Bu sabah (Cumartesi, 29 Nisan) HDP Genel Merkezi’nde buluştuğumuz Emirali Türkmen’e göre seçime ortak listeyle girilseydi Emek ve Özgürlük İttifakı 115 milletvekili çıkarabilirdi. Bu koşullarda 100 milletvekili hedefleri olduğunu söyleyen Türkmen, Kemal Kılıçdaroğlu’nu samimi bulduğunu anlatırken Alevi bir anne babanın çocuğu olduğunu; annesinin son isteğinin cenazesinin cemevinden kaldırılması olduğunu ama bu isteği yerine getiremediğini de duygulanarak anlattı.
Sizi daha ziyade bir entelektüel olarak tanıyoruz. Milletvekili adaylığı meselesi nasıl ortaya çıktı?
Aslında hep siyasetin içindeydim. Tuzluçayır’da, Alevi bir anne-babanın çocuğu olarak büyüyünce insan kendini bir şekilde sol eğilimli ortamlarda buluyor.
Sizi hiç tanımayan birine Emirali Türkmen’i nasıl tarif edersiniz?
Devrimci, sosyalist, inatçı bir adamım ben. Gençlik yıllarımda gazetecilik yapıyordum, Yeni Gündem dergisi vardır, orada çalışmaya başladım. Sonra gazeteci mi olacağım yoksa başka bir iş mi yapacağım derken yazıp çizmeyi, yayıncılığı tercih ettim. Uzun yıllar İletişim Yayınları’nda editörlük yaptım. Tabii bu süreçte Kuruçeşme Toplantıları’na katıldım, o süreçte Birleşik Sosyalist Parti adında bir de parti kurduk. Sonra ÖDP, HDP geldi.
Tüm bunlar olurken hep Ankara’da mıydınız?
İletişim Yayınları İstanbul’a gitmeyi önermişti ama İstanbul’a gidemezdim.
Neden?
Ankaralıyım ben, Ankara’yı sevenlerdenim. Zaten o süreçte aktif olarak İnsan Hakları Derneği’nde çalışıyordum. Sonra 2000’li yıllarda Dipnot Yayınlarını kurduk, o gün bugündür Dipnot’ta yayıncılık yapıyoruz.
Dipnot sıklıkla Demirtaş’ın kitaplarını basan yayınevi olarak anılıyor ama farklı türlerde çok fazla yayınınız var.
Evet öyle sanılıyor ama örneğin Türkiye feminist hareketinde çok önemli bir yeri olan Gülnur Savran, Alev Özkazanç veya Hülya Osmanağaoğlu gibi yazarların kitaplarını da; temel Alevi tartışmalarına dair pek çok kitap da bastık.
Siz neden adaysınız? Teklif mi geldi, siz mi istediniz?
Hayatı, dünyayı, memleketin gidişatını değiştirme iddiamdan ötürü adayım. Partiden arkadaşlarımın bir kısmı aday olmamı istedi, “Parti içinde konuştuklarını şimdi parlamentoda konuşman, anlatman gerekiyor” dediler. Partime hayır diyemezdim. Türkiye’nin en temel meselesi demokrasi, bunun da bana göre iki önemli ayağı var; biri Kürt sorunu diğeri de Alevilerin eşit yurttaşlık talebi. Eğer Türkiye demokratikleşecekse ancak bu meselelerin çözümüyle demokratikleşebilir. Yoksa Türkiye’ye çok para geldi, fabrikalar kurduk ve iktisadi krizi çözdük gibi bir senaryo mümkün değil. Zira Türkiye yalnızca içinde değil, uluslararası alanda da güven veren bir ülke değil.
“Annemin son isteği cenazesinin cemevinden kaldırılmasıydı”
Yeşil Sol’un Ankara 1. Bölge ilk sıra adayısınız, benim bölgem burası. Genç bir kadın olarak ben size neden oy vermeliyim?
