YSK’nın milletvekili aday listelerini kesinleştirmesiyle, seçimde bir merhale daha geride kaldı. Partiler ve adaylar şimdi kozlarını kalan 30 gün boyunca sahada paylaşacak.
En sert rekabet, cumhurbaşkanlığı seçiminde Cumhur İttifakı’nın adayı Erdoğan’la, Millet İttifakı’nın adayı Kılıçdaroğlu arasında yaşanacak.
İş yalnızca cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmakla bitmiyor elbette. TBMM’de yasa çıkaracak ve hatta anayasayı değiştirecek bir çoğunluk elde edilmediği takdirde, işlerin bir hayli zora gireceği, siyasal kilitlenme yaşanacağı öngörülebilir.
Sokaklara, meydanlara, mahallelere yansıyanlara bakılacak olursa, bir dönemdir rüzgârın Kılıçdaroğlu ve Millet İttifakı’ndan yana estiği söylenebilir.
Eğer, iktidar seçimi mecraından çıkaracak girişimlerde bulunmazsa, farklı seçmen gruplarını karşı karşıya getirecek provokatif olayları teşvik etmezse, trafoya kedi girmezse ya da birileri “adam kazandı” diyerek beyaz bayrak çekmezse, Kılıçdaroğlu’nun ve Millet İttifakı’nın ipi önde göğüslemesi büyük ihtimal.
‘Bay Kemal’ maratona arka sıralardan başladı
Aslında Kılıçdaroğlu, yani “Bay Kemal” maratona arka sıralardan başlayıp, adım adım rakiplerini geçen ve giderek arayı açmayı başaran bir atlet gibi.
Bazı dikkatli gözlemciler, bu yönde bir dip dalgasının gelmekte olduğuna işaret ediyor. Kılıçdaroğlu’na doğru ağır gelişen, kendini aleni olarak hissettirmeyen ama giderek önüne geçilemeyen bir kitle desteğinin şaşırtıcı olmayacağını vurguluyorlar.
Bildiğiniz gibi, Kılıçdaroğlu’nun adaylığına bazı kesimler ve Altılı Masa içinden Meral Akşener ve partisi uzun süre karşı çıktı. “Olmaz, olmamalı, olursa hata yapar“ türünden propaganda yaptılar. Bunu vazife edinmiş yayın organları ve araştırma kuruluşları vardı. O bunlara direndi. Epey bir süre olgunluk ve sükûnet içinde sözünü söyledi ve eylemine devam etti. Masa’yı ve sürekliliğini esas aldı.
Bu süreç içerisinde çok yavaş, ikircikli, oldukça sınırlı ve sınırlarda gelişen bir toplumsal desteği pek de sorun etmeden kabullendi.
Değişen hava
Gösterdiği sabır, serinkanlılık ve kararlılık sonucunda, son aylarda havanın tamamen tersine döndüğü, destek işaretlerinin artarak ülke sathına yayıldığı görüldü. Bu durum yine de uzunca bir zaman anketlere yansımadı veya yansıtılmadı.
Akşener ve İYİ Parti krizi çıktığında ise telaşa kapılmadan, ustaca bir siyaset izleyerek Masa’yı bir arada tutmayı başardı. Ne zaman ki, Saadet Partisi genel merkez binası önünde Temel Karamollaoğlu, Millet İttifakı’nın adayı olarak Kemal Kılıçdaroğlu’nun adını açıkladı, o akşamdan itibaren hava değişti ve yeni bir dönemin kapısı aralandı.
Geride bıraktığımız şu iki hafta içerisinde CHP liderinin, ziyaret ettiği muhafazakâr ve milliyetçi kesimlerin ağırlıkta olduğu şehirlerde gördüğü kitlesel ilgi ve sevgi çok dikkat çekiyor.
Takvimi biraz geriye alırsak, Kılıçdaroğlu’na yönelik bu adım adım gelişen desteğin ardında yatanları görebilmemiz daha kolay olacak.
Bu noktaya nasıl gelindi?
