıda ve kontrolsüz bir şekilde gelişen mülteciler meselesi varken, bu politikanın mimarlarının oylarının beklenenden daha fazla düşürmesi gerekirdi. Düştü ama o kadar a düşmedi. Bir topluma bu yapılır mı, diye sormayacağım, yapılırmış, yapıldı.
Kırık kalple, kalbi kırılmışlara yazı yazmanın olumsuz yönü, aynı kırıkların içinde olduğumuz halde birbirimizi duymama ihtimali… diyeceğim şu ki; ister o kalpleri kıranlar isterseniz kalbi kırılanlar olun, “vatanım, milletim” diyorsanız, o ülkenin, vatanın üzerinde birlikte yaşadıklarınızın da birer parçanız olduğunu unutmayın. Lütfen, Allah aşkına, neye inanıyorsanız onun aşkına birbirinize muhalefet ederken ya da kendi görüşünüzü savunurken, zaten kalpleri kırdınız da, kırılmaması gereken koruyucu kolonları da kırmayın, milyonlarca insan içinden, her siyasi oluşumun milyonlarına değil en fazla bin tanesine ait, kınamak için dahi paylaşmaya utandığımız insanlık dışı yorumları tümden o kesime aitmiş gibi paylaşmayın. Ya da siyasetin sert dili içerisinde karşı tarafa muhalefet etmek için bir oy benim partime, bir oy toplumsal nefrete yapmayın. Geriye dönüp bakarsak Türkiye’deki her siyasi oluşumun, bugün tam aksini savunduğu siyasi söylemine ve eylemine rastlarız, bunları karşı tarafa taarruz için paylaştığınızda “ah karşı taraf ne kadar kötüymüş” diyenler yok. Olsa dahi günün sonunda güvenliği sağlamakla yükümlü siyasi yapıların aslında hemen hemen hepsinin güven sarsacak işler yapmış olduğunu, ne size ne ötekine güvenilecek imkanlar bırakmadığını görüyoruz. Lütfen artık bu topluma bunları yapmayın. Çünkü bu toplumda yaşayan bireylerin arkadaşlarıyla, ailesiyle onları yaşamaya motive eden birlikteliklerini dinamitlediğinizde elinizde kazanılmış bir seçim olsa da en fazla zararı kurtarıcı sandığı figürlerden görmüş bir toplum kalacak. Weber ve peşinden gelen cümle düşünürün de dediği gibi, bireysel olarak görülen de aslında toplumsaldır. Örneğin intihar gibi insanın kendisinden vazgeçmesine neden olan ve bireysel kabul edilen bir şey bile toplumsaldır zira birbirleriyle yakın ve ortak ilişkileri olan toplumlarda, toplumsal bağlılıkla ilişkili olarak intihar/insanın kendinden vazgeçiş oranı az, toplumsal ayrılıkların, çözülmelerin fazla olduğu toplumlarda fazladır. Ve size oy vermeyenler de sizin kendilerinden sorumlu olduğunuz vatandaşlarınızdır.
Bir oy bana, bir oy toplumsal öfkeye siyasetini güdenler, her durumda “ülkem ve milletim adına” demelerine rağmen bunu ülke ve millet adına olmaktan çok imtiyazlı kesimler için yapıyor ve bu yaptıklarından imtiyazlı zümreler kazanç sağlayıp zarar görmedikleri için de çok rahatlar. Bu toplumu oluşturan her bir vatandaşın zarar görme ihtimali ve onları pek de düşünmeyen yöneticilerinin varlığı hepimiz için endişe verici, bu yüzden rahat davranamıyoruz.Bu yüzden bugünlerde pek de taraftarı olmadığı için üzüldüğümüz o cümleyi kurmaya davet ediyoruz; bir oy bana, bir oy toplumsal huzura!