Ana SayfaYazarlar2017 haccı ve İran-Suudi Arabistan görüşmeleri

2017 haccı ve İran-Suudi Arabistan görüşmeleri

 

Ortadoğu söz konusu olduğunda sorunların kökleri çok ötelere gidebiliyor; güllük gülistanlık görünen bir ortam aslında karmaşanın merkezi de olabiliyor. Bazen, deruni olduğu düşünülen bir fiil bile asli formundan uzaklaştırılarak yepyeni bir görünüme de büründürülebiliyor. Ortadoğu sonuçta böyle bir yer! Kavga vesilesi edilmeyecek hususlar dahi düşünülmeyecek formların altından ortaya çıkartılıyor. Her ne olursa olsun ilk bakışta anlam verilemese de, bu yaklaşım biçimi, bir Ortadoğu klasiği. Bunun için görünen hiç bir şey bu coğrafyada göründüğü şey değildir; muhakkak ayrı bir derecesi, ayrı bir hikayesi yahut ayrı bir ilişkisi vardır. İlişkiler bütünü ise, bu yüzden, bazen aleni bazen de gizli olarak kendisini görünür kılar.

 

Ortadoğu’da zihinleri gerçekten meşgul eden konuların başında Suudi Arabistan ile İran’ın rekabeti geliyor. Rekabet, belki bin yıllık, başta coğrafi olan pek çok sorunu da beraberinde getiriyor. Rekabet, kimi zaman bir siyaset mahfilinde dönüyormuş gibi görünse de anlamlar dünyası çok karışık. Diğer yandan rekabetin çetinliği kullanılan araçları ve karşılıklı mücadeleyi sertleştirmekle kalmıyor üstüne üstlük bölgedeki temel normları da yerle bir ediyor. Bu duruma en güzel misal hac; çünkü Suudi Arabistan ile İran arasında yaşanan son mücadele kendisini hac ibadeti üzerinden göstermekte. Oysa siyaset ve rekabet üstü bir alana karşılık gelmesi gerekirken 2015 yılında yaşanan izdihamdan beri hac, Suudi-İran ilişkilerinde bir siyaset meselesi. Hiç kuşkusuz geride, dini farizanın siyaset diline kurban edilmesiyle onarılması zaman alacak kimi zararlar kalacak. Çünkü İran ile Suudi Arabistan arasında yaşanan hac meselesi sadece ibadet çerçevesinde kalsaydı çözümü nispeten kolay olacak ve uzun uzadıya sürüp artçı etkileri oluşmayacaktı; ama görünen ne yazık ki öyle değil. İlerleyen günlerde iki ülke hac konusunda bir anlaşmaya varsalar da bu alandaki siyaset sürmeye devam edecek.

 

İran kimi nedenler ileri sürerek vatandaşlarını geçen yıl hacca göndermeyeceğini ilan etmişti. Neden olarak da 2015 yılında Müzdelife ile Mina arasında yaşanan izdihamda ölen vatandaşlarını göstermişti. İran, Suudi Arabistan’ın bir şekilde bu izdihama neden olduğu, haccı düzenleme konusunda yetersizlikleri bulunduğu ve söylenenden çok daha fazla sayıda kişi ve elbette vatandaşının öldüğü iddialarında bulunmuştu. Bunun sonucunda Suudi makamlarınca araştırma yapılmış ve sonuçlar kamuoyu ile paylaşılmıştı. Ne var ki bu neticeler İran’ı ikna etmekten uzaktı. Elbette hac meselesinin, konuyu anlamada temel ve tek parametre olmadığından kaynaklanan bir nedenle sorunun aslını oluşturmadığı iddia edilebilir. Keza İran ve Suudi yönetimi de mümkün olduğu ölçüde sorunlarını farklı alanlara çekerek çözme niyetini asla saklamıyorlar. Mesela göz önünde hac olsa da bölgesel siyasi ve ticari çıkarların haricinde sorunun önemli bir kısmı Ahvaz’daki Sünni Arap azınlıktan ve Katif başta olmak üzere Arabistan’ın doğusundaki Şiilerden kaynaklanıyor.

