Ana SayfaSeçim 2023Toplumsal anksiyete

Toplumsal anksiyete

Neredeyse bir asırdır korkutularak yönetilen, korkutularak biçim verilen; bir dönem laik çevrelerin, şimdilerde ise muhafazakâr kesimlerin korkutularak konsolide edildiği bir ülkeyiz biz. Uzun süreli korkular sonuçta toplumsal bir anksiyeteye sebep oluyor. Sürekli olarak kötü bir şeyler olacağı, ülkenin elden gideceği, terör gruplarının ülkeye zarar vereceği zannı üzerinden politize ediliyoruz. Sürekli kaygılıyız, sürekli endişeliyiz, oldukça da öfkeliyiz. Hep bir düşmanımız var; o düşman bazen yabancı bir ülke, bazen iç tehdit, -garip gelse de- bazen siyaseten ayrı düşündüğümüz en yakınlarımız, ailemiz bile olabiliyor. Sizce bu normal mi?

“Sosyal fobi” kavramı psikolojik bir terim ve benim toplumsal anksiyete dediğim şeyle dolaylı olarak alakası olsa da doğrudan alakası yok. Toplumsal anksiyeteyi, bir toplumda sürekli olarak güvenlik kaygısıyla domine edilen/korkutulan bireylerin, gerçekte var olmayan güvenlik kaygılarına hem bireysel hem de toplumsal olarak inandırılması durumu diye tanımlayabiliriz. Dolayısıyla bireyler üzerinde etkisi olsa da bu toplumsal bir sorun ve zaten toplum dediğimiz şey de bireylerden oluşan ilişkiler bütünü.

Türkiye halkı, sadece 14 Mayıs’ta gerçekleşecek seçimlerde değil neredeyse 1950’lerden yani çok partili hayata geçişten bu yana -tek parti dönemi de bu korkularla oluşturulmuştur- her seçimde “ülke elden gidecek, düşman yurdu saracak, terör devleti kurulacak” korkularıyla seçimlere götürüldü. Sadece seçimlere böyle götürülmedi, yönetici kadro tarafından -bu yönetici kadro bazen seçilmişler oldu bazen sivil siyaseti domine eden kurumlar oldu- hep korkutularak yönetildi. Bunun bir istisnası, AK Parti’nin 2002-20014 yılları arasında seçmeni sandığa korkutarak değil, vaatlerde bulunarak taşıdığı seçimlerdir. “Beraber yürüdük biz bu yollarda…” seçim şarkısının anlamını bulduğu eski, çok eski zamanlardı. Tabii o zaman da muhalefet toplumu korkutma siyasetiyle konsolide etmeye çalışıyordu, yani bir yerlerde korkutma hep vardı.

Neredeyse bir asırdır korkutularak yönetilen, korkutularak biçim verilen; bir dönem laik çevrelerin, şimdilerde ise muhafazakâr kesimlerin korkutularak konsolide edildiği bir ülkeyiz biz. Uzun süreli korkular sonuçta toplumsal bir anksiyeteye sebep oluyor. Sürekli olarak kötü bir şeyler olacağı, ülkenin elden gideceği, terör gruplarının ülkeye zarar vereceği zannı üzerinden politize ediliyoruz. Sürekli kaygılıyız, sürekli endişeliyiz, bunun sonucunda sağlıklı, normal düşünemiyor ve davranamıyoruz. O yüzden oldukça öfkeli bir toplumuz, iç huzurumuz yok çünkü olmasına izin verilmiyor. Hep bir düşmanımız var, o düşman bazen yabancı bir ülke, bazen iç tehdit, -garip gelse de- bazen siyaseten ayrı düşündüğümüz en yakınlarımız, ailemiz bile olabiliyor. Sizce bu normal mi?

Geçtiğimiz yerel seçimlere dahi beka sorunu endişesiyle gidildi, 14 Mayıs 2023 seçimlerine de aynı kaygıyla gidiyoruz; ülkenin geleceğinin garantörü olduğunu, muhalefetin terör gruplarıyla birlikte hareket ettiğini iddia eden iktidar, seçmenini seçime “haç-hilal, güvenlik-terör” gibi “etkili” kavramları kullanarak, korkutarak hazırlıyor. Tabii bunun her kesimde acı meyveleri oluyor; seçim stantlarına, siyasetçilere ve hatta küçücük çocuklara yönelik şiddet içeren saldırılar. Bu saldırılar kimden kime gelirse asla ve asla kabul edilemez. Bunun yanında belirtmek gerekir ki, muhalefet birlik, beraberlik, kucaklaşma üzerinden seçmene sesleniyor. Ancak iktidar aşırı sert ve aşırı kutuplaştırıcı bir dille seçmene sesleniyor; gerçek olmayan bir takım videolar ile halkı korkutma ve öfkelendirme, demokratik seçimin darbe olduğunu iddia etme ve bunun benzeri öfke dolu bir seçim dili kullanan siyasetçiler, maalesef bu seçime gölge düşüren saldırıların oluşmasında eltili oluyorlar.