Kılıçdaroğlu, CHP henüz bazı geleneksel ve sert kalıplarından çıkamamışken, başörtüsü konusunda özgürlükçü bir tercihte bulunarak muhafazakâr kesimleri hem şaşırttı, hem de bu parti hakkındaki yerleşik algılarında soru işareti doğmasını sağladı. Ankara’dan İstanbul’a yaptığı, uzun “Hak, Hukuk, Adalet” yürüyüşü ise Erdoğan rejimine duyulan korku perdesini yırttı, kamuoyunun dikkatini CHP’ye çekti ve desteğini biraz olsun artırdı. Bu eylem Gandhi benzetmesine bir anlamda içerik kazandırdı.
Seçime sokulmak istenmeyen İYİ Parti’ye ödünç milletvekili verilmesi, CHP ve Kılıçdaroğlu hakkındaki ön yargıları büyük ölçüde yıktı. 2018 genel, 2019 yerel seçimlerine ittifakla gidilmesi için ilk girişimlerin ortaya konmasındaki rolü, kamuoyunda olumlu karşılandı ve beğeni topladı. Özellikle yerel seçimlerde İstanbul ve Ankara dahil 11 büyükşehir belediyesinin, çoğu yerde HDP’nin de desteğiyle kazanılması çok önemli bir gelişme olarak görüldü ve AK Parti iktidarının alt edilebileceğine yönelik umudu artırdı.
Enflasyon, işsizlik, yoksulluk, yolsuzluk, devlet kadrolarında liyakatsizlik, keyfi ihaleler, yandaşları zengin etme, demokrasi ihlalleri, özgürlükleri yok etme ve baskı uygulamaları, yargıyı iktidar kontrolü altına alma, vb olaylar karşısında sessiz kalmadı. Olabildiğince teşhir eden, karşı çıkan, ilgili ve sorumlu kurumların kapılarına dayanan bir tavırla, iktidarın kontrolü altındaki yandaş medyanın sansürünün aşılmasına ve toplumu cesaretlendirici bir iklimin oluşmasına hizmet etti.
Umudun inşası
Altılı Masa, diğer adıyla Millet İttifakı, bütün bu gelişmelerin yarattığı olumlu iklim ve iyimser beklenti üzerine oturdu. Çalışmalarındaki ciddiyet, kararlılık ve süreklilikle güven yarattı. Birkaç yıl içerisinde bütün foyası ortaya çıkan başkanlık rejiminden, çoğulcu ve demokratik parlamenter sisteme dönüşün ihtiyaç duyduğu demokratik reform gücünü inşa etmenin umut kaynağı oldu.
İdeolojik, etnik ve mezhebi kimlik sorunlarının ve taleplerinin, parlamento çatısı altında, insan hakları ölçüleriyle ve demokrasi yoluyla karşılanmasında Kılıçdaroğlu’nun bir araya getirdiği güçlerin yarattığı uzlaşma, Türkiye’yi yeni ve farklı bir dönemin beklediğine işaret ediyor. Helalleşme çağrısı ve çabası, CHP’nin geçmişteki kimi hataları hakkında açık özür ifade edilmesi, bu süreci pekiştiren önemli adımlar oldu.
Bu bağlamda, HDP ile kurduğu ilişki, Kürt Sorunu’nun çözümünde onu muhatap ve TBMM’yi adres göstermesi ise özel ve önemli bir dönemeçti.
Ecevit’in yılları
Yakın siyasi tarihimizde toplumun taleplerine uygun hareket edip, bütün olumsuz şartlara rağmen seçmen desteğini adım adım genişleten ve isabetli iktidar seçeneğini zamanında ortaya koyan siyasal parti ve liderler oldu. Bu konuda, Kılıçdaroğlu’nun temsil ettiği parti ve geleneğin efsanevi lideri Ecevit’i hatırlamamız her halde yanlış olmaz.
Onun, 1960’ların ikinci yarısı ile 1970’lerin ilk çeyreğinde, parti içinde sağ kanada karşı, “Ortanın solu” ideolojik ve politik söyleminin sözcülüğünü yapması ve partiyi bu yeni çizgiye oturtmaya çalışması, “Toprak işleyenin, su kullananın” şiarıyla yoksul ve topraksız köylülere umut vermesi, dönemin en önemli ideolojik ve politik olaylarındandı.
İnönü’ye rağmen, 12 Mart 1971 Askeri Darbesi’ne ve darbenin hükümetlerine destek verilmesine açıkça karşı çıkması, ülkede demokrasinin yerleşmesi bakımından çok önemliydi. İnönü’nün “Ya Bülent, ya ben” dayatması karşısında geri adım atmayıp, kongrede genel başkanlığı kazanması da hatırlanacak olaylardandı. Ecevit aynı dönemde, askeri rejimin tutukladığı ve mahkûm ettiği, hangi kesimden olursa olsun bütün siyasilere affı ısrarla savundu ve sonuç aldı. Toplumsal desteği iyice büyüdü.
Darbecilerin, emekli general Faruk Gürler’i cumhurbaşkanı yapma hesaplarını Süleyman Demirel’le birlikte bozdu ve TBMM Fahri Korutürk’ü seçti. İslamcı Erbakan’la yapılan koalisyon Türkiye’nin siyasal ve sosyolojik yapılanması bakımından çok cesaretli bir adımdı. Aynı dönemde Amerika’nın ambargosuna karşı haşhaş ekimi yasağını kaldırdı. Bütün bunlar toplumda derinden derine karşılığını buldu. Oluşan siyasal hava CHP ile sınırlı kalmayıp, onun solundaki akımları da belli ölçüde etkileyerek, bütün Türkiye sathına yayıldı. Sampson Darbesi’nin hedeflerini engellemek gerekçesiyle Kıbrıs’a yapılan iki askeri harekâtı da genel kamuoyunu etkileyen olaylar arasında saymak gerekir.
Dip dalga yüksek karizma aramıyor
Ecevit’i böyle iki üç sayfalık bir yazıda değerlendirmek ve bunun üzerinden bir karşılaştırma yapmak muhtemelen doğru olmaz. Tek başına dönem farkı bile, böyle bir işe girişmeyi zora sokar. Ancak, sadece yükseliş dinamikleri ve toplumsal desteklerinin gelişme seyri bakımından bile ilgi çekici bir durum söz konusu. Burada asıl dikkatinizi çekmek istediğim, dip dalga olgusunun varlığı.
Tabii ki Ecevit çok iyi bir hatipti. Entelektüel donanımı güçlü bir liderdi. Coşkuluydu. Partilileri ve destekçileri, ona verdikleri “Karaoğlan” lakabını yıllar boyu dağa taşa yazmaktan usanmayacak kadar ona hayrandılar. Çocuklarına onun adını verenler sayısızdı.
Kılıçdaroğlu ise çekirdekten yetişme bir politikacı değil. Aktif politika onun için bir emeklilik dönemi tercihi oldu. İrticalen konuşabilir, ama yine de siyaset dünyamızın önde halen hatiplerinden sayılmaz. Buna karşılık, serinkanlılığı, samimiyeti ve herkesi dinleyen alçak gönüllülüğü hiç göz ardı edilemez.
Ecevit, kıran kırana bir mücadeleyle genel başkanlık koltuğuna oturdu. Kılıçdaroğlu ise Deniz Baykal’ın sansasyonel ve tuhaf gidişiyle genel başkan oldu, ama kendisine yönelik ilgiyi, kimseyi dışlamadan, sırtını dönmeden, neredeyse dişiyle tırnağıyla yarattı. Sonuçta, iki farklı siyasal kimlik ve kişiliğin partilerinde ve toplumda oluşturdukları ilgi ve destek çok ilginç yönlere sahip.
Bugün gördüğüm, Kılıçdaroğlu’na yönelik bir dip dalganın varlığı. Depremzedelerin, mütedeyyinlerin, gençlerin, gönüllülerin, kadınların samimi ilgisi dikkat çekiyor. Bunun da, artık her bakımdan nefes alamaz hale gelmiş Türkiye’de, hak edilmiş bir destek olduğunu düşünüyorum.
Umarım yanılmam.