2020 Mart başında COVID-19 vakaları Amerika’da artmaya başladı.
ABD Başkanı Donald Trump, 9 Mart günü yeni tip korona virüsün geleneksel gripten daha tehlikeli olmadığını, hiçbir yeri kapatmayacaklarını, hayat ve ekonominin devam ettiğini açıkladı.
İki gün sonra Ulusal Sağlık Enstitüleri Başkanı Anthony Fauci korona virüsün çok daha öldürücü olduğunu duyurdu.
Trump, 12 Mart’ta yurtdışı uçuşları yasakladı, ancak salgın kontrolden çıkmıştı. Amerika genelinde işyerleri, okullar, üniversiteler kapatıldı, sokağa çıkma kısıtlamaları uygulanmaya başlandı. ABD, COVID-19 salgınının dünyadaki merkez üssü haline geldi.
Mayıs sonuna gelindiğinde Amerika’da COVID-19 salgını sebebiyle ölenlerin sayısı 100.000’i aştı. Yine aynı tarih itibariyle, 40 milyon insan (çalışan nüfusun %25’i) işsizlik yardımı başvurusunda bulundu.
Geçen hafta başında ise salgınla boğuşan Amerika bir anda başka bir krizle karşı karşıya kaldı. 25 Mayıs Pazartesi günü Minneapolis şehrinde George Floyd adlı zenci bir adam sahte parayla alışveriş yaptığı şüphesiyle göz altına alınırken polis memuru Derek Chauvin tarafından boğazına diz çökülerek öldürüldü. Sekiz dakika kırk altı saniye süren bu olay sokaktaki insanların ve kameraların gözü önünde gerçekleşti.
George Floyd’un öldürülmesinin hemen ardından öfkeli vatandaşlar sokaklara akın etti. Gösteriler sırasında Minneapolis Polis Karakolu yakıldı. Protestolar büyüdükçe alınan önlemler de genişletildi; Minnesota Valisi kriz yönetimine el koydu, ordu (National Guard) göreve çağırıldı, eyalet tarihindeki en geniş güvenlik önlemleri uygulanmaya başlandı. Özellikle geceleri hareketlenen olaylarda kalabalıkların artması ile birçok iş yeri saldırıya uğradı, dükkanlar ve alışveriş merkezleri yağmalandı.
Gösterilerin hız kesmeden tüm ülkeye yayılması üzerine, 29 Mayıs Cuma sabahı, Trump twitter üzerinden yayımladığı mesajında protestocuları haydut/eşkıya/cani anlamlarına gelen ve ırkçı çağrışımlar taşıyan “thugs” kelimesi ile sıfatlandırdı. Sonrasında “yağma başladığında, ateş de başlar” sözleriyle hem tehdit hem de öldürme yetkisi içeren söylemi kamuoyuna ilan etmiş oldu.
Twitter, ABD Başkanı’nın yayımladığı mesajı “şiddete övgü” içerdiği için şirket prensiplerine aykırı bularak sildi.
Birkaç saat sonra Floyd’u ölümüne sebep olan polis memuru Chauvin tutuklanarak, üçüncü derece cinayet ve ikinci derece adam öldürme ile suçlanarak göz altına alındı. Eyalet savcısı tarafından hiç vakit kaybetmeden açıklanan bu karar halkın öfkesini dindirmesi ümit edilirken tam tersi bir etki yarattı. Suçlamayı az bulan ve cinayete karışan diğer polis memurlarının da tutuklanmasını bekleyen kalabalıkların tepkisi daha da tırmandı. Geçtiğimiz hafta sonuna gelindiğinde gösteriler ülkenin 75 şehrine yayılmış, valiler ve belediye başkanları tarafından ordu göreve çağrılmış, Martin Luther King’in öldürülmesinden bu yana (1968) en geniş kapsamlı sokağa çıkma yasakları ilan edilmişti.
Polis ve göstericiler arasında yaşanan çatışmaların ve yağmalamanın artmasıyla birçok siyasetçi ve devlet görevlisi hep bir ağızdan sağduyu, barışçıl protesto, önce güvenlik mesajları içeren çağrılarda bulundular, kaosun tırmanmasına karşı ortak bir tavır aldılar.
Başkan Trump ise bütün bu süreç boyunca, bazı danışmanlarının önerileri aksine, bir ulusa sesleniş konuşması yapmadı. Basın toplantılarında başka konulardan bahsetti, protestocuları muhatap almadı, gazeteci sorularını kabul etmedi. Aksine attığı sert twitter mesajları ile göstericileri anarşist, gösterileri radikal sol örgütlerinin provokasyonu ilan etti ve bu örgütleri terörist ilan edeceğini açıkladı.
30 Mayıs Pazar akşamına gelindiğinde Beyaz Saray önünde birkaç gündür devam eden protestoların tırmanmasıyla daha fazla tweet atması önlenen Trump Gizli Servis tarafından Beyaz Saray’ın altındaki sığınağa götürüldü.