Tabii garip durumlar da var, mesela ülkeye içeriden ya da dışarıdan bir düşmanın girecek olması bir güvenlik problemi olarak kabul edilirken, o yabancı düşmanın parasının kötü yönetilen ekonomi nedeniyle bizim paramızın 20 katı olması konusunda herhangi bir güvenlik endişesi duyulmuyor. Sizin ekonomik gücünüzün bir göstergesi olan paranızın değeri pul olmuşken düşman denilenler size karşı zaten ekonomik olarak kazanmıştır neden bir başka savaşla yorulsunlar ki? Sizin yer altı zenginliğiniz, ham maddeniz, güçlü tarım alanlarınız ya da onları işleyecek ileri teknolojileriniz yoksa ya da kısıtlıysa, bir zenginliğiniz olan genç beyinlerin göç etmek zorunda bırakılması, o zenginliği kaybetme ihtimali bir beka sorunu değil midir? Düşman dedikleriniz, o zenginlikleri sizin hatalarınız nedeniyle kolayca ediniyorsa bir daha neden zahmete girip sizin gençlerinize savaş açma gereği duysun ki?

Bunlar çok basit bir şekilde düşünülüp, sorulacak ve cevaplanacak sorular ancak bu soruları ne soracak ne de cevaplayacak halde değiliz. Çünkü korkutulmuş, toplumsal anksiyetenin zirvesini görmüş bir ülkeyiz. İnsan korku halinde normal ve sağlıklı düşünemez, kim dost kim düşmen seçemez, dahası o korku haliyle korkudan kurtulmanın yollarını akil bir şekilde arayamaz ve bulamaz, kaç derler kaçar, vur derler vurur, gözü bir şey göremez. Peki, bu bir beka sorunu değil midir? Bu şekilde yaşamaya mahkûm edilmiş bir toplum güvenlik problemlerinin en büyüğü değil midir? Korkularından başka bir şeyi kalmamış bir toplumu korkularından kurtarmak yerine, korkularını gidermek yerine o korkuları körüklemek toplumun huzuru açısından bir tehdit değil midir? Bugün 20-30’lu yaşlar arasındaki gençlerin iş bulması, kendilerine yetecek kadar maaşları olması düşük ihtimalken, kendilerine çalışarak bir araba ve bir ev almaları ihtimal dahilinde bile değilken, Maslov’un ihtiyaçlar hiyerarşisindeki hiçbir basamağı aşamamış kitlelerin sayısı günden güne artıyorken sahi bizim bu kadar yoksunlukla güvende olduğumuzu kim söyleyebilir? İnsan ancak bir şeylere sahipse, sahip olduğunu kaybetme korkusu yaşar, evet ölmüş bitmiş değiliz ancak her gün daha da yoksullaşıyoruz, zaten asgari ihtiyaçlarımızı bile zar zor karşılıyoruz, zaten olması gerekene sahip değiliz, dolayısıyla neyi kaybetmenin korkusunu yaşıyoruz? Kaldı ki öyle bir kaybetme ihtimalinin olup olmadığı da şüpheli!

Açlık sınırı Nisan 2023 itibariyle 10,135 TL, yoksulluk sınırı 33,015 TL, bu rakam Ocak 2023’ten bu yana her ay yaklaşık bin TL artıyor…

15 Mayıs sabahı sandıktan kim çıkar bilemiyorum, seçmen ne derse kabul edilecek, olan o. Ancak bir şeyi düşünmeden edemiyorum, ekonomideki kötü gidişat, toplumun anksiyetenin zirvelerine çıkartılması gibi güvenlik problemlerinin mimarlarının, diğer güvenlik problemlerine bu şekilde eğilmesi ihtimali beni ürkütüyor. Çünkü çok iyi biliyorum ki, anksiyete sürekli endişeli, kaygılı, öfkeli ve mutsuz olduğuna inandırılma halidir ve bu öyle kötü bir şeydir ki, mutlu, yeterli, huzurlu olduğunuzda dahi o anın verdiği huzuru yaşayamaz, sürekli kaybedeceğiniz korkusuyla kıvranırsınız, kimsenin bu topluma bunu yapmaya hakkı olmadığına inanarak, şiddetsiz, sağduyulu, gerilimsiz, adil bir seçim olmasını diliyorum.

- Advertisment -