2023 seçimleri yaklaşırken, siyasi partilerin Kürt meselesine yönelik açıklamaları, doğal olarak gündemin en önemli maddeleri arasında yer almaya başladı. Son olarak sayın Kılıçdaroğlu’nun, Kürt meselesinin çözümü için adres olarak Meclisi ve muhatap olarak da HDP’yi işaret etmesi tartışmaları daha da alevlendirdi. Önümüzdeki süreçte, seçimler yaklaştıkça ve seçimlerin kaderi ele alındıkça, Türkiye’deki Kürt seçmenin tavrı ve seçimlerde alacağı tutum üzerinde daha çok konuşulmaya başlayacaktır. Zira Kürtlerin seçimlerdeki tutumu, seçim sonuçlarını belirleyecek bir siyasi iradeye işaret etmektedir. Bu nedenle Kürt seçmenin tutumunun ele alınıp analiz edilmesi son derece önemli ve makul bir sorgulamadır. Peki, Kürt meselesinin çözümünde Meclis en önemli ve yegâne belirleyici kurum mudur?
(1) Sayın Kılıçdaroğlu’nun, Kürt meselesinin çözüm adresi olarak meclisi işaret etmesi, Kürt meselesinin demokratik bir zeminde ele alınıp konuşulması bağlamında ve CHP’nin de bu sorunu sahiplenmesi anlamında önemlidir.
(2) Eğer CHP, samimi bir yaklaşımla Kürt meselesinin çözümünden yana ise, bu sorunun ne şekilde çözüme kavuşturulacağı konusunda derhal bir plan ve yol haritası hazırlamalı, başta Kürtçenin statüsü olmak üzere, ana dilde eğitim konusundan tutun da Kürtlerin yerelde kendi kendilerini yönetmelerine kadar çeşitli hususlardaki düşüncelerini açıkça ortaya koymalıdır.
(3) Kürtçenin “bilinmeyen bir dil” olarak kayıtlara geçtiği bir Mecliste Kürt meselesinin çözüme kavuşturulması oldukça zordur. Buna rağmen CHP ve ortağı İYİ Parti, Meclisin daha demokratik bir işleyişe sahip olması açısından ciddi bir insiyatif alabilirler. Lâkin pek çok konuda benzer düşüncelere sahip olan CHP ile İYİ Parti’nin, Kürt meselesinin çözümü konusunda ortak bir zeminde buluşmaları hiç de kolay değildir. Hattâ bu hususta CHP, AK Parti’ye daha yakınken, İYİ Parti klasik MHP çizgisinde ısrar etmektedir.
(4) Eğer CHP, “Kürt meselesinin Meclis çatısı altında çözümü” perspektifiyle, parlamenter sisteme dönüş ve daha sonra çözüm ilkesiyle hareket ediyorsa, başta Kürtler olmak üzere aklı başında herkes, bunun sorunu geleceğe havale etmek anlamına geldiğini bilir. Zira daha önce de defalarca dile getirdiğim gibi, Kürt meselesinin çözümünde başkanlık sistemi parlamenter sisteme nazaran çok daha elverişlidir. 600 kişilik bir mecliste, Türkiye’nin bugünkü realitesinde, Kürt meselesinin çözümünde demokratik bir insiyatif alacak 400 demokrat milletvekili hiçbir zaman bir araya gelmeyecektir.
(5) Türkiye’de Kürt meselesinin çözümünde insiyatif alacak bir başkan, bir cumhurbaşkanı bulunabilir, ama büyük çoğunluğu demokratik bir çözümden yana olacak bir Meclis teşkil edilemez. Bugüne kadar oluşturulmadığı gibi bundan sonra da oluşturulamaz.
