Ana SayfaYazarlarAfrin zaferi ne anlama geliyor?

Afrin zaferi ne anlama geliyor?

 

Türkiye 18 Mart 2018 tarihi itibariyle Afrin’in tamamını kontrol altına aldı. Böylece, sanıyorum 4-6 ay olarak planlanan harekat iki ayda sonuca ulaştı. Bu sevindirici bir durum. Daha da sevindirici olan, Afrin şehir merkezinin  sokak çatışmalarına ihtiyaç kalmadan kontrol altına alınması. İlçe içinde çatışmalar vuku bulsaydı, özellikle PKK’nın kalkan yapması yüzünden, çok sayıda masum sivil hayatını kaybedebilirdi. Çok şükür böyle olmadı.

 

TSK ve ÖSO’nun bu zaferi ne anlama geliyor? Afrin olayından hangi dersler çıkartılabilir?

 

Türkiye’nin Afrin’de girişiği mücadele meşruydu. Başka ülkelerin topraklarında üs kurmuş bulunan; on yıllardır Türkiye’de güvenlik görevlilerini ve sivil insanlarını öldürmeye devam eden; silâh tehdidiyle Kürt siyasetini esir alan; makyaj çabalarına rağmen Stalinist rengini örtemeyen bir örgüt, Suriye’deki karışıklıktan yararlanarak kendisine bir alan açmak istedi. Türkiye’nin güya müttefiki olan ülkeler gerek tek taraflı bilgilendi(rildi)kleri, gerekse Türkiye’ye karşı düşmanca duygu ve düşüncelerle dolu oldukları için, bu örgüte her şekilde ve seviyede destek verdi. Çeşitli ahlâkî gerekçeler ileri sürüyor olsalar da asıl hedefleri küçülmüş ve güçsüz düşmüş bir Türkiye idi.

 

Avrupalıların iki yüzlülüğü, Katalonya Parlamentosu’nun bağımsızlık ilânı sonrasında yaşananlarla görmezden gelinemeyecek şekilde ortaya çıktı. İspanya, sadece ortada dolaşan sözler üzerine Katalonya’nın özerk statüsünü değiştirdi. Bölgeye ağır silâhlı askerî birlikler yığdı. Tutuklama kararları çıkardı. Avrupa olana biteni sessiz sedasız seyretti. İspanya merkezî yönetimine destek verdi. Öte yandan aynı Avrupa, binlerce insanın ölümüne sebep olmuş, terörü araç olarak kullanmada dünya rekorları kırmış bir çeteyi baş tacı etti. Demek ki Avrupa’nın Avrupa topraklarına bakıştaki ölçüsü ile Türkiye’ye bakıştaki ölçüsü farklıydı. ABD daha kötüsünü yaptı. Terör örgütü kabul ettiği PKK ile bağları aşikâr olan bir çeteyi muhatap aldı. SSCB tehdidine karşı ona destek vermiş, “Hür Dünya”nın savunulmasında büyük yük omuzlamış müttefikinin endişe ve taleplerini hiç dikkate almadı. Her aşamada yalan söyledi. Verdiği sözleri tutmadı ama yüzü de hiç kızarmadı. Tüm taleplere ve ikazlara rağmen bu çeteyi silâha boğdu ve kışkırttı. Bu şartlar altında Türkiye “kendi göbeğini kendisi kesmek” zorundaydı. Kesti de.

 

Afrin harekâtı Türklerin Kürtlere karşı yürüttüğü bir operasyon değildi. Bunu iddia edenlere, Türkiye’nin niçin aynı bölgeye ve aynı halka — hem de terörist unsurların oradan Türkiye’ye sızıyor olmasına rağmen — karışmadığı sorulabilir. Harekât uluslararası hukuka uygun olarak bir devletin meşru ve ahlâka uygun bir savunma adımıydı. Afrin zaferi Kürtlere değil PKK çetelerine ve işbirlikçilerine karşı kazanıldı. Nitekim harekâtta önemli rol üstlenen ÖSO içinde Kürt birlikleri de var. Hayat normalleştikçe, Afrin’den ayrılmak zorunda kalan Kürt nüfus topraklarına dönecek ve olağan hayatına devam edecek. Kendilerini âdetâ esir alan, haraca kesen ve sonu belirsiz bir maceraya sürükleyen çetenin bölgeden tasfiye edilmesinden, Kürtler de kazançlı çıkacak.

 

Türkiye demokratik siyaset imkânlarının hayli mevcut olduğu bir ülke. Bu alanda görülen yetersizliklerin giderilmesi için elbette çalışılmalı. Ama şiddet buna hizmet etmez; tersini yapar. Şiddet demokratik siyaseti zehirleyen bir belâdır. PKK şiddeti tüm Türkiye’ye, ama özellikle de Kürtlere zarar vermekte. Kürt halkı PKK şiddetinin boyunduruğundan kurtulmalı, kurtarılmalı.

 

Türkiye’de demokratik siyaset imkânlarının genişletilmesi gerektiğini hep söyledim. Bu çerçevede, PKK terörü ile doğrudan bağı olmayan bazı HDP milletvekillerinin sırf sözlerinden dolayı hırpalanmasını da doğru bulmuyorum. Ülkenin her problemi eninde sonunda demokratik siyaset yoluyla ve siyasetçiler aracılığıyla çözülecek. Bu yüzden yetki ve otorite sahipleri her ne pahasına olursa olsun demokratik siyaset alanını açık tutmalı.

 

Aslında bu alanda bazı iyi şeyler de vuku buldu, buluyor. Siyasetin PKK’ya esir olmak zorunda olmadığının en iyi delili, yıllardır Kürt siyasetinin bir parçası olan Hak-Par’ın varlığı ve çizgisi. Bu parti 8 Haziran seçimlerinde TRT’de Kürtçe propaganda yaptı ve özerklik vaadiyle seçimlere gitti. HDP de özellikle hendek siyasetiyle çukura düşmeden önce Meclis’te üçüncü büyük parti haline gelebilmişti. Kürt nüfusun yoğun olduğu yerlerin çoğunda mahallî iktidar elindeydi. Buna rağmen, HDP kendisine bu imkânları sağlayan demokratik siyasete ihanet etti — veya ettirildi — ve elindeki belediyeleri PKK’ya açık lojistik destek veren merkezlere dönüştürdü.

 

Demokratik siyaset ortamında problemler daima daha hızlı ve daha düşük maliyetlerle çözülür. Şiddet ise çözümsüzlüğü ve yıkımı körükler. Afrin olayı şiddetin meşru ve yararlı bir yol olmadığını bir kere daha gösterdi. Kürt siyaseti şiddetten bir an evvel arınırsa, kendisine de Türkiye’ye de büyük bir iyilik yapmış olur. Şiddete meftun olan Kürt siyasetçiler Hak-Par’dan şiddetsiz siyasetin nasıl yapılabileceği konusunda ilham ve ders alabilir.

- Advertisment -