Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), ticari-ekonomik faaliyetler yürüten kuruluşlara sahip yegâne ordu değil. Dünyada OYAK benzeri kuruluşları yöneten başka ordular da var. Fakat bu orduların bulunduğu ülkeleri sıraladığımızda ortaya çıkan tablo, OYAK benzeri kuruluşların hangi topraklarda serpilip gelişebildiğini açık bir biçimde gösteriyor: Nikaragua, Şili, Guatemala, El Salvador, Honduras, Ekvator, Kolombiya, Bolivya, Çin, Endonezya, Tayland, Mısır, Suriye, Pakistan ve Türkiye.
Bu listeyi, Heinrich Böll Stiftung Derneği'nin Türkiye Siyasetinde Ordunun Rolü – Asker-Sivil İlişkileri, Güvenlik Sektörü ve Sivil Denetim başlıklı kitabından aldım. Kitapta bu ülkelerin ortak özellikleri sıralanırken şöyle deniyor:
“Bu ülkelerin -otoriter siyasal rejimleri, insan hakları ihlalleri, sınıfsal eşitsizliklerin derinliği gibi- ortak birçok noktasından bahsedilebilir. Hepsinin bir başka ortak noktası (…) bu ülke ordularının genellikle yardımlaşma kurumu benzeri yapılar altında sınai, ticari ve finansal yatırımlarıyla ülkelerinin en büyük sermaye grupları arasında yer almaları.”
Bana ne zaman kurulduğunu söyle…
OYAK’ın ne zaman ve hangi koşullarda kurulduğuna baktığımızda, onun sadece bir “TSK mensupları arası dayanışma modeli” olmadığını, TSK’nın “hükmetmeden yöneten” bir ordu olma iradesinin de bir parçası olduğunu anlarız.
Kürşat Bumin, 2009’da kaleme aldığı bir yazısında bizi OYAK’ın kuruluş yıllarına götürüyor:
“Bu uzun hikaye bugüne kadar az tartışılmadı. 1/03/1961'de yürürlüğe giren bir kanunla oluşturulan OYAK'ın aslında, bugüne kadar yeterince eleştirildiğini söyleyebiliriz. Benim bildiğim, konuya ilişkin ilk ciddi değerlendirme İdris Küçükömer'e aitti. Ancak sonradan öğrendik ki, Hürriyet yazarı Ege Cansen, daha erken bir tarihte, yani 1962'de (yani konu henüz çok tazeyken) Cumhuriyet gazetesine yayımlanması için (ama yayımlanmayan) gönderdiği bir yazısına ‘OYAK kapatılmalıdır’ başlığını atmış.” (Yeni Şafak, 21 Haziran 2009).
Sembolizme bak!
İlk bakışta ne kadar ilginç bir sembolizm: Türkiye’nin ilerici gazetesi, hiçbir demokratik ülkede var olmayan ve ondan sonra da var olmayacak bir ordu hamlesini eleştiren bir yazıyı yayımlamayı reddediyor! Fakat aslında ilginç değil: Çünkü 1962’de ilericilik, ordunun seçilmiş sivil yönetimlere karşı mücadelesini kutsama pratiğinden ibaretti.
Ege Cansen’in eleştirisinin de öyle vesayetçilikle falan ilgili olduğunu sanmayın, onun meselesi sadece “ticari kurallar”dı:
"Bu sandığın kuruluş kararnamesinde, OYAK'ın 'sahip-girişimci' (malik-müteşebbis) sıfatıyla ticari faaliyette bulunmasına izin veriliyordu. Halbuki kural olarak, 'sandık'ların, üyelerden ve onları istihdam eden işverenden topladıkları primlerle bir 'yatırım fonu' kurmaları ve bu fonu 'portföy' teorisine uygun olarak nemalandırmaları gerekir. Bu kurama göre sandıklar, hiçbir şirketin sermayesine belli bir yüzdeden (mesela %10) daha fazla iştirak edemez. Dolayısıyla girişimci ve yönetici olamazlar…"
“Devlet OYAK’a girdi”
Kurallar, yasalar açık ama unutmayın, 1962’deyiz… İşte öyle başlayan kuralsızlık, aradan geçen uzun on yıllar boyunca -Türkiye’nin ne tür on yıllardan geçtiğini de gösterecek biçimde- hiç değişmedi.
Mevcut tuhaflığa ilk mahçup dokunmaların gerçekleştirilmeye çalışıldığı 2000’li yılların ortalarında, aradan geçen on yıllar bir günlük gazetenin haberine “Devlet 51 yıl sonra OYAK’a girebildi” başlığıyla şöyle yansıdı:
“1961 yılında çıkan 205 sayılı OYAK Kanunu nedeniyle kurumsal olarak denetlenemeyen OYAK'a devlet girdi. Meclis Oyak Komisyonu'nun isteğiyle Sayıştay ve Hazine müfettişleri kurumda inceleme yapıyor.” (Sabah, 30 Ocak 2012).
