Ana SayfaYazarlar(7) 38 Dakota eri ve 33 kurşun

(7) 38 Dakota eri ve 33 kurşun

Dakota 38, Başkan Abraham Lincoln’un emriyle asılarak öldürülen otuz sekiz Dakota erine bir göndermedir. ABD tarihinde şimdiye kadar en büyük “yasal” toplu idam budur. İdam, 26 Aralık 1862’de -- Noel’in ertesi günü -- gerçekleşti. 1943’teki devamında, mahkemenin yalnızca 5 kişiyi tutuklayarak geri kalanları serbest bırakmasına karşın, Özalp’a gelen Mustafa Muğlalı'nın emriyle 33 kişi sorgulamaları yapılmak üzere iki asteğmenin komutasındaki bir askerî birliğe teslim edildi. Sınıra yakın bir yerde kurşuna dizildiler ve daha önce hazırlanan bir tutanağa dayanılarak kaçmaya çalışırken vuruldukları öne sürüldü.

[26-27 Mayıs 2020] Türkiye’nin Kürtleri (ve Rumları ve Ermenileri). Amerika’nın Yerlileri. Aşiret yaşamının üzerine binen modern ulus-devlet. Göç alanlarının yeni sınırlarla bölünmesi. Kaleler. Karakollar. Rezervasyonlar. Acentalar. Sonra tehcir. Sonra kan. Sonra hatırlayış. Şairler. Yukarıda solda Ahmed Arif. Yukarıda sağda Layli Long Soldier. (Fakat tabii bir de Hrant Dink. Şiir yazmadı ama suyun çatlağını aramasının bedelini hayatıyla ödedi.)

I

Daha bu dizinin başlarındaydım. (2) Kolomb’dan önce onlar vardı yeni yüklenmişti siteye. Aynı 19 Mayıs günü öğleden sonra 4:46’da Cemal Kafadar’dan bir e-mail geldi. Boston’la aramızda yedi saat fark var, dolayısıyla orada sabah 9:46 gibi yazmış olmalı. Koronavirüs bütün alışkanlıklarını değiştirmediyse, Cemal için oldukça erken bir saat. Konu satırında “Lakota ulusunun şairlerinden birinin tarih anlatısı” yazıyor. İçinde ise sadece bir link: http://www.5harfliler.com/dakota-38/ Gerisini ferasetime bırakmış.

Açtım, okudum; daha önce hiç duymadığım Layli Long Soldier’ı böyle tanıdım. Neyse ki Cemal de duymamışmış nisbeten yakın zamana kadar. Öyle diyor, 6 Aralık 2018’de 5harfliler sitesindeki giriş notunda. Okurken ağzı açık kalmış; o da burada derhal bir tarihçilik dersi görmüş (benim 7 Mayıs 2020 gecesi televizyonda “ölünceye kadar zulme boyun eğmeyen Yerli savaşçı” cümlesini duyduğum anda zihnimde bir şimşek çakması gibi). Türkçeye çevirmek istemiş ve çevirmiş de. Altında imza olmadığı için ilk başta anlamamıştım (o kadar da fâris değil mişim yani), ama sonra jöton düştü; Cemal’inmiş meğer, Layli Long Soldier’ın Whereas (2017) kitabındaki “38” şiirinin çevirisi. (Bu arada, ben hep Türkçe nasıl okunacağını kestiremediğimden Siyu gibi düşünsem de gene Sioux yazıyorum ya; Cemal Sioux’yu “Suğ” ve dolayısıyla 1860’ların başlarındaki Sioux Ayaklanmasını “Suğ Ayaklanması” diye karşılamış; yazıştık ve sordum, doğrusu da buymuş, çünkü Yerli Amerikalılarca öyle telâffuz ediliyormuş.)

Layli Long Soldier kimmiş, neymiş, niçin önemliymiş, gelecek sefere konuşuruz. Şimdi sadece şiir var. Uzunca bir mensur şiir. Benim “tarihi yazanın yapana sadık kalması”nı sorgulayarak başladığım bu diziyle anlatmak istediklerimle o kadar, o kadar buluştu ki… Tarihin çok-failli ve çok-katmanlı karakterine öyle bir somutluk kazandırdı ki… Türkiye’nin yaşadıkları ama konuşamadıklarına o kadar benziyor, öylesine denk düştü, karşılık geldi ki… hemen aynen yayınlıyorum.

38

Burada cümleye saygılı davranılacak.

Her cümleyi yazım kurallarının gereklerine dikkat ederek kuracağım.

Meselâ her cümle büyük harfle başlayacak.

Aynı şekilde, cümlenin tarihine, her birinin sonunda nokta veya soru işareti gibi uygun bir noktalama kullanılarak, yani bir fikri (anlık) bir bitime getirerek, hürmet edilecek.

