Ahmet Hakan olayı, Türkiye’nin içine sürüklendiği patolojiyi, görmek isteyen her gözün içine sokmuştur sanırım. Saldırının kendisi çok vahim; bu açık. Fakat bize asıl tehlikeyi anlatan, öncesi ve sonrasıyla tanık olduklarımız. Hakan’ın uğradığı şiddet, ancak geniş resmin içine yerleştiği zaman yıkıcı tehdidin gerçek boyutunu anlamamızı sağlayabilir.
Siyaset ve tamamen onun mücadele aracına dönüşmüş medya dünyası üzerinden yansıyan zihniyeti sorgulamadan içinde durduğumuz ağır iklimin aşılmasına katkıda bulunamayız.
Bu saldırıyı kimse “olağan” karşılamamıştır herhalde. Fakat büyük şaşkınlık yarattığını da pek söyleyemeyiz. Siyaset ve medya el ele, ağır çatışma, suçlama ve tehdit dilinin çıtasını yükseltmekle meşguller. Bu konuda iktidar ve muhalefetin, kendi içlerinde nüanslar taşısalar da aynı mecrada yürüdüklerini, nesnelliği zerre kadar sorun eden her gözlemci teslim edecektir.
İktidarın Doğan grubunu cepheden karşısına aldığını, medya üzerinden muhalif yazarları isim vererek düşmanlaştırdığını, tehditler yönelttiğini söyleyen ve saldırıyı bu tutuma bağlayanlar kendilerini çok haklı görüyor olabilirler. Bu eleştirilerin yanlış olmadığı da teslim edilebilir. Ancak doğrular gerçeğin bütününü gözden kaçırmaya yol açıyorsa zannedildiği kadar masum olmayabilir. Bütün ışığı iktidar alanına tutup muhalefetin düşmanlaştırıcı siyasetleri karartılıyorsa, sorgulamamız gereken zihniyetin bir dışavurumu ile karşı karşıyayız demektir. Nitekim her olgunun kaderi olan “araçsallaşma”dan, Ahmet Hakan’ın uğradığı saldırı da payını almış gözüküyor. Ortamın sorumlularını demokratik siyaset zeminine çağıran nesnel bir bakış yok burada. Olayı politik bir silaha dönüştürme; “düşmanın” bileğini bükme telaşının sırıttığı açık seçik tek yönlü bir manipülasyon var. ”İşte bulunmaz bir fırsat” diyen akıl devrede yine…
Neden böyle söylüyorum? Açayım…
Öncelikle belirtmek gerekir ki; Mursi’ye çıkan idam kararından sonra atılan manşet, PKK şiddetine kör kalarak “katilin sarayda” olduğuna dair sert sözler, “sonun Kaddafi gibi olur” tehditleri ne kadar düşmanlaştırıcı, saldırgan ve yanlışsa; iktidardaki siyasi aktörlerden ve medya köşelerinden Doğan grubuna ve yazarlarına yönelik “hain”, “terör destekçisi”, “sinek gibi ezeriz”, “tırnaklarını sökeriz” li dil de o kadar düşmanlaştırıcı ve yanlış. Bu üslup “normal siyasetin” içinden konuşan bir eleştiri üslubu değil. Her iki tarafı da teslim alan bir savaş dili bu. Sonuçta, şiddet sınırına dayanan ortam el birliğiyle üretiliyor; tek taraflı değil. Öyle bir yerdeyiz ki, her kim karşısındakine parmak sallayıp “bu ortamı sen yarattın” diyorsa, bu sözüyle o ortama bir tuğla da kendisi eklemiş oluyor.
Evet; ortam uygun ve birlikte yürünüyor bu yolda. Peki, bir de somut eylemciler var. Kim bunlar? Hangi taraftalar?
Hiçbirimiz bu saldırının, paçasından sabıka akan o dört lümpenin marifeti olduğuna fazla ihtimal vermiyoruz. Arkada duranlar olduğunu düşünüyoruz. Ve yine, saçı sakalı ağarmış entelektüelinden, Cemaat komplolarına uğramış, işini tarafsız yapma iddiasında olan gazetecisine kadar her tecrübeli vatandaş, bu ülkenin provokasyon geleneğine ilişkin kuvvetli bilgilere, sezgilere sahip.
O halde; böyle insanların, bu saldırının iktidarın ayakta kalmak için ürettiği sokak şiddeti olduğunu; “tarafsız basını” susturmak için planlandığını hiçbir tereddüt göstermeden derhal yüksek sesle ilan etmelerini nasıl karşılayacağız?
İktidarın, iklim yaratan aktörlerden birisi olduğunu söylemek; tırmandırıcı tutumunu eleştirmek; sorumlu davranmaya davet etmek başka şey; elinde bir kanıt varmış ve bu ülkede bu tür sayısız provokasyon yapılmamış, iktidarı zor duruma düşürmek için akla gelmeyecek bir tuzakmış gibi, kısa yoldan ve hiç pay bırakmadan Erdoğan’ı doğrudan fail ilan etmek başka şey…
İşte sorun tam da bu düşmanlaştırıcı, her elini attığı olguyu araçsallaştırıcı kafada. Sorgulanması gerekir dediğim patolojik zihniyet bu.
Yoksa elbette bu saldırının iktidarın kimi katlarına kadar uzanan somut bağları olabilir. Kimse ”bu imkânsızdır” diyemez. İçine sürüklendiğimiz iklimde, protestoyu “gazete taşlamaya” dönüştürmekte sakınca görmeyenlerin; gazeteci dövmenin meşru ve faydalı olabileceğini düşünenlerin olabileceğini, buna karar da verebileceklerini ihtimal içinde görmek neden tuhaf olsun? Fakat bu, ihtimallerden sadece bir tanesidir. Öte yandan, bunun iktidarı ayakta tutacak bir yöntem olmadığını, tersine seçimler öncesinde ona zarar vereceğini düşünen ve bu saldırının kullanışlılığın farkında olan daha “tecrübeli” odakların varlığından da bu kadar habersizmiş gibi davranabilir miyiz? Peki, bu paysızlık; bu temkinsizce ortaya atılış niye? Bu sakınmasızca fail yaratan dil, gerçekten siyasetin normalleşmesini dert edinen bir eleştiriyi mi temsil ediyor yoksa bu ortamın tırmanmasına mı hizmet ediyor?
Düşmanlaştırıcı, araçsallaştırıcı tutumlar nereden gelirse gelsin karşı çıkmak gerekiyor.
Ahmet Hakan olayının açığa çıkarttığı tabloda, iktidar da muhalefet de bir çuval eleştiriyi hak ediyor.
Heyecanlı taraftar alkışlarının iğvasına kapılmaya; ya da, “siyaset işte böyle sert, acımasız bir savaştır” diye düşünmeye alıştık. Frensiz gidiyoruz. Aynalarımızı yitirdik. Öfkeyle, sadece “düşmanımızın” yaptıklarını görüyoruz.
Oysa durmak ve düşünmek gerek.
Dar ve zor bir alandan konuşma cesaretine ihtiyacımız var.