Kadınların sokaklarda özgürce, ürkmeden dolaşabilmesi için adayım. Genç arkadaşlarımızın parkta oturup özgürce şarkı söyleyebileceği bir Türkiye için, otoparkta Kürtçe şarkı söyledi diye şiddete uğrayan Kürt yurttaşlarımızın hakkını savunmak için parlamentoya gitmek isterim. Doğanın bu kadar tahrip edildiği bir zamanda, Ankara gibi bir kentte bile ağaçların parmakla sayılacak kadar azaldığı bir ortamda ekolojik mücadeleye katkı sağlamak, mücadele edenlerle birlikte olmak ve onlara sözcülük etmek isterim. Onların sözünü doğrudan parlamento kürsüsüne aktarmak isterim. Ben Alevi bir anne babanın çocuğuyum; annem bu dünyadan ayrılırken son isteği cenazesinin cemevinden kaldırılmasıydı ama yaşadığımız mahallede bir cemevi yoktu. Doğal olarak annemin isteğini yerine getirememiştim. Başka insanlar aynı şeyleri yaşamasın istediğim için adayım.
Annenizin cenazesi camiden mi kaldırıldı?
Evet, mecburen camiden kaldırdık. Bütün bunları göz önüne alınca Türkiye’nin çoğulcu kimlik yapısını sahiplenecek bir demokrasi için mücadele etmem gerektiğine inanıyorum.
Yeşil Sol’un önceliklerini aşağı yukarı biliyoruz, görüyoruz, dinliyoruz; ama anlıyorum ki sizin kişisel önceliğiniz çoğulcu demokrasi…
Türkiye’de büyük bir hak-hukuk sorunu var. HDP’yi birlikte kurduğum, birlikte çalıştığım arkadaşlarımın önemli bir kısmı şimdi fikirlerinden ötürü cezaevinde. Gezi’de yan yana slogan attığım arkadaşlarım şimdi cezaevinde. Can (Atalay) mesela benim yakın arkadaşımdır, Can cezaevinde. Doğal olarak Türkiye’nin bir bütün olarak olan bitenle hesaplaşması gerektiğini ve tek adam rejiminin bir an önce sona ermesi gerektiğini düşünüyorum.
“Hesaplaşma meselesine hafıza merkezli yaklaşıyorum”
Bu hesaplaşma-helalleşme meselesi çok tartışılıyor. Siz “hesaplaşma” derken tam olarak neyi kastediyorsunuz?
Ben akademik formasyondan geldiğim için bu meseleye biraz daha hafıza merkezli yaklaşmak isterim. Elbette herkesin birbirine dokunduğu barışçıl bir ortam toplum açısından bir kazanımdır. Ancak böyle olması büyük suçlara iştirak etmişlerle de helalleşeceğiz anlamına gelmez. Türkiye’nun yakın siyahi tarihi katliamlar tarihidir ve tarihin üstü örtülemez. Devletin bunlar için özür dilemesi, söz söylemesi elbette kıymetlidir ama Türkiye’nin şöyle temel bir meselesi var: Aynı apartmanda oturduğu komşusunun Kürt olup olmadığını kimse sorgulamıyor; ama aynı komşu sokakta Kürtçe konuşuyorsa ‘kim bu lan’ diye sesler yükselebiliyor. Halbuki eşit yurttaşlık söz konusuysa kendi dilinize gösterdiğiniz saygıyı başkalarının diline de göstermeniz gerekir. Bu anlamda Türkiye’nin özgürlükleri merkeze alan bir anlayışa ihtiyacı var. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararları bu memlekette uygulanmıyor. Demirtaş da, Kavala da buna örnektir. Hukukun olmadığı bir ülkede hiç kimse güvende değildir; siz de ben de güvende değiliz, olamayız. Türkiye’deki hukuk, adalet sorunu için topyekûn mücadele etmemiz, bu düzeni dönüştürmemiz gerekiyor.
Böyle bir dönüşüm nasıl gerçekleşir?
12 Eylül anayasasından kurtularak demokratik bir anayasa oluşturmalıyız. Cumhuriyetin kuruluşundan 100 yıl sonra; 100 yılın tüm eksilerinin temizlendiği, artılarının çoğaltıldığı demokratik bir anayasayı kurmanın önemli olduğunu düşünüyorum. Parti olarak demokratik cumhuriyet tezini savunuyoruz. Biliyorsunuz İstanbul’da seçimler öncesi bütün aydınların, entelektüellerin, bu alanda çalışanların katıldığı iki günlük bir Demokratik Cumhuriyet Konferansı yaptık ve orada tam da bu meseleleri tartıştık. Ardından bu ihtiyacı seçim bildirgemize de olduğu gibi yazdık.