 

Suudi Arabistan ile İran arasındaki ilişkiler 1979 sonrasında her zaman limoni oldu. Her iki ülke kurucu prensipleri dolayısıyla da birbirlerini rakip gördü ve bu rekabet bölgeyi etkisi altına aldı. Buna karşın bu rekabet hep belli bir siyasi seviyede götürüldü. Ancak İran’ın Amerika Birleşik Devletleri ile anlaşmasının arifesine değin titizlikle sürdürülen bu sessizliğin kademeli olarak bozulduğuna şahit olundu. Bilhassa Yemen ve Suriye’de İran ile Suudi bloğunun karşı karşıya gelmesi süreci ciddi anlamda şekillendirdi. 2015 yılında Mina’da yaşanan ve taraflara göre sayıları farklı olsa da yüzlerce hacı adayının yaşamını yitirmesi, İran’ın tansiyonu kontrollü bir şekilde yükseltmesine yol açtı. Bu minvalde ilk işaret bir suçlama ile verildi. İran’ın iddialarına göre beş yüze yakın İranlı hacı adayı yaşamını yitirdi ve bunun yegane müsebbibi olan Suudi Arabistan en üst seviyeden suçlandı. Böylece demecin sahibi Ali Hamaney ilişkilerin sertleşeceğinin sinyallerini daha ilk baştan verdi.

 

İran ile Suudi Arabistan, dış siyaset alanında yaşadıkları sürtüşmeleri bu defa iç siyasete tahvil ederek bir şekilde karşılıklılık ilkesini uygulama yoluna gitti. İran’dakilere benzer olaylar sürtüşmenin öncesinde ve sonrasında Riyad yönetimi tarafından da uygulamaya konuldu. Suudi Arabistan’ın önde gelen Şii din adamlarından en-Nimr ve daha başkalarının idam hükümleri uygulandı. Alınan kararlarla bu defa İran kendi içinde Ahvaz Arap Sünni azınlıktan pek çok kimse için alınmış olan idam kararlarını uygulama yolunu seçti. Neticede 2005 yılındaki olanları unutmayan Tahran için böylesi bir şey bir ön alma harekatıydı. Keza İran’ın hem ülkenin doğusundaki Beluci hem de batısındaki Arap Sünni azınlıklara bu türlü uygulamalarda bulunduğu sonuç olarak bilinmeyen bir şey de değildi. Böylece anlaşma ihtimali zamanla bu türlü adımlar dolayısıyla iki ülke için daha da uzakta bir hedef haline dönüştü. İki ülke arasındaki anlaşmazlık ise kendisini artık hac üzerinden göstermeye başladı.

 

Suudi Arabistan’ın aşağıda da değinilecek güvenlik konusunda önemli deneyimler yaşadığı ayrıca hatırlanmalıdır. Çünkü İranlı hacıların 1971, 1981 ve 1987 yıllarında Mekke ve Medine’de yapmaya çalıştıkları gösterilerin akıbetleri az çok hatıralardadır. İran ile Suudi Arabistan’ın ilişkileri Kral Fahd da dahil İslam Kalkınma Teşkilatı sırasında veliaht prensle de nispeten gelişme göstermiş olsa da bu ve benzeri gösterilerin sonuçları çok acı olmuştur. Bu yüzden Suudi tarafında güvenlik söz konusu olduğunda ciddi korku ve çekincelerin oluşması son derece normal görünmektedir. Dolayısıyla her iki ülkenin devamlı ve istikrarlı korkuları endişeye neden olmakta, endişeler ise ilerleyen zamanda da olsa rekabetleri görünür bir kıvama kavuşturmaktadır.

 

Suudi Arabistan 2017 haccını düzenleme kapsamında diğer ülkelerle çalışmalara başlamış durumda. Suudi Arabistan yönetimi böylelikle hac hazırlıklarına genel çerçevede diğer Müslüman ülkeleri de katmış bulunuyor. Bu iş birliği hac hazırlıkları için “davet” kapsamında ele alınıyor. Her ne kadar sıradan bir çağrı gibi duruyorsa da davet edilmiş olmak karşılıklı bir iş birliği durumu anlamına gelmekte. Belki bu durum İran’ın arzu ettiği bir halin kendisi de olabilir. Çünkü İran ilişkilerin karşılıklı olması gerektiğini her defasında ihsas etmek şöyle dursun açıkça ifade ediyor. Bu çerçevede Suudi Arabistan netameli bir durum olan hac hususunu müzakere etmek ve 2017 haccında İranlı hacı adaylarının da Kutsal Topraklar’da olmasını görüşmek üzere İran heyetini geçenlerde Riyad’a davet etti. Her ne kadar Suudi yönetiminin davetiye gönderdiğine ilişkin İran’dan aksi şeyler söylense de sonrasında davetin İran tarafına ulaştığına ilişkin haberler doğrulanmış oldu. Sonuç olarak bir anlaşma zemininin oluşturulmaya çalışıldığı görülüyor. Heyetin bu yüzden Hamaney’in konu hakkında en üst yöneticisi olan Ali Gazi Asker’in beyanı yüzünden 23 Şubat günü Riyad’a gideceği tahmin edilebilir. Ne var ki karşılıklı suçlamalar yerini şimdilik sühulete bırakmış olsa da İran değişik vesilelerle yeni pazarlık alanlarını açmak istediğini gösteriyor.