(6) Kürt meselesi, “tüm yetkilerin bir merkezde toplandığı Türkiye tipi bir başkanlık sistemiyle” çözülemez diyenler, bu sorunun Cumhuriyetin kuruluş döneminde, cumhurbaşkanlığı, meclis başkanlığı ve genelkurmay başkanlığı gibi görev ve yetkileri kendinde toplayan Mustafa Kemal döneminde bugünkü kangren halini aldığını unutmaktadırlar. Eğer bir sorun, “tüm yetkilerin bir merkezde toplandığı bir yönetim” altında ortaya çıkmışsa, aynı şekilde “tüm yetkilerin bir merkezden toplandığı bir yönetim” tarafından” daha kolay çözülür.
(7) Mustafa Kemal dönemi ve sonrasındaki İnönü dönemi, sistemin genel işleyişi ve yetkilerin tek merkezde toplanması açısından, güçlü bir başkanlıktan çok krallık rejimlerine benzer. Bu dönemde sembolik bir meclis varsa da (Birinci Meclis tamamen istisnadır, İkinci Meclis ise kısmen), kimi Kürt illerine atanan milletvekilleri o vilâyeti dahi görmemişler, âdetâ “uzaktan mebusluk” yoluyla atandıkları illeri temsil etmeye çalışmışlardır.
(8) 2013 yılında AK Parti önderliğinde başlatılan Barış Süreci döneminde Türkiye, parlamenter sistemle değil başkanlık sistemi ile yürütülüyor olsaydı, büyük bir olasılıkla bugün Kürt meselesi çözülmüş olacaktı. Ancak o dönemde, bütün diğer partiler bir yana, çözümün muhatabı olarak kabul edilen HDP’nin dahi AK Parti karşıtı bir tutum alması, AK Parti’nin iktidardan düşürülmesi konusunu Kürt meselesinin çözümünden daha ivedi ve öncelikli görmesi, sürecin tıkanıp çöküşüne yol açtı.
(9) Cumhurbaşkanı Erdoğan, 9 Temmuz 2021’de Diyarbakır’da yaptığı konuşmasında, “çözüm sürecini biz başlattık ama çözüm sürecini sonlandıran biz olamadık” dedi. Bu açıklama, şartların oluşması ve aklı başında bir muhatabın ortaya çıkması durumunda, sürecin devam edebileceği umudunu vermektedir.
(10) Çözüm sürecinin en yanlış stratejisi, sadece HDP ve PKK’nin muhatap alınmasıydı. Şiddetin durması ve silâhın devre dışında kalması bağlamında PKK ile görüşülebilirdi, ama şiddeti yaratan esas unsurların ortadan kalkması anlamında Kürt halkının temel hak ve özgürlükleri dikkate alınmalıydı. Örneğin ana dilde eğitim ve yerinde yönetim ilkesi gibi hususlarda, dünyadaki diğer emsal sorunlar dikkate alınarak çözümler geliştirilebilir ve bu şekilde şiddet yanlısı politikalar da temelsiz bırakılabilirdi.
(11) HDP 27 Eylül 2021’de “ittifaklar” meselesine ilişkin tavrını açıklarken, “…yaşadığımız çoklu krizin ve çözümsüzlüğün başlıca kaynağı olan cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini ve bu sistemi besleyen yapıları değiştirmek istiyoruz “ifadesiyle, çözümün ruhuna hizmet etmeyen bir beyanda bulundu.
(12) Türkiye’nin süregelen yapısal sorunlarının temelinde, bir türlü çözüme kavuşturulmamış olan Kürt meselesi yatmaktadır. Kürt meselesini, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi yaratmadı; kuruluş döneminden ve hattâ daha önceki süreçlerden devam edegelen bir sorun olarak kucağında buldu. Çözümsüzlüğün başlıca kaynağı olarak cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini görmek, son derece yanlış bir yaklaşımdır. Kürtlerin öncelikli derdi, cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini değiştirmek değildir. Kürtler kendi meselelerinin çözüme en elverişli olan hükümet sistemini desteklemelidir.