İki liberal ismin, Hasan Cemal ve Cengiz Çandar’ın Yeşil Sol’dan aday olmaları epey konuşuldu, kimileri tarafından eleştirildi…
Biz saydam bir partiyiz; memlekette tekli modeller ve tekli rejimler karşısında çok kimlikli, çok kültürlü bir toplum tasarımı fikrini sahipleniyoruz. Ben bir sosyalistim, sosyalizme inanıyorum. Bunun yanında daha liberal fikirlere sahip Cengiz Çandar gibi, Hasan Cemal gibi arkadaşlar da partimden aday olabiliyor. Benim onların fikir özgürlüğünü, onların ise benim fikir özgürlüğümü savunduğu bir ortam kurmamız gerekiyor. Bu doğrultuda tüm farklılıklarımızla birlikte demokratik bir toplum için birlikte mücadele etmemiz lazım. Onlar serbest piyasadan yana olabilir; ama yakın tarihimize baktığımda, pandemi deneyimine baktığımda, deprem felaketine baktığımda evet, benim politikalarım daha doğru diyebiliyorum.
Sosyalizm üzerine emeğinizin geçtiği bunca kitabın, derlemenin üzerine basitçe sormak isterim; “Yıl olmuş 2023, hangi sosyalizm?” diyenlere ne cevap verirsiniz?
Ben şunu sorgularım: Türkiye’de konut sorununun bu kadar tartışıldığı bir zamanda bütün öğrenci arkadaşlarımıza konutların bedava verildiği bir hayata niye itiraz edelim? Bunun neresi kötü?
İçinde bulunduğumuz zaman ve ortamda bunun mümkün olduğunu düşünüyor musunuz?
Farklı deneyimlere baktığım vakit mümkün olduğunu düşünüyorum. Tabii ki bu eski tip sosyalizm olmayacak, 21. yüzyıla ait bir sosyalizm olacak. İnsanların toplumsal taleplerini dayanışmayla inşa ettikleri, demokratik bir düzen olacak, bu mümkün. Türkiye’de emekçilerin halini düşününce, pandemide, depremde bile iktisadi hayatın patronlardan yana çalıştığını düşününce, patronların ve çalışanların kazandığı meblağlar arasındaki uçurumu düşününce… Benim açımdan bu sorunun cevabı çok pozitif.
“Sosyalistlerin birlikte siyaset yapma konusunda ufku dar”
Bugünün Türkiye’sinde sosyalist solu nasıl değerlendirirsiniz? Murat Sabuncu’nun “Beyaz yakalıların TİP’i” tarifini veya seküler orta sınıfın kendine TİP ile bir kimlik yarattığı söylemini nasıl değerlendirirsiniz?
Bu soruya özenle cevap vermem lazım. TİP’li arkadaşlarım benim de arkadaşlarım ve doğrusu birlikte bir emek özgürlüğü ve farkındalığı çerçevesinde çalışıyoruz.
Ama söz konusu sosyalizm ise bu soruya sizden daha iyi cevap verebilecek az kişi olmalı…
Evet, Türkiye’de sosyalizm denince herkesin aynı kavramı savunduğu düşünülür ama bir şeyi düzeltmek isterim. Şu an Türkiye’de sosyalizmi yalnızca TİP’li arkadaşlar savunmuyor. Türkiye’de sosyalist hareketin kanatları vardır ve bu kanatlar kendi politik tezlerini savunurlar. Benim gibi HDP’de sosyalist olan, sosyalist fikirleri savunan önemli aktörler var. Evet, TİP’li arkadaşlar da sosyalizm diyor ama Türkiye’de onların dışında önemli sosyalist topluluklar var. Sosyalizm HDP içinde de güçlü bir damar. Türkiye sosyalist hareketinin akan kanatlarına baktığımızda dönem dönem partilerin gelip yükseldiğini ve kendine alan açmak istediğini görürüz. Yine de bir özeleştiri yapmak gerekirse şunu söyleyebilirim: sosyalistlerin birlikte siyaset yapma konusunda ufuklarının dar olduğunu düşünüyorum.