 

İran’ın pazarlık alanlarını genişletmek istediği hususların neler olduğu resmi beyanlarda çok açık edilmiyorsa da kimi tahminlerde bulunmak mümkün. Geleneksel İran diplomasisinin geniş çaplı müdahalede bulunmak istediği varsayılabilir. Bu yüzden İran’ın ilk hedefinin pek çok alanda Suudi yönetimini farklı kararlar almaya yönlendirmek olduğu düşünülebilir. Ne var ki Suudi Arabistan’ın hedeflerinin çok uzağında, kendisi için kazanımlar elde etmiş olması yüzünden Suriye ve Yemen’de zımni yeni isteklerde bulunacağı muhammen değil. Eğer olursa da çok belirgin ve nokta atışı istekler olacaktır ki bunların kamuoyuna erkenden yansıyacağını düşünmek için henüz erken. Bu yüzden İran’ın Suudi Arabistan’la ortak zemine kavuşturmaya çalışacağı ilk ve en önemli meselesini Suudi sınırları dışında değil içinde aramak gerekiyor. Hem İran’ın hem de Suudi Arabistan’ın kendi çaplarında sorun teşkil eden azınlık problemleri mevcut çünkü. Her iki ülke de değişik yöntemlerle bu azınlıkları idare etme peşinde. Ancak Suudi Arabistan’ın sahip olduğu Şii Arap azınlık hususunda, İran’ın kendi azınlığına karşın yaşadığından daha büyük problemleri tecrübe ettiği ortada. Zaten basına sıklıkla yansımasa da Cübeyl ve Hufuf hattında sıkıntıların sıklaşmaya başladığı meraklısı için bir sır değil artık.

 

Suudi Arabistan’ın 2016 haccındaki İran’ın tavrına ilişkin olarak meseleyi dini ve mezhebi bir münakaşa konusu etmekten özellikle kaçınmaya çalışması Kral Selman’ın sözlerinde ifadesini bulmuştu. Haklı olarak böylesi bir konunun siyaset mevzuu edilmemesi gerekirdi. Ancak Ortadoğu’da genellikle söylenmek istenenler ima ile anlatıldığından böylesi dilekler bir şekilde akamete uğruyor. Zira sorunların ya çözülmesi ya da daha da restleşmesi bir şekilde insanların en kırılgan oldukları alanlarda kendisini açık ediyor. Suudi Arabistan’ın en üst seviyeden bu türlü demeçlerine karşın İran’ın benzeri bir yumuşamayı göstermediği görülüyor. Hatta 2016 haccı öncesi Ali Hamaney’in şiddetli sözler etmesini bu çerçevede mühim sınıfında değerlendirmek gerekir. Hamaney’in demecinde görüleceği üzere mezhep ayrışmasına yönelik Kral Selman’ın ettiğine benzer ifadeler bulunmuyor. Aksine, Suudi yönetimine ilişkin açıkça suçlamalara yer veriliyor. Ayrıca Hamaney açıkça başka bir alana gönderme yaparak İran yönetiminin sürekli bir şekilde gösterdiği üzere Suudi yönetiminin haccı düzenleme konusundaki yetersizlikleri işaret ediliyor. Aslında bu tercihi İran’ın politikası bakımından makul ve akıllı bir adım olarak değerlendirmek mümkün. Zira Hamaney’in de tutarlılıkla tekrar ettiği üzere İran kendi hacılarının güvenliği konusunda ciddi kuşkulara sahip.