(13) HDP gibi, neredeyse varoluş sebebi Kürt meselesi olan ve seçmen kitlesinin yüzde 90-95’ini Kürtlerin teşkil ettiği bir partinin en öncelikli hedefi Kürt meselesinin çözümüdür. Tekrar tekrar söylediğim gibi, Türkiye’nin bir demokrasi sorunu yoktur; ülkenin demokratik işleyişinin canına okuyup sistemi zehirleyen, tüm sorunların kaynağı niteliğinde bir Kürt sorunu vardır. Seçimlerin ve seçim ittifaklarının ele alındığı bir ortamda, başkanlık sistemini hedef alan beyanlarda bulunmak doğru ve yerinde bir yaklaşım değildir. Tüm eksik ve aksaklıklarına rağmen bugünkü başkanlık sistemi Kürt meselesinin çözümü için daha ideal bir sistemdir.
(14) HDP’nin seçimlerde herhangi bir ittifaktan yana olmayacağını söyleyip, daha demokratik bir işleyiş için parlamenter sisteme dönüşü işaret etmesi, günümüz siyaset dili ve literatüründe, zımnen Millet İttifakından yana bir tutuma denk gelir. Ancak bu tutum, Kürt meselesinin ivedi çözümü açısından sorunlu ve sakıncalıdır. Kürt halkı, kendi adına siyaset yapanlardan rasyonel bir tavır sergilemelerini beklemektedir. Kürtler “hendekçi” zihniyetin yılların birikimiyle elde edilen tüm demokratik kazanımlarını nasıl berhava edip, şehirlerinin yıkımına ve yüz binlerce insanın yerini yurdunu terk etmesine sebep olduğunu, son 5-6 yılda gördü ve yaşadı.
(15) HDP, seçimlere ve muhatap meselesine yönelik olarak açıkladığı “Demokrasiye, Adalete ve Barışa Çağrı” adlı deklarasyonla, Kürt meselesinin çözümü konusunda ilkeleri açık ve net bir “üçüncü yol alternatifi” ortaya koyamadı. Oysa herhangi bir tarafa angaje olmadan, Kürt meselesinin çözümü odaklı bir “üçüncü yol alternatifi” izlemek, seçim sonrasında bir tarafın hedefi haline gelmemek açısından da önemlidir.
(16) Kürt sorunun var olup olmadığını en iyi Kürtler bilir. Eğer Kürtler bir bütün olarak asimile olmayı gönülden kabul eder; dillerinden, binlerce yıllık tarihlerinden, coğrafyalarındaki yerleşim yeri adlarından vazgeçer; “ne mutlu Türküm diyene” ilkesini candan benimser ve “varlıklarını Türk varlığına armağan etmeye” hazır olurlarsa, o zaman Kürt sorunu vardır diyemeyiz.
(17) AK Parti Kürt meselesinin çözümü yolunda, bugüne kadar hiçbir siyasi partinin almadığı kadar risk aldı, gidemediği kadar yol gitti. Çözüm yolunda en önemli psikolojik eşik aşılıp, halkın yaklaşık yüzde 80’i barış sürecine “evet” derken, 2015 seçimleri sırasında yaşanan “yol kazası” süreci akamete uğrattı. Eğer AK Parti, Kürt meselesinin çözünü hususunda MHP çizgisini benimser ve bunda ısrar ederse, 2023’te iktidarı kendi elleriyle Millet İttifakına teslim etmeye şimdiden hazır olmalıdır.
(18) Şimdi asıl can alıcı soru şudur: AK Parti, MHP çizgisinde ısrar edip 2023 yılında iktidarı gönüllü olarak bırakacak mı? Buna parti yönetimi ve partiyi destekleyenler hazır mıdır? Bu olmazsa, AK Parti’nin kuruluş dönemi felsefesi doğrultusunda liberal-muhafazakâr kimliğine dönüş yapması mümkün mü? Zira böylesi bir dönüş, var olan siyasi dengeleri tamamen değiştirme potansiyeline sahiptir. Zamanın giderek daralmasına rağmen, henüz böyle bir dönüş AK Parti için hâlâ geç değil diye düşünüyorum.