Bilmek isteyebilirsiniz, bunu “yaratıcı eser” saymıyorum.

Yani, bunu büyük bir hayal gücünün ürünü ya da kurgu addetmiyorum.

Ayrıca, tarihi olaylar ilginç bir okuma vesilesi olsun diye dramatize edilmeyecek.

Dolayısıyla, fikrin taşıyıcısı olan düzgün cümle konusunda mesuliyetim ağır.

Diyerek başlıyorum:

Dakota 38’i belki duydunuz belki duymadınız.

Bu konuyu ilk kez duyuyorsanız belki şaşırdınız: “Nedir bu Dakota 38?”

Dakota 38, Başkan Abraham Lincoln’un emriyle asılarak öldürülen otuz sekiz Dakota erine bir göndermedir.

ABD tarihinde şimdiye kadar en büyük “yasal” toplu idam budur.

İdam, 26 Aralık 1862’de — Noel’in ertesi günü — gerçekleşti.

Başkan Lincoln Özgürlük Bildirgesi’ni aynı hafta imzalamıştı.

Bir önceki cümlede, “aynı hafta”yı vurgulamak için yatık dizdim.

Abraham Lincoln’un başkanlığı hakkında Lincoln diye bir film çevrilmişti.

Özgürlük Bildirgesi’nin imzalanması o filmde yer alıyordu; Dakota 38’in asılması yoktu.

Her neyse, şunu soruyor olabilirsiniz, “otuz sekiz Dakota eri niçin siyaset edildi?”

Derkenar: siyaset burada katletme anlamına geliyor, yoksa başlarına gelen şey asılmak.

Yani, şöyle soruyor olabilirsiniz, “otuz sekiz Dakota eri niçin asıldı?”

Suğ Ayaklanması’ndan dolayı asıldılar.

Size Suğ Ayaklanması’nı anlatmak istiyorum ama nereden başlayacağımı bilmiyorum.

Belki biraz sıçrayarak anlatırım, ayrıntılar zaman sırasını takib etmeyebilir.

Unutmayın, ben tarihçi değilim.

Böyle elimden geldiğince olayları anlatacağım, kaynaklar ve şartlar elverdiğince.

Minnesota eyalet olmadan önce, Minnesota havalisi, genelleyerek konuşursak, Dakota Anişnaabeg ve Ho-Çunk uluslarının kadim yurduydu.

1800’lerde, ABD topraklarını genişlettiğinde, Dakota ulusundan ve başka boylardan toprak “satın aldılar.”

Ama bu “satın alma” olayı şöyle de anlaşılabilir: Dakota beyleri ABD Hükümetine para ve eşya, ama en önemlisi uluslarının güvenliği karşılığında toprak verdiler.

Bazılarına göre, Dakota beyleri altına girdikleri taahhüdün şartlarını anlamadılar, yoksa asla kabul etmezlerdi.

Daha başkaları, müzakereyi baştan aşağı bir “aldatmaca” olarak niteliyor.

Her ne idiyse, bunu resmi ve bağlayıcı kılmak için, ABD Hükümeti bir ilk antlaşma metni yazdı.

Bu antlaşma sonradan (daha elverişli) bir diğer antlaşma ile ikame edildi, daha sonra yine bir diğeri ile.

Bu antlaşmaların maddelerini çözmekte zorlandım, hukuk ağzı ve parlamenter söylem meselesi.

Antlaşmalar feshedildikçe (ahde uyulmayınca) ve birbiri ardına yeni antlaşma metinleri yazıldıkça, yeni antlaşmalar çoğu zaman eski hükümsüz antlaşmalara gönderme yaptı, bunların dolambaçlı izini takip etmek çetrefil.

Bu izin peşinde sık sık kaybolduğumu hissediyorsam da biliyorum ki yalnız değilim.

Ancak, verileri bir araya koyabildiğim kadarıyla, Dakota ili Minnesota ırmağı boyunca 12 mile 150 mil genişliğinde bir toprakla sınırlanmıştı.

Daha yedi yıl geçmeden, 1858’de kuzey kısmı teslim edildi (alındı) ve güney kısmı (münasip bir şekilde) tahsis edildi, Dakota toprağı düz bir 10 millik araziye indirgendi.

Bu değiştirilen ve uyulmayan antlaşmalara genellikle Minnesota Antlaşmaları deniyor.

Minnesota kelimesi su anlamındaki mni ve tortulu anlamındaki sota’dan geliyor.

Tortulu’nun eşanlamlıları arasında çamurlu, bulanık, karışık, karman çorman ve puslu var.

Herşey kullandığımız dilde.

Meselâ bir antlaşma, özünde, istiklâl sahibi iki ulus arasında bir mukaveledir.