 

İran’ın sürekli konu ettiği hac ibadetinin güvenliği meselesi Suudi Arabistan’ı vurmaya çalıştığı en önemli nokta. Çünkü İran’ın bu noktadan hareketle kendi elini güçlendirmeye çalıştığı varsayılabilir. Aslında İran’ın bu girişimlerini Suudi Arabistan’daki Şii topluluğu nüfuzu altına alabilmek istediği şeklinde de yorumlamak mümkün. Zira en-Nimr kararından sonra İran ile Suudi Arabistan’ın ilişkileri en üst seviyede kesintiye uğramıştı. Karşılıklı suçlamalar neticesinde diplomatik temsilcilikler kapatılmış, Tahran’daki Suudi Arabistan büyükelçiliği de yakılmıştı. Bunca hengameden sonra İran’ın Arabistan’ın doğusundaki Şii azınlığı bir şekilde güvence almadan adım atacağını ummak ancak iyi niyetle anlaşılabilir.

 

İran ile Suudi Arabistan arasında Necran merkezli başka bir azınlık meselesi daha olmakla beraber ayrıca sekter bir yapı içerdiğinden bu durumun henüz İran’ın dikkatini çekmediği söylenebilir. İran’ın bu problemi de, kuvvetle muhtemel, zamana yaydığı ve Yemen’le birlikte ele alacağını tahmin etmek gerekmekte. Ancak henüz bu konuda bir adım atmadığı anlaşılmakta. Bu alana sirayet ettiğinde İran muhtemelen bütün başat sorunlarını bir hale yola koymuş olması gerekiyor. O yüzden doğudaki Şii azınlık daha önemli bir durum arz etmekte ve İran tüm gücüyle ilgisini bu bölgeye vermekte.

 

İran’ın 23 Şubat’ta Suudi Arabistan ile neyi müzakere edeceği, İranlı yöneticilerin ara ara dillendirdikleri meselelerden çıkartılabilir. Bu bağlamda Suudi Arabistan’ın elleri bağlı olmamakla beraber Mekke ile Medine gibi iki önemli şehrin hizmetini görmeleri ve hac ibadetini organize etmeleri nedeniyle görüşmelerde daha dikkatli davranacakları tahmin edilebilir. Zira Suudi Arabistan yakasında meselenin İran siyasetinin bir gereği olarak mezhep sorununa getirileceğine yönelik bir kaygı sezilmekte. Elbette böylesi bir kabulün gerçekleşmesi İran’dan çok Suudi yönetimini zorda bırakacak. O yüzden Suudi Arabistan’ın daha dikkatli ve yapıcı adımlar atacağını tahmin etmek güç olmasa gerek. Ancak ilk etapta İran’ın güvenlik kaygılarının nasıl aşılacağı müphemliğini korumakta. Zira bu hususun İran tarafından kendi diplomasisi için bir kaldıraç olarak görüldüğü tahmin edilebilir. Keza hac ibadeti sırasında kimi defa İranlı hacıların siyasi propaganda yaptıkları da bilinmekte. Ne var ki Suudi Arabistan’ın bu durum karşısında ilgisiz bir tavır takınmayacağı baştan belli. Suudi Arabistan’ın hac esnasında gösteri yapılmasına müsaade etmeyeceği son tahlilde İran tarafından da bilinmekte. İran’ın güvenlikten kastının ne olduğu ise bu bakımdan çok açık ve net değil. Buna karşın İranlı hacıların 2017 haccına gönderilebilmelerinin daha önce yapılan müzakerelerde de söylendiği şekliyle vatandaşlarının“güvenliklerinin sağlanması” şartı, bir ilke olarak, masada durmakta.

 

