Salı günü gazetelerde sıradan sayılabilecek bir haber yer aldı: Adı ve işini saklı tutmamız gereken aile 12 çocuk sahibi, çocukların ikisi evlenip evden ayrılmış, baba gezici… Muhtemelen sosyal güvencesiz bir iş tutarak geniş ailesini doyurmaya çalışıyor.
12 çocuk sahibi olmak kolay olmasa gerek…
Benim bu sayıda çocuk sahibi aileyle vak’a görüşmem bir elin parmaklarını geçmez, sıklıkla görülmez.
Birinde, Adana’da pamuk işçileriyle çalışırken, aile bilgileri gereği çocuk sayısını sorduğumda, ‘18’ demişti. Yanlış duydum sanıp doğrulatmak istediğimde, aynı sayıyı söyledi. Sonra ekledi, ‘üç hanımımdan…’
‘N’aaptın sen?’ kaçıverdi ağzımdan.
‘Beşer şaşar, abla’ dedi.
Karşılıklı gülüştük, ‘beşer şaşar kardeşim ama, bu kadar mı şaşar?’ dediğim dün gibi aklımda.
18 çocuk… Yeni gelecekler bu sayının dışında. Hep birden konar göçer ırgatlık yaparak geçim nereye kadar?
Bir de on kızlarım vardı, onların hikâyesini de yazdım, aynı adla.
Onlar gezici değil, durucuydu. Bazısı parka giyip devrime yazıldı, bazısı örtündü. Sonunda anaları oğlanı buldu 11.de ve baba davul döğdürdü mahallede.
Bu örneklere geçmiş zaman deyip geçemiyorum, durum şimdi de pek farklı değil, biliyorum.
Habere konu olan ailede anne sonuncusu 5 aylık (ve büyük olasılık memedeki) içlerinde bir tümen çocuğu ve kocayı bırakıp kaçıyor. Gezici iş tutan garibim baba büyük şok yaşıyor, gazete böyle veriyor olsa da şok mok değil, ölüm bu. Adam şimdi ne tutsun? İşe mi çıksın, en küçüğün altını mı değişsin, öteki dokuz taneye yemek mi yapsın?Evlenip kurtulan iki çocuk kendi derdinde, dönüp babalarının elinden nasıl tutsun?
Yaşları 13-15 arası değişen üç kardeş babalarıyla birlikte işe çıkıyormuş, onlar gene işe çıkıyor olmalı…
Altısını babaanneyle dede kendi evine götürmüş.
Bebek bir başka hısıma bırakılmış.
Baba yükünü çırptı, şimdilik…
Çocukların hiçbiri okula gitmemiş.
Bedenlerinde morluklar olduğu kayda geçmiş, büyük olasılık ebeveyn şiddeti. Birbirlerini çimdiklemiş de olabilirler, sokaktan gelen şiddet de olası.
İlçe belediye başkanıyla eşi eve ziyarete gitmiş. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ilçe müdürü de gelmiş, çocuklar toparlanıp önce sağlık kontrolüne sonra geçici olarak yuvaya yerleştirilmiş.
Anne semt-i meçhulde, nerede olduğu bilinmiyor.
Ortada Yüksel bebek olmasa, annenin sahiden kaçtığını düşüneceğim ama kedilerin bile terk etmeyeceği kadar çaresiz, memedeki bebeyi koyup gitmek akla ziyan.
Bu erkek hayalimdeki değil, diye düşünmesi için annenin vakit hayli geç.
Çocukların ikisi ikiz, gene de evlenecek yaştaki ilk iki çocuk düşünüldüğünde annenin varsa bir engeli, aralıksız, dursuz duraksız gebe kalıp doğurduğu anlaşılıyor. Bu büyük aile, büyük olasılıkla tek odada ya da bir buçuk odalı bir gecekondudadır. Bulgurun bereketiyle çoğalmaktadırlar, ne gündelik yorucu iş, ne etrafta 12X2= 24 gözün olması onların hızını kesmez, doğan doğandan tatlı mantığıyla yahut çaresizlikten sayı habire artmaktadır.
Çaresizliği kabul etmek zor, aile planlaması hizmetleri bunca gelişmişken… Aşk’tan demeyin, ortada aşk meşk kalmamış olsa gerek. Niye kaçtı peki, kadın? Yeni biri mi?Kimbilir? Usandı mı? Kim olsa usanır. Peki niye doğurup durdun, daylı sokmıyasıca? Allah verdi abla, onun iradesi, biz karşı mı durabiliriz? Heyye, duramazsınız.
Annenin başına bir iş gelmiş olabilir, ancak ölümle dörmedöküm bırakır bir kadın, onca çocuğu ve memedekini…
Baba, ki kapı kapı, mahalle sokak gezmekten imanı gevreyen adamcağız, sevgililer günü, kadınlar günü, anneler günü yahut doğum gününü mü atladı?
Ekmek almayı atlamasın yeter. 12 çocuk, iki ebeveyn, günde kaç ekmek girmeli o eve, varın hesabedin? Benim on çocuklularım kalmış ekmek alırdı, hem tok tutar, hem ucuza gelir diye.
Kaçtı sanki başı selamet? Hem bulur getirirler, hem on çocuktan firar etmek çare değil…
Çocukları devlet bakımına vermek istemesi, en mantıklı çözüm. Buna zorlamak için kaçar gibi yapmış olabilir. Saklandığı yerden olayların gidişini izliyor belki..
Olan büyükanne ve babaya, çocukların yetişkin olanlarına ve elbet babaya oldu.
Cumhuriyetin ilk yıllarında devlet politikası nüfusun artması yönünde olduğundan, on çocuk yapana Kızılay altın madalya takarmış, elbet atın suyuna banma bakır madalya…
Bizim Eşrefpaşa’daki (ara ara gittiğimiz baba evi orada) mahallemizde bir komşumuz bu madalyadan takınmıştı, herne kadar seri üretim sırasında iki akıl engelli çocuk kısmet olmuş olsa da sayıyı tutturmuşlar. Babaları gece bekçisiydi, temiz ve düzgün giyinir, akşamları bekçi üniformasını dalına takar, düdüğünü boynuna asar, çıkar giderdi, babaya iş kolay… Evde kalan kadın ne çekerdi, onu da biz bilirdik… Şimdi bu aile de madalyayı hakkediyor etmesine de çözümü devletten beklemeseler iyiydi… Anneleri semti meçhule gitmese daha da iyiydi.
Devlet baba bu hedef şaşmaz aile babası kadar verimli olacak elbet. Ancak olan bohçasıyla habire kapı değiştiren çocuklara olacak. Gazeteye ara sayfa haberi olmaktan bin kat zor bu iş çünkü…