ABD’nin Dakota Ulusu ile yaptığı antlaşmalar ise para taahhüt eden hukuki senetlerdi.

Şöyle denebilir, bu para Dakota’nın teslim ettiği topraklara karşılık bir ödemeydi; muayyen sınırlar içinde yaşamaları için (yerlileri yerleştirme kampları); uçsuz bucaksız avlakları üzerindeki haklarından vazgeçmeleri için; bu da hayatta kalmak için Dakotaları başka kaynaklara bağımlı kıldı: para.

Bir önceki cümle dairesel oldu, tarihin bir nice vechesi gibi.

Tahmin etmişsinizdir artık, bulanık antlaşmalarda söz verilen para Dakota ulusunun eline geçmedi.

Bir de, oradaki hassa tüccarları “Kızılderililere” veresiye yemek ve mal vermez oldu.

Para yok, veresiye yok, 10 millik toprağın ötesinde av hakkı da yok, Dakota ulusu açlık çekmeğe başladı.

Dakota ulusu açlık çekiyordu.

Dakota ulusu aç kaldı.

Bir önceki cümlede “aç kaldı” kelimesini vurgulamak için yatık dizmeğe gerek yok.

“Dakota ulusu aç kaldı” lâfını doğrudan ve basitçe ifade edilmiş bir olgu olarak okumalı.

Sonuç olarak — ve açlığa mahkûm yaşamaya devam etmenin dışında hiç bir seçeneği bulunmayan — Dakota ulusu karşılık verdi.

Dakota savaşçıları örgütlendi, huruc etti ve yerleşimcilerle tüccarları öldürdü.

Bu isyana Suğ Ayaklanması denir.

Nihayetinde, ABD Süvari Ordusu Mnisota’ya Ayaklanmayı bastırmaya geldi.

Binden fazla Dakota hapse gönderildi.

Daha önce ifade edildiği gibi, otuz sekiz Dakota eri olayların ardından asıldı.

İdamlardan sonra, o bin Dakota mahpus serbest bırakıldı.

Ancak, olayların bir diğer neticesi, Mnisota’da Dakota ili olarak ne kaldıysa lağvedildi (çalındı).

Dakota ulusunun dönecek hiç bir toprağı yoktu.

Bu, sürgün edildiler demek oluyor.

Yurtsuz kalan Mnisota’nın Dakota ulusu Güney Dakota ve Nebraska’da kamplara yerleştirildi (sürüldü).

Şimdi, her yıl, Dakota 38 + 2 Atlı diye adlandırılan bir grup Güney Dakota’nın Aşağı Brule’sinden Mnisota’nın Mankato’suna atlı bir anma seferine eşiyor.

Anma Süvarileri, bazen eksi yirmi dereceyi aşan fırtınalarda, 18 gün boyunca at sırtında 325 mil yol katediyor.

Yolculuklarını 26 Aralık günü, idamların yıldönümünde tamamlıyorlar.

Anıtlar zihnimizin belirli kişilere ve olaylara odaklanmasına yardımcı olur.

Çoğu zaman, anıtlar heykel veya mezartaşı şeklinde karşımıza çıkar.

Dakota 38’in anıtı, üzerinde kelimeler yazılı bir nesne değil bir eylem.

Ancak (şiir veya kurgulanmış eser addetmediğim) bu işe girişmemin sebebi otlar üzerine yazmak istememdi.

Yani, işin içine katılacak bir olay daha var, ama düz zaman dizimini takip etmiyor, biraz geri sardırmamız gerek.

Dakota ulusu aç kaldığında, hatırlayacaksınız, hükümetin tüccarları “Kızılderililere” veresiye mal vermez olmuşlardı.

Tüccardan biri, Andrew Myrick isimli, Dakotalara veresiye vermeyi reddetmekle ünlenmiş, “aç kalmışlarsa ot yesinler” diyesiymiş.

Farklı rivayetlerde Myrick farklı sözcükler kullanmış görünüyor, ama hepsi aynı kapıya çıkıyor.

Suğ Ayaklanması sırasında yerleşimciler ve tüccarlar öldürüldüğünde, Dakota tarafından ilk infaz edilenlerden biri Andrew Myrick idi.

Myrick’in cesedi bulunduğunda

ağzına ot tıkanmıştı.

Dakota savaşçılarının bu eylemine şiir demekten yanayım.

Şiirlerinde ironi var.

Metin yoktu.

“Gerçek” şiirlerin “gerçekten” kelimelere ihtiyacı yoktur.

Bir önceki cümleyi bir iç sesi imlemek için yatık dizdim, insanın içindekini açığa vuran bir an.

Ama, şöyle bir düşünüyorum da, şiirin dişlilerini asıl yerine yerleştiren “Ot yesinler” kelimeleri.