İran’ın son günlerde dillendirdiği başka bir husus ise Suudi Arabistan’ın Mina izdihamında ölenlere tazminat ödeme yükümlüğü. Hamaney’in hac işlerinden sorumlu yüksek memuru Ali Gazi Asker’in bu konuda kan parasından bahsetmesi pazarlığın hangi alanlar üzerinden ilerleyeceğine de bir işaret olabilir. Kan parası meselesi, bir anlaşma şartı olarak İranlı bir milletvekili tarafından da seslendirilmesi bakımından önemli bir konu olarak görülebilir. Açıkçası maddi bedelin Suudi Arabistan için bir sorun teşkil etmeyeceği meydanda; ancak bunun kabulünün Suudi yönetimini siyaseten zorda bırakacağı açık. Ancak böyle bir kabul doğrudan doğruya iki sonuca sebep olacağından kolaylıkla tartışma konusu edilemeyeceği de aşikar. Çünkü böyle bir kabul Suudi Arabistan’ı iki bakımdan dünya kamuoyu önünde zor durumda bırakacaktır. Bu sebeplerden ilki hacı adaylarının güvenliğinin sağlanamadığı ve hac organizasyonunun düzenlenemediği algısıdır. İkinci sebep ise ilkiyle ilgili olarak hac ibadetinin fıkhi zorunluluklarından biri olan güvenlik meselesinin söz konusu edilmesidir. Bunun, haccın ortak yönetim modeli ile yürütülmesi gerektiği düşüncesine yol açacağı ortada.  Birbiriyle ilgili her iki sebebin de bir şekilde gelip Sünni blokla alakalı bir siyasete dönüşeceğini tahmin etmek bu nedenle zor olmasa gerek. Bu yüzden Suudi Arabistan’ın bunları kabul etmeyeceği baştan söylenebilir. Zira meselelerin gelip yukarıda işaret edilen hususlara dayanacağını Riyad’daki yöneticilerin görmeyeceğini düşünmek saflık derecesinde bir iyi niyetin tezahürü olacaktır. Yoksa ne İranlı hacıların elektronik vize almalarının ne bu vizelerin üçüncü bir diplomatik misyon aracılığıyla verilmelerinin ne de İran havayolu firmalarının uçuşlarında Suudi yönetiminin aleni bir zorluk çıkartacağı düşünülebilir. Anlaşmazlık başkadır!

 

2016 yılındaki gibi 2017 yılı için de haccın bölge siyaseti bakımından önemini sürdüreceği düşünülebilir. Çünkü İran bir taşla birkaç kuş vurmak isterken buna uygun adımlarını da atmakta. Zira Suriye ve Yemen’deki siyasetinin başarısını gördüğünden, daha en başta önceliğini hac üzerinden doğrudan Suudi Arabistan’la yapacağı müzakerelere vereceği açıktı. İran’ın müzakerede farklı parametreleri masaya sürmüş olduğu görülüyor. Suud yönetimi bunların ne kadarına karşılık verecek, beklenip görülmesi gerekiyor. Suudi Arabistan kendi içindeki Şiilere yönelik geliştireceği olumlu girişimler belki İran’ın zımni savlarını boşa çıkarabilir. Diğer yandan hac ibadetinde ev sahibi ülke olması sebebiyle Suudi Arabistan’ın kimi adımları atarak Müslümanlar arasındaki birlik ve beraberliğe dikkat çekmek gibi bir yükümlüğüde var. Bununla birlikte İran tarafından yapılan suçlamaları savarken ülkenin doğu bölgelerinde yaşayan kendi vatandaşları üzerindeki İran’ın etkisiyle de baş etmek zorunda. Suudi Arabistan ayrıca bir de kendi içerisinde eş-Şeyh’inki gibi İranlılara dair yaygınlaştırılan iddialarla da ilgilenmek zorunda ve bu uğraşlar yönetimi fikren zor durumda bırakmakta. Bu yüzden yeni bir siyaset dili geliştirmeye muhtaç.

 

Son tahlilde, İran ile Suudi yetkililerin 23 Şubat’ta 2017 haccı hakkında bir karar vermeleri gerekecek. Bu karar bölgedeki tansiyonun ya artmasının ya da azalmasının bir işareti şeklinde değerlendirilecek. Eğer İranlı hacıların 2017 haccına katılımlarına ilişkin bir anlaşma sağlanırsa bölgede muvakkat da olsa bir sühulet ve sükunet beklentisi oluşacak. Aksi durumda tansiyonun artacağı umulacak. Siyasi bir meselenin gelip dini bir şekle bürünmesi Ortadoğu’da hiç karşılaşılmayan bir şey değil. Bu yüzden yeniden benzer şeyleri yaşamak şaşırtmayacak. 2016 haccı için karşılıklı salvolar savrulurken İran Hac ve Ziyaret Bakanı Said OhediHalkımızın onurunu zedeleyen hiçbir anlaşmayı imzalamayız” demekteydi. Bakalım anlaşmaya değin benzer sertlikler devam ettirilecek mi? Şimdi gözler 23 Şubat’taki hac görüşmelerinde. Çünkü sonuç, ilişkilerin nasıl seyredeceğinin bir barometresi olacak!

 

- Advertisment -