İşte bu tablo karşısında Amerikan medyasında yer alan yorumlara baktığımızda protestoların haklılığı ve polis şiddetinin artık tahammül edilemez boyutlara geldiği kimse tarafından yadsınmıyor. Ancak gösterilerin genişlemesiyle kamu malına verilen zarar ve yağmalama olayları eyalet yönetimlerinin sert önlemleri ile karşılaşıyor. Ortaya çıkan güvenlik riski sebebiyle özellikle orta yaş üzeri ve beyaz kesimler göstericilere tepki duyuyorlar. Medya da şiddet ve yağmalama konusundaki eleştirilerini dile getirmekten çekinmiyor.
Olaylara daha geniş açıdan bakan bir The New Yorker makalesinde* ise yaşanan bu sıradışı olayların hepsinin birbiri ile bağlantılı olduğu öne sürülüyor. Toplumsal patlama göz göre göre gelirken, Trump yönetiminin söylem ve politikalarının biriken tepkileri şiddetlendirerek kaçınılmaz sonuçları iyice beslediği iddia ediliyor. Makalede Trump’ın başta salgını küçümsemesi ve sonra “kimse bu oranda bir pandemi veya epidemi olacağını bilmiyordu” diyerek sorumluluktan kaçmasının belli bir tepkiye sebep olduğu, ancak ilerleyen günlerde Trump Yönetimi’nin çok önceden halk sağlığı uzmanlarınca defalarca uyarılmasına rağmen önerilen önlemleri reddettiği ortaya çıkınca tepkilerin öfke boyutuna geçtiği belirtiliyor.
Polis şiddeti konusunda da Trump Yönetimi’nin aldığı tutum Amerika’nın on yıllardır kanayan yarasının biriktirdiği gerilimi daha da sertleştirdi. 1992’de meydana gelen Rodney King olayından sonra başlatılan reform uygulamaları sırasıyla son birkaç sene içinde iptal edildi. Adalet Bakanlığı’nın insan hakları bölümlerinin problemli polis departmanlarına yaptıkları süpervizörlük sonlandırıldı. Trump, bir konuşmasında, kolluk kuvvetlerine şüphelileri göz altına alırken daha fazla güç kullanabileceklerini söyledi. Şiddet olaylarına karışan polisler cezalandırılmayıp çoğunlukla bir süreliğine işten uzaklaştırıldılar. 2015’te Jamar Clark, 2016’da Philando Castile yine Minneapolis polisi tarafından öldürüldü, ikisi de zenciydi.
Zenci siyasetçilere ve sivil toplum kuruluşları liderlerine kulak verdiğimizde ise yağmalama ve kamu malına zarar verme meselesinin protestocular nezdinde önemsizleştiğini görüyoruz. NAACP (National Association for the Advancement of Colored People – Beyaz Olmayanların İlerlemesi Derneği) televizyonda verdiği mülakattasiyasetçileri polis şiddetinin ulaştığı tehlikeli boyut hakkında defalarca uyardıklarını ve öneriler götürdüklerini ancak hiçbirinin gerçek bir reform çalışması yapmaya yanaşmadığını anlatıyor. Kendilerinden talep edilen hiçbir şeyi yerine getirmeyen seçilmiş devlet yetkililerine güvenin sıfırlandığını vurguluyor. Bu nedenle de şu anda bu siyasetçilerin yaptıkları sükûnete davet çağrılarının toplumda karşılığı olmadığını ve yaşananları onlarca genç insan polis şiddeti kurbanı olurken hiçbir adım atılmamasının bir sonucu olarak değerlendiriliyor.
Peki protestoların yatışmasını ne sağlayabilir? Yine zenci bir temsilci sırasıyla anlatıyor: Cinayeti işleyen polis memuruna yüksek bir ceza verilmesi, olaya karışan diğer polis memurlarının da tutuklanarak yargılanması, polis şiddeti konusunda reformist bir yasanın hızla hazırlanması ve ivedilikle uygulanmaya başlanması, özellikle Cumhuriyetçi siyasetçilerin ve temsilcilerin ırkçılık, ayrımcılık ve polis şiddeti konularında reformist mesajlar vermeleri. Bunlar özellikle zenci gençleri kurban eden polis şiddeti karşısında atılması gereken ilk adımlar.
Öte yandan ABD’nin yükü bundan çok daha ağır. Asırlardır kökleşmiş, toplumun damarlarına işlemiş ırkçılık ve ayrımcılık bugünden yarına çözülecek bir sorun değil. Ayrımcılığın ve polis şiddetinin son faciası ile birlikte ülke bir de COVID-19 salgını darbesiyle iki tarafı keskin bir kriz girdabı içinde; artık toplum sadece George Floyd’un öldürülmesi değil, salgın ile tırmanan işsizlik, ümitsizlik, güvensizlik karşısında duydukları öfkenin ateşiyle de sokakları dolduruyor.
Tüm bu sorunları çözmekle yükümlü Başkan Trump ise protestoları tamamen kişisel algılayarak, kendisini Kasım ayında başkanlık koltuğundan indirmek isteyen provokatif iç ve dış güçlerin, anarşistlerin, radikal solcuların, haydutların bir tezgâhı olarak okuyor.
Amerika’nın ateşi uzun süre düşmeyeceğe benziyor.
* Burning Cities, Jelani Cobb, The New Yorker, Haziran 8-15, 2020 Sayısı