Ana SayfaYazarlar15 Temmuz’dan kim ne kadar sorumlu?

15 Temmuz’dan kim ne kadar sorumlu?

 

15 Temmuz, bir darbe girişimidir. Ordu içinde örgütlenmiş Gülen Cemaatine mensup askerlerin, iktidarı darbe yoluyla ele geçirme eylemidir. Bu kalkışmaya dünyanın değişik ülkelerinde, Türkiye’nin çok az bir kesiminde sempatiyle bakıldığı da bir gerçektir.

 

Darbeyi yenilgiye uğratan halktır ve devlet içinde meşru zemine bağlı asker, polis, bürokrasidir. Fetullahçı örgüt, legal-illegal iki ayak üzerinden yapılanmış ve gelişmiştir. Yayın organları, eğitim kurumları gibi alanlarda yasal faaliyet yapmıştır. Asker, polis, bürokrasi ve yargı gibi devletin etkin kurumları içinde yasadışı yollarla örgütlenmiştir.

 

Dindar laik kutuplaşması

 

Fetullahçılık, Türkiye’deki dindar/laik kutuplaşmasının yarattığı gerilim ortamını, esnek bir siyaset izleyerek kendi lehine alanlar yaratmak için kullandı. Laik kesimlere, “ılımlı İslam”ı ve “diyalog”u pazarlarken, dindarların devlet içinde güçlenmesinin öncüsü rolünü üstlendi. Bunun rantına da talip oldu. 

 

Bu yüzden bir dönem laiklerin baştacı olabildiği gibi, bir başka dönem “laik çekirdek”e karşı yargı ve polis operasyonlarının yürütücülüğünü yapabildi. Fetullahçılık, Türkiye’deki otoriter laikliğin, İslamı siyasallaştırmaya kalkanların yarattığı, “Türk tipi” bir ürün. Tabii ki böyle bir ürünün dünyada da alıcıları olacak. Nitekim ABD, Gülen’i, “ılımlı İslam” projesinin bir unsuru olarak yönlendirmeyi tercih etti. Bu “Türk tipi ürün”den, bir darbeci yaratmak zor olmadı. Çünkü, oturmamış bir demokrasinin içinde siyaset yapıyoruz. Bir gözü seçimde, bir gözü orduda olan uzun bir siyasi geçmişimiz bulunuyor. Bir gözü otoriterlikte, bir gözü “halkın iradesi” söyleminde o kadar çok sayıda siyasetçimiz, okumuşumuz var ki!

 

Fetullahçılığın bir büyük tehlikeye dönüşmesinde kimin ne kadar sorumluluğu olduğunu irdelerken, asıl tartışmamız gereken onun geliştiği dönemin zihinsel iklimi. 2000'li yılların başına kadar Fetullahçılık, o dönemde güçlü olan otoriter modernizmin gölgesinde gelişmeyi uygun gördü. 2002’de AK Parti’nin iktidara gelmesinin ardından, “devletçi despotizme karşı” dindarların adına hareket etmeyi yeğledi. 7 Şubat 2012'de MİT Başkanına yönelik operasyonla ve 17-25 Aralık (2013) operasyonlarıyla AK Parti iktidarını hedef alınca, modernist cepheyle işbirliğine yöneldi. Her iki kesimin de ilkesiz tutumu nedeniyle, büyüdü gelişti ve darbeye kalışacak kadar gözü döndü. Her kesim karşı tarafı suçlamak yerine kendi eleştirisini yapsa, ülkemizin demokratikleşmesi adına daha faydalı olacak.

- Advertisment -