Oy pusulasında adını pek çok kişinin tesadüfen duyduğu partiler var.
Tam olarak bundan söz ediyorum. Bu anlamda ben HDP deneyiminin büyük bir kazanım olduğunu düşünüyorum, zira HDP’nin içinde altı ayrı sosyalist bileşen var. Kürt hareketinden arkadaşlarımız var, kadın hareketi temsilcileri var; Ermeni arkadaşlarımız, Süryani arkadaşlarımız, Çerkez arkadaşlarımız var. Bu anlamda HDP projesinin kendisinin Türkiye toplumundaki çoğulculuğa ve toplumsal değerlere daha uygun bir model olduğu kanaatindeyim, bu yüzden de HDP’de siyaset yapıyorum. TİP’li arkadaşlar bir kampanya yürütüyorlar. Biz dayanışmaya inanan insanlarız. Sosyalist olmanın temel özelliği dayanışmadır. Biz rekabetin serbest piyasaya ve neoliberalizme ait olduğunu düşünürüz ama seçimlerde aynı meydanlara çıkacağız. Herkes kendi partisine oy isteyecek, yoldaşlığımız ise her koşulda devam edecek.
“Siyaset deneyimim bana bu işin güven üzerine kurulamayacağını söylüyor”
TİP’in seçime kendi logosuyla girme kararı size göre bu dayanışma esasının tam olarak neresinde? Oyların bölünmesi meselesi çok tartışıldı zira…
AKP iktidarı 7 Haziran yenilgisinden sonra her iki yılda bir seçim modeliyle oynayarak, parlamento çoğunluğunu kullanarak kendi lehine yasalar çıkarıyor. Yapılan son seçim yasası değişikliği de böyle bir şey. İdealim bütün farklılıklarımızla ortak, tek bir liste çıkarmaktı ama tabii şunu da kabul etmek lazım, o zaman bir partinin ismi öne çıkıyor, diğer partiler görünmüyor. TİP’li arkadaşlarımız da hiçbir zaman HDP’ye zarar getirecek bir tutum içerisinde olmadılar. Onların da önceliği kendilerini güçlendirmek. Öte yandan TİP’li arkadaşlar Ankara’da benim aday olduğum bölgede aday çıkarmadılar çünkü Ankara’yı riske sokmak istemediler.
Günün sonunda hepimizin en önemli önceliği tek adam rejimini yıkmak. Tek adam rejimini yıkacağız ve parlamentoya güçlü bir biçimde gireceğiz.
Yeşil Sol’un kaç milletvekiliyle meclise gireceği konusunda bir öngörünüz var mı?
Tabii ki seçime tek parti ve tek listeyle ortak girseydik bu en ideali olurdu, o durumda 115’e yakın milletvekili çıkaracağımızı hesaplıyordum. Şimdi önümüze 100 vekil hedefi koymuş durumdayız. 100 vekille parlamentoya girip demokratik dönüşümün anahtarının Yeşil Sol’da olduğu bir atmosfer yaratmak istiyoruz.
Kemal Bey’in söylemlerini nasıl buluyorsunuz? Güveniyor musunuz Kemal Bey’e?
Benim siyaset deneyimim bana siyasetin güven üzerine kurulmayacağını söylüyor. Bu yüzden ben Kemal Kılıçdaroğlu’nun söylediklerini esas almak isterim. Kemal Bey’in toplumun bütününü kucaklayan söylemleri ve en önemlisi de Kürt sorununun parlamentoda çözüleceğini, demokratik cumhuriyetin temel bir meselesi olduğunu söylemesi önemlidir. Dün Mamak’ta iki teyze bana dönüp ‘Bir oy Kemal’e, bir oy Ali’ye vereceğiz’ dediler, benim adım Emirali olduğu için. Bundan da büyük mutluluk duydum.