Kürşat Bumin’in “Ne deve ne kuş” dediği OYAK’ın sahip olduğu özel ayrıcalıklar, zamanında ülkenin en büyük girişimcisi olan Koç Holding’i de çileden çıkarmıştı. Bumin, Tüpraş özelleştirilmesi sırasında patlak veren OYAK-Koç polemiği çerçevesinde, Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Bülend Özaydınlı’nın eleştirilerini sıraladıktan sonra, “Bu öyle önemli bir dosya ki” demişti, “ülkenin sosyalistlerine bile ‘kapitalizmin ilkelerini’ savundurabilir.”
“OYAK istisnailiği”nin nedeni zımnî anlaşma olabilir mi?
Biliyorsunuz, OYAK’a dair bu yazılar asıl şu sorunun cevabını bulmaya metuftu: AK Parti iktidarı OYAK’ı vesayet odaklarının güç kaynaklarından biri olarak görmesine rağmen, 15 Temmuz 2016 sonrası eline geçirdiği fırsatı, neden onu “budamak” için kullanmamıştı? Bu soruyu daha da can alıcı hale getiren şey ise, 15 Temmuz sonrasında AK Parti iktidarının bu yolda attığı son derece radikal adımlardı; ki bunları bu dizinin ilk bölümünde madde madde sıralamıştık. (Atılan adımların radikalliğini gösteren, o yazıda zikretmediğim sembolik bir örneği burada hatırlatmak isterim: Askeri hastanelerin sivilleştirilmesi zaten epeyce “gözü kara” bir adımdı, fakat onların en meşhurlarından biri olan Gülhane Askeri Tıp Akademisi (GATA) Haydarpaşa Hastanesi’nin adının Sultan Abdülhamid Han Eğitim ve Araştırma Hastanesi olarak değiştirilmesini herhalde Akit gazetesi bile umamazdı!)
İkinci yazıda, iktidarın 15 Temmuz sonrasında OYAK’ı istisna kapsamında tutmasının muhtemel nedenleri faslında iki alternatif sunmuştum. Bunlardan birincisi, Erdoğan’ın, askerlerin siyasi ve toplumsal gücünü geriletecek son derece radikal adımlar atarken, ordunun bilhassa tepe noktasını bu tavizle yumuşatmak istemiş olabileceği varsayımına dayanıyordu.
İkinci ihtimalde ise, iktidarın 15 Temmuz’dan birkaç yıl önce başlayan hamleleriyle OYAK’ı zaten kontrol altına almış olabileceği varsayımını tartışıyordum.
15 Temmuz’dan sonra OYAK’a dokunulmamış olması, belki bu iki ihtimalin birlikte ürettiği bir sonuçtur. Fakat ben, gerek OYAK konusunu daha önce deşen Kürşat Bumin, Umur Talu gibi gazetecilere gerekse de benim son yazılarıma gelen tepkiler nedeniyle birinci ihtimalle ilgili bir düzeltme yapmak istiyorum.
Sadece “tepe” değil, bütün bir ordu…
Orada ordunun “bilhassa tepe noktasına verilmiş bir taviz”den söz ediyordum. Bu ifade -eşitsizlikler olsa bile- ordu mensuplarının sadece “tepe”sinin değil tamamının bu sistemden yarar sağladığını maskeliyor.
Evet, Umur Talu’nun neredeyse ömrünü verdiği subay-astsubay eşitsizliği OYAK çerçevesinde de mevcut, fakat bugün bir üst çavuş astsubay emekli olduğunda başka memurların (ve kendisinin) emekli sisteminden aldığı emekli ikramiyesinin üç katına yakınını OYAK emekliliğinden alıyor.
Yani, OYAK imtiyazlarına vurulacak bir tırpan sadece ordu üst yönetiminin değil alt rütbedeki subayların ve ast subayların da sert direnişiyle karşılaşacaktır.
Geçenlerde itibar ettiğim bir iktisatçı, Türk halkının birçok şeye “eyvallah” diyebileceğini, fakat iş kendi cebindeki paranın azalmasına gelince “külahları değiştirdiğini” anlatıyordu.
Tabii aynı şey “bu milletin bağrından çıkmış” ordu mensupları için de geçerli.
15 Temmuz’dan sonra iktidarın giriştiği “hallaç pamuğu” harekâtı sırasında ordu içinden gürültülü homurdanmalar yükselmedi, fakat paketin içinde OYAK da olsaydı işler iktidar için o kadar da kolay olmayabilirdi..
Galiba OYAK istisnailiği esasen iktidarın bu gerçeği görmesinden kaynaklanan bir tavır olarak şekillendi.