“El âlem aya gidiyor, biz daha…”
Türk milletinin Altay dağlarından bu tarafa doğru yola çıktığından beri bir türlü kurtulamadığı aşağılık kompleksini yansıtan bu ifadeyi hiç sevmem. Ama dün aklıma geliverdi.
Niye mi? Çünkü dün bir uydu Ay’a doğru değil de Jüpiter’e doğru yola çıktı. Avrupa Uzay Kuruluşu’nun uydusu sekiz yıllık bir yolculuk sonunda hedefine varacak.
Amaç, Jüpiter’in başlıca ayları olan Callisto, Europa ve Ganymede’de herhangi bir canlı türü için yaşam koşulları olup olmadığını araştırmak. Projenin adı Jupiter Icy Moons Explorer (Jüpiter Buzlu Aylar Kâşifi), yani kısaca Juice. Ayların üçünün de yüzeyi buzla kaplı ve buz tabakasının altında dev sıvı okyanuslar bulunduğu biliniyor. Bu okyanuslarda balık yaşıyor olacağını kimse beklemiyor elbet, ama sularda tek hücreli canlıların yaşayabilme olanakları olup olmadığı incelenecek.
Projenin yöneticilerinden Prof. Carole Mundell şöyle diyor: “Dünyadaki tüm aşırı ortamlarda, çok yüksek asidite veya radyoaktivite olsun, çok düşük veya çok yüksek ısı olsun, muhakkak hepsinde yaşayan mikroplar var. Aradıklarımız bu tür şeyler.”
Bir başka professör, Sir Martin Rees de şöyle ekliyor: “Jüpiter veya Satürn’ün aylarında canlı bulunması, güneş sistemimizde iki kez birbirinden bağımsız olarak hayatın ortaya çıkmış olduğu anlamına gelir. Yani hayatın ortaya çıkmasının istatistiksel olarak o kadar da zor ve nadir olmadığı ve dolayısıyla evrende milyarlarca yerde canlılar olduğu anlamına gelir.”
El âlem Jüpiter’e gidiyor, biz daha… Biz daha iki faşist partinin hangisinin dahil olduğu ittifakın adayını destekleyeceğimizi konuşuyoruz!
Başörtülü olduğu için 28 Şubat’ta öğretmenlik hakkını kaybeden, Başkent Kadın Platformu eski üyesi, emekli öğretmen Canan Aydın Bıçak gibi düşünüyorum ben, aşağı yukarı. Şöyle diyor, Serbestiyet’te yayınlanan söyleşisinde: “AK Parti’nin ikinci on yılında sekteye uğradığını görmek, partinin yolsuzluklar ve adaletsizlikler nedeniyle yıprandığına şahit olmak beni çok üzüyor, yaralıyor. Özetle bugün AK Parti’nin bir alternatifini göremiyorum. Ama onlara olan inancımı yitirdim ve savunacak takatim de kalmadı. Millet İttifakı’nın da Türkiye’yi değil ileriye geriye götüreceğini düşünüyorum.”
AK Parti’ye inanmanın sadece bugün değil dün de yanlış olduğuna inanıyorum, ama Canan Hanım’ın şimdi önünde duran açmazı iyi anlıyorum: AK Parti’den bezmiş, ama Millet İttifakı’nı alternatif olarak görmüyor.
Millet İttifakı’nı ve/veya Kemal Kılıçdaroğlu’nu ben de alternatif olarak görmüyorum, kazandıkları takdirde olumlu herhangi bir şey yapacaklarını ben de düşünmüyorum. Göçmen düşmanlığında Ümit Özdağ ile yarışan, Kürt sorununun çözümünde aslen İYİ Parti’den çok da farklı bir tavrı olmayan, seçim afişinin koyu mavi fonuna Andımız’ı yazan bir partiden ne beklenebilir ki? “Erdoğan’dan kurtulmak” dışında hiçbir şey vadetmiyor Millet İttifakı. Tamam, “Erdoğan’dan kurtulmak” az şey değil. Dolayısıyla Kılıçdaroğlu’na oy verebilirim, ama eleştirilerim verdiğim oydan çok daha fazla ağırlık taşır benim için, eleştirmeye ve kınamaya devam ederim.
Geçtiğimiz yirmi küsur yılda CHP’ye hiçbir zaman hiçbir yakınlık hissetmedim. Siyasî yakınlığım her zaman başörtülü kadınlara, Başkent Kadın Platformu ve akraba kuruluşlarına oldu; ben ve üyesi olduğum siyasî hareket bu kuruluşların üyeleriyle sayısız toplantı, gösteri ve eylemde bulundu, birlikte davrandı.
Tam aynı olduğumuz, aynı düşündüğümüz anlamına gelmiyor elbet bu.
Örneğin, dikkatimi çekti, Canan Hanım AK Parti’nin ilk döneminde olumlu işler yaptığını düşünüyor ve bunları aşağı yukarı şöyle özetliyor:
“Başörtülü kadınların kamusal alanda, talep ettikleri ve hak ettikleri yerlerde bulunması yönünde atılan adımlar; engellilere yönelik kanun çıkartılması; sosyal hizmetler kurumunda devletin bakmakla yükümlü olduğu çocuklar için ‘Sevgi Evleri’ projesinin ve ‘Koruyucu Aile’ projesinin hayata geçirilmesi; mevcut hastanelerin fiziki şartlarının ve işleyişlerinin iyileştirilmesi; hasta haklarının uygulamaya sokulması; SSK, Bağkur, Emekli Sandığı ayrımı olmadan özel hastanelerin düşük/orta gelirli insanların istifadesine açılması; CİMER’in kurulması; tüketici haklarındaki iyileştirmeler; tütün ürünlerinin kamu kurum ve kuruluşlarında, ilgili kanuni düzenleme ile kamuya açık yerlerde kullanımının yasaklanması; anadil konusunda Kürtçenin kullanımı konusunda yasakların kalkması ve Kürtçe eğitim hakkı, yayın hakkı, kanal açılması mutlulukla karşıladığımız çalışmalardı.”
Dikkatimi çeken şu: Canan Hanım’ın saydıkları benim özellikle önemli bulup sayacaklarım değil (Kürtçe hariç), benim sayacaklarımı ise Canan Hanım saymamış.
Ne sayardım ben? En başta Çözüm Süreci. İkincisi askerî vesayete ve Ergenekon’a karşı mücadele, darbeci generallerin cezaevine tıkılması. Arkasından Ermenistan ve Kıbrıs politikalarındaki yumuşama. Sonra Andımız’ın kaldırılması, devletin el koyduğu azınlık vakıf mülklerinin iadesi.
Olsun. İnancını yitirdiğine ve AK Parti’yi artık savunmadığına göre Canan Hanım’la bir adım daha yakınız demek. Jüpiter’e gitmek gibi değil, ama yine de önemli bence.