Amerikan başkanlık seçimlerini, arkasına büyük medyanın rüzgârını alan ve sandıktan büyük farkla çıkacağı izlenimi yaratılan Hillary Clinton değil, karikatürize edilen Cumhuriyetçi aday Donald Trump kazandı. Seçimlerden üç hafta önce yayımlanan “Trump’ı kimler neden destekliyor” başlıklı yazımda, Trump’ın arkasında aslında küçümsenmemesi gereken önemli bir toplumsal kesimin bulunduğunu aktarmıştım.
Bu bağlamda şu hususların altını çizmiştim: “özet olarak belirtmek gerekirse Trump ‘un arkasında mevcut düzenin dışında kalan (outsiders) ve bu düzenden, bankaları ve finansal kurumları ve dış politika ve güvenlik politikalarıyla rahatsızlık duyan toplumsal kesimler var. Bu kesimler, sadece eğitim düzeyi düşük beyaz işçi kesimi veya orta sınıftan oluşmuyor. ABD’de artık bazı şeylerin değişmesini bekleyen çok değişik kesimlerden gelenleri de kapsıyor. “Ardından şu saptamayı yapmıştım: “8 Kasım’da Bayan Clinton, Washington Post ve CNN’in bir parçası olduğu büyük medyanın istediği gibi, başkan seçilebilir. Ama asıl sorun, (…) Trump ‘un “outsider” kesiminin temsilciliğine soyunduğunu söylediği Amerikan toplumundaki kutuplaşma. Bu kutuplaşmayı gidermek, karikatürize edilen bir başkan adayını alt etmek kadar kolay değil kuşkusuz. (https://www.serbestiyet.com/yazarlar/akin-ozcer/trumpi-kimler-neden-destekliyor-728530)
8 Kasım Amerikan seçimleri, dünyanın her tarafında olduğu gibi, ABD’de de sandıktan ne kadar büyük olursa olsun medyanın manipülatif haberlerle adeta dayattığı başkan ya da siyasi partilerin değil, halkın tercihlerinin çıktığını ortaya koydu. Bu, seçilenlerin özelliklerinden bağımsız olarak, demokrasi adına son derece olumlu bir gelişme. Eğer demokrasi, ABD’nin 16. Başkanı Abraham Lincoln’ın tanımıyla “halkın, halk tarafından, halk için idaresi” ise, halkın iradesinin serbest, dolayısıyla fiziksel engellerden olduğu kadar manipülasyonlardan da arındırılmış olması gerekiyor. Trump’ın Başkan seçilmesi öncelikle bu açıdan, halkın serbest iradesini tüm baskılama çabalarına karşın ortaya koyduğu için değer taşıyor.
Kesin sonuçlar henüz yayımlanmış olmamakla birlikte, Demokrat oyların Cumhuriyetçilerin aldığı oyların üzerinde seyrediyor olması seçim sisteminin çarpıklığından kaynaklanıyor. Bu dolaylı seçim sisteminin günümüzün koşullarına uygun olmadığı ve reforma ihtiyaç duyduğu ortada. Ancak bu durum, Trump’ın haksız bir seçim rekabetine karşın favori gösterilen Bayan Clinton’a karşı kazandığı büyük sandık zaferini gölgelemiyor elbette.
Yukarıda altını çizdiğim gibi, önceki gün sandıktan çıkan, sadece eğitim düzeyi düşük beyaz işçi kesiminden veya orta sınıftan değil, aynı zamanda ABD’de artık bazı şeylerin değişmesi gerektiğine inanan çok değişik kesimlerden gelen insanların da iradesi. 2008 kriziyle birlikte çalışma koşullarının daha da kötüleşmesine, ücretlerin aşağı yukarı dondurulmasına, artan işsizliğe ve koşut olarak gelir dağılımındaki kabul edilemez uçuruma tepkilerin, iyi seyreden makroekonomik verilerle yumuşatılması ve Trump’ın büyük medyanın aylardır çizdiği “ırkçı, göçmen, Latin, İslam, hatta kadın düşmanı” imajıyla öğütülmesi kolay değildi; mümkün de olmadı.
Büyük Amerikan medyasının son dönemde ölçüyü iyice kaçıran bir manipülasyona yöneldiği ve bu sayede arzu ettiği siyasi sonuçlara ulaşmayı arzuladığı gözleniyor. Bunu sadece ABD içinde değil, Batı Avrupa’ya kadar uzanan ağlarıyla tüm dünyaya uyguladığını, üç-dört yıldır Erdoğan ve AK Parti iktidarı üzerinden Türkiye’ye yönelik çoğu yalan haberlere dayalı kara propaganda nedeniyle bizler de yakından görüyoruz. Bütün bunları büyük medya sahiplerinin kendi girişimleri ile mi, yakın oldukları siyasetçilerle birlikte, istihbarat örgütlerinin katkısıyla mı yaptıklarını bilmek mümkün değil belki ama manipülasyonların, Türkiye’de olduğu gibi, Trump’a karşı kampanyada da ters teptiği görülüyor.
Ne var ki “Trump karşıtı” kampanya seçimi kazanmasından sonra da devam ediyor. Hem de demokrat olmanın gereğiymiş gibi. Ayrıca sadece ABD’de değil, seçim kampanyası sırasında olduğu gibi, Batı Avrupa’daki çok dilli medya ağında da. Bu bağlamda, El País’in “La noche cae sobre Washington” (Washington’un üzerinde gece oluyor) başlıklı, izleyen iki cümleyle başlayan başyazısı son derece çarpıcı: “ABD başkanlık seçimlerinde Cumhuriyetçi aday Donald Trump’ın zaferi bütün dünya demokratları için kötü bir haber. Ve aynı zamanda demokrasi düşmanları için de bir tatmin ve fırsatlar kaynağına dönüşmüş durumda “. (http://elpais.com/elpais/2016/11/08/opinion/1478628681_749979.html)
Le Monde ise, demokratların hayal kırıklığını yerel düzeyde dile getiriyor. “Les démocrates de Miami, abasourdis par la victoire de Trump malgré la poussée du vote latino” (Miami’li demokratlar, Latin oylarındaki artışa karşın Trump ’ın zaferiyle şaşkın) başlıklı ve Nicolas Boursier imzalı haber analizinde, son anketlerin Florida’da Clinton’u önde gösterdiğini, bu nedenle seçim sonucunun şaşırtıcı olduğunu Demokrat eylemcilerin cephesinden aktarıyor. Haber analize, öfkeli bir eylemci gencin “ülkemizin başında artık bir ırkçı ve kadın düşmanı, (mysogine) vergi ödemeyen ve nefes alır gibi yalan söyleyen bir adam var” sözleri yansıyor.
Trump’un seçim zaferi, görüldüğü gibi, sandıkta kaybeden büyük medya tarafından tepkiyle karşılanıyor. Bu tepkilerde, sandıktan çıkanı “demokrasi düşmanı”, kaybedeni de “demokrat” ilan edecek kadar ölçüyü kaçıran değerlendirmelere de, hem de saygın gazetelerde rastlanıyor. Kabul etmek gerekir ki seçileni “demokrasi düşmanı” ilan etmek ona oy vermiş olan seçmene de hakaret anlamına geliyor ve tam da bu nedenle anti- demokratik bir nitelik taşıyor. 8 Kasım seçimlerinden Trump’ın çıkması, uluslararası büyük medyanın raydan çıkmasının demokrasi açısından oluşturduğu küresel sorunu tüm çıplaklığıyla ortaya koyması bakımından da önemli kuşkusuz.