Demek şöyle de diyebiliriz, dil ve sözcük seçimi bir şiirin göreceği iş için hayatidir.

Her şey yine geri sarıyor.

Bazen, bir çemberin içindeysem, çıkmak istiyorsam, sıçramam gerekir.

Ve bedenimi                                     

salındırmam,

Sekiden.

Dışarı

otlara doğru.

II

Evet, bunu okudum ve aynen Cemal’in 2018’deki reaksiyonu gibi, benim de hayret ve hayranlıktan ağzım açık kaldı. Bir yandan, insan ömrü ne kadar kısa; neleri bilmiyoruz, nelerin farkında değiliz diye hayıflandım kendi kendime. Daha doğrusu, anahatlarıyla biliyoruz da ayrıntılarına vakıf değiliz. Diğer yandan, olursa bu kadar olur dedim; ha 1862’de 38 Dakota erinin siyaset edilmesi, ha Türkiye’deki Tek Parti devletinin Dersim’den sonra ve gene “homojenizasyon” uğruna kendi “ilkel”lerine (!) karşı giriştiği bir de 1943’teki 33 kurşun katliamı.

Aynen Vikipedi’den alıyorum: “Bir bölümü İran topraklarında yaşayan Milan aşiretinin Temmuz 1943’te büyük bir hayvan sürüsünü kaçırdığı yolundaki ihbar üzerine sınıra gönderilen jandarma birlikleri, kaçakçıları İran’a kaçtıkları icin yakalayamadı. Ardından aşiretin Van’ın Özalp ilçesinde yaşayan 40 akrabası gözaltına alındı. Mahkemenin yalnızca 5 kişiyi tutuklayarak geri kalanları serbest bırakmasına karşın, Özalp’a gelen [general] Mustafa Muğlalı’nın emriyle 33 kişi sorgulamaları yapılmak üzere iki asteğmenin komutasındaki bir askerî birliğe teslim edildi. Kaçakçılar sınıra yakın bir yerde kurşuna dizildi ve daha önce hazırlanan bir tutanağa dayanılarak kaçmaya çalışırken vuruldukları öne sürüldü. [Demokrat Parti henüz muhalefetteyken ama iktidara yürürken] TBMM Başkanlığı’na verilen bir soru önergesinin kabul edilmesi üzerine olayla ilgili asker ve sivil yöneticiler hakkında soruşturma açıldı. Bütün sanıkların Genelkurmay Askerî Mahkemesi’nde tutuklu olarak yargılandığı dâvâda, kurşuna dizme emrini verdiğini söyleyen Muğlalı 2 Mart 1950’de ölüm, ardından da ileri yaşı ve hafifletici nedenlerden ötürü 20 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Ama Askerî Yargıtay kararı bozdu; Muğlalı yeni yargılama başlamadan 11 Aralık 1951’de (71 yaşında) hapiste öldü.” Gene de derin devlet yıllar boyu Mustafa Muğlalı’ya sahip çıkmaktan vazgeçmedi. 1960’tan sonra 27 Mayısçılar hep Muğlalı’yı savundu. Mayıs 2004’te Özalp ilçesindeki jandarma sınır taburunun karargâhına, 2002 seçimlerini kazanan ama iktidar olmakta sıkıntı çeken AK Parti’yle alay edercesine, TSK tarafından Mustafa Muğlalı Kışlası adı verildi.

Katledilenlerin öyküsünü anlatmak, yıllar sonra Ahmed Arif’e düştü. Sadece, tahlil yanı en net olan 4. bölümünü aktarıyorum.

Ölüm buyruğunu uyguladılar, 
mavi dağ dumanını 
ve uyur-uyanık seher yelini 
kanlara buladılar. 
Sonra oracıkta tüfek çattılar 
koynumuzu usul-usul yoklayıp 
aradılar. 
Didik didik ettiler 
Kirmanşah dokuması al kuşağımı 
tespihimi, tabakamı alıp gittiler. 
Hepsi de armağandı Acemelinden… 

Kirveyiz, kardeşiz, kanla bağlıyız 
karşıyaka köyleri, obalarıyla 
kız alıp vermişiz yüzyıllar boyu, 
komşuyuz yaka yakaya 
birbirine karışır tavuklarımız 
Bilmezlikten değil, 
fıkaralıktan 
pasaporta ısınmamış içimiz 
Budur katlimize sebep suçumuz, 
Gayrı eşkiyaya çıkar adımız 
kaçakçıya 
soyguncuya 
hayına… 

Kirvem hallarımı aynı böyle yaz 
Rivayet sanılır belki 
Gül memeler değil 
domdom kurşunu 
paramparça ağzımdaki… 

III

Her şey söylendi mi, bilmiyorum. Belki birkaç fikir kalmıştır. Onlar da yarına.

